Bugün Anneler Günü. Kozmetik, mutfak eşyaları, mücevher markaları; çiçekçiler, çikolatacılar reklam üstüne reklam yayınlayarak annelere ‘eşsiz’ bir gün yaratmanın derdine düşmüşler her zaman olduğu gibi. Anneleri ‘mutlu’ görmek motivasyon sebepleri ne de olsa. Annesini kaybetmiş ya da ebeveyn sevgisinden mahrum insanlar için travmatik bir gün olmasının yanında ticari kaygıların öne çıktığı Anneler Günü’nün kendileri için ne anlama geldiğini ücretli bir işte çalışan annelere sorduk. Tekstil işçisi olan Rahime ve Tuğba ile yaptığımız sohbette her yıl Mayıs ayının ikinci pazarına denk gelen bu günü çok da konuşamadık. Çünkü fazla mesai, ev işleri, kira, faturalar derken anneliği çocuklarına yetememe sızısıyla yaşıyorlar daha çok.
“Çocuğumu sadece hafta sonları görebiliyorum”
Aslen Malatyalı olan Rahime’nin ailesi, kendisi henüz küçükken İstanbul’a taşınmış. Babası “Ben karımı çalıştırmam” dediği için ücretli çalışamayan annesi büyütmüş Rahime’yi. Dört kız bir oğlan kardeşle büyüyen Rahime çalıştığı için çocuklarıyla olan sınırlı ilişkisini anlatmaya başlıyor: “Bizim oralarda erkekler çok şımartılıyor, kardeşim tek oğlan olduğu için onun bütün işlerini biz yapardık. İlkokuldan sonra bizim sokakta tanıdık bir tekstil atölyesinde çalışmaya başladım. Evlenene kadar orada çalıştım. O zamana kadar hiç sigortam olmadı. Evlendikten sonra büyük kızım doğdu. O üç yaşına gelene kadar çalışmadım. Sonra ev aldık, çok borçlandık. Çalışmak zorunda kaldım. Eşimin çalıştığı iş yerine girdim. Orada birlikte çalışmaya başladık. Biz orada çalışırken çocuğuma annem bakıyordu. Çocuğumuzu sadece hafta sonu görebiliyorduk. Bir anne için zor bir durum. Çocuk anneye yabancı oluyor, sevilmediğini, istenmediğini düşünüyor. Çocuğum anneannesine anne demeye başladı. Büyük kızım okula başladıktan sonra ikinci çocuğum doğdu, ona da annemler baktı. Cuma akşamları servisle gidip çocukları alıyorum. Çevremdekiler bazen ‘oohh hayat sana güzel, çocuklarına bakılıyor sen de keyif yapıyorsun’ diyorlar. Hiç olur mu öyle şey? Ben akşam eve gidince çocuklarımla telefonda konuşuyorum. Telefonu kapattıktan sonra oturup ağlıyorum bazen. Gece çocuk ateşleniyor, uyanıp ‘anne’ diye ağlıyor, bakıyor annesi yanında yok. Biz küçükken annemizden hiç ayrı kalmadık ama çocuklarım benden ayrı büyümek zorunda kalıyorlar.”
Kreş olsaydı…
Çalıştığı iş yerinde kreş olmuş olsaydı sabahları kendisi işe giderken onları götürebileceğini ve akşam da alabileceğini söyleyen Rahime, kendi imkanlarıyla kreşe veremiyor çocuklarını. Çünkü kreşler ateş pahası. Aldığı maaş kreşe gidecek. İşyerinde daha önce de kreş için konuşan kadın işçiler olmuş ama yönetim hem masraf gözüyle bakmış hem de “burada o kadar kadın yok” deyip geçiştirmiş. İşyerindeki tüm kadınların ortak derdi çocuk bakımıymış. Kiminin kendine bakacak kadar büyümüş olması, kiminin de ninelerinin bakımında olması, kadınların çalışabilmesine olanak sağlamış. Kocalar ayrı dert. Çocuklardan daha fazla bakıma ‘ihtiyaç’ duyan kocalar işten geldiklerinde hep çok yorgun hep hizmet bekleyen. İşten döndükleri andan itibaren ev yaşamanı anlatıyor Rahime:
“Eşimle aynı yerde çalışmamıza rağmen eve geldiğimizde o hep çok yorgun. Kanepeye uzanıp yemeğini çayını bekliyor. O, hafta sonu kahvaltısını yapıp dışarı çıkıyor. Sanki evli değil, otelde yaşıyor. Bazen ‘biz nasıl evliyiz’ diyorum. Ev işlerinden hiç anlamıyor. ‘Bari hafta sonu bi makine aç bana da zaman kalsın’ diyorum. Hemen bahaneler uyduruyor, ofluyor pufluyor. Çocukları Pazar akşamı yine annemlere götürüyorum oraya bile gelmemek için sorun çıkartıyor… Beni işyerinde gülerken görse “Ohh Rahime Hanım, bugün yine keyfin yerindeydi, nerdeyse zil takıp oynayacaktın” diyerek alay ediyor. Çocukların doktora gitmesi gerektiğinde, okulla ilgili bir şey olduğunda ben izin almaya çalışıyorum. Ne zaman izin istemeye gitsem ustabaşlarından azar işitiyorum. Eşime ‘bu çocukların babasısın, bu sefer sen izin al. Hiç yanaşmıyor. Rahatını bozmak istemiyor.”
“Eve gidip ne yapacaksın?”
Kendisi hasta olduğunda izin alamadığını söyleyen Rahime, tuvalete gittiğinde ‘çok kaytarıyorsun’ suçlamalarına maruz kalıyormuş. Tuvalete gitmeye korkar olmuş. Bir regl döneminde, ustanın kendisini “böyle sorunlarınız varsa gidin evinizde oturun, ne işiniz var burada” şeklinde azarlamasına dayanamayıp gidip tuvalette ağlamış. Erkeklere ses çıkarmayan ustaların kadın işçilerle bağırarak konuşmaları da ağırına gidiyormuş Rahime’nin. “Sanki biz hiç bir şeyden anlamıyoruz gibi davranıyorlar” diyor.
Fazla mesaiye kalmaları için de kadın işçileri değersizleştiren ve aşağılayan üsluplardan çok rahatsız Rahime: “Mesai olduğunda ‘eve gidip ne yapacaksınız? Zaten paraya ihtiyacın var, çalış işte’ diyorlar. Biz daha çok çalışıyoruz ama erkeklerden daha az maaş alıyoruz. Bunu söyleyince ‘Siz zaten kocalarınıza yardım ediyorsunuz. Onlar ev geçindiriyor’ diyorlar. Susmak zorunda kalıyoruz. Erkeklere bakıyoruz çok rahatlar, hiçbir sorumlulukları yok. Biz sürekli çocukları, evdeki işi, sorunları düşünüp konuşuyoruz. Onlarsa gülüyor, keyfine bakıyorlar. Ben eşimle aynı işyerinde çalışmasam O’nun evli ve iki çocuklu olduğuna hiç inanmazdım. Ben daha 37 yaşındayım ve kendimi çok yorgun, bitkin hissediyorum şimdiden. Yaşlandım sanki.”
“Sakın bir erkeğin hizmetçisi olma”
Aslen Ağrılı olan Tuğba 8 çocuklu bir ailede büyümüş. Kardeşlerinden yalnızca ikisinin okuduğunu söyleyen Tuğba liseye kadar dışarıdan okumuş. Kalabalık bir ailede kızların önemsemediği için babasının kararıyla okula gidememiş. Kendisine yüklenmeye çalışılın ‘sorumluluklara’ ve dayatmalara itiraz ettiğinde “Bunun başını erken bağlayalım” denilmiş. Eve görücüler gelmeye başladığında kendi istediği birine kaçarak evlenmiş. İki çocuğu olduktan sonra baba evine el öpmeye gitmişler. Eşiyle konuşan babası kendisinin yüzüne bakmamış.
Evliliği uzun sürmeyen Tuğba ikinci çocuğu altı aylık olduğunda boşanmış. İki çocuğuyla birlikte baba evine geri dönmek zorunda kalmış. Asıl zorlukları bundan sonra yaşamaya başladığını anlatan Tuğba’yı dinliyoruz: “En zoru kaçarak evlendikten sonra baba evine çocuklu dönmek. Çevrede çok dedikodu oldu ama annem bana ve çocuklarıma sahip çıktı. Hem mutluydum hem mutsuz. Annemi ikna edip işe girdim. Babam önceleri ‘beni rezil mi edeceksin’ dedi ama sonra sustu. Biraz para biriktirip kendime ev tuttum ama çok uzağa gitmedim. Çalışırken çocuklarıma birinin göz kulak olması gerekiyordu. Annemin hakkını ödeyemem. Babamın onca baskısına rağmen bana hep yardım etti. Bana hala ‘sakın bir erkeğin hizmetçisi olma’ diyor.”
“Tacizciye iftira atıyorsun dediler”
Evlenmeden önce oturduğu mahallede tekstil atölyelerinde çalışan Tuğba sigortasız çalışmış daha çok. Genç olduğu için çoğu hakkının farkında değilmiş kendi anlattığına göre. Boşandıktan sonra da tekstilde çalışmaya başladığında kendisine karşı bakışların farklılaştığını hissetmeye başlamış. Eşinden ayrılmış olduğunu gizlemeye çalışsa da fazla gizli kalmaz bu durum. Erkek bir işçinin tacizine maruz kalınca önce utancından ne yapacağını bilememiş. Sonra faille yüzleşmek için ustabaşına durumu anlatan Tuğba karşılaştığı muameleyi kendi anlatsın: “Önce ‘Peki o sırada niye bağırıp bir şey yapmadın, niye sustun’ diye beni suçladı. Sonra müdüre gittim. O da ‘sen dul kadınsın, senden hoşlanmış olabilir. Hem bunu niye büyütüyorsun? Bak sonra burada adın çıkar’ deyince ‘Biz Doğuluyuz, peki ben aileme söylediğimde kimin adı çıkacak? Getirin onu yüzleşeceğim’ dedim. Benden önce de kadınları taciz etmiş ama konuyu kapatmışlar. Müdürler ustalar hep erkek, aralarında bir tane kadın vardı. Kadın da ‘O adam öyle bir şey yapmaz. Sen iftira atıyorsun’ deyip üzerime yürüdü. Kendime cesaret verdim ‘Ben kimseye iftira atmadım, doğru olanı yaptım’ diye. O günden sonra her yaptığım işte ustalar hata aramaya başladılar. Daha yüksek sesle bağırıp azarlamaya çalıştılar. Neden böyle yaptıklarını biliyordum. Bir gün yine öyle tartışırken avukata gidip haklarımı arayacağım dediğimde bana karşı sakin davranmaya başladılar. Başka bir gün, yemek molasında beni muhasebeye çağırıp çıkışımı vereceklerdi. Kağıtları imzalamadım, avukatım ne diyorsa onu yapacağımı söyleyince o gün çıkışımı vermediler. Ertesi gün işe gittiğimde bir yanlış anlaşılma olduğunu söylediler ve beni taciz eden erkek benden özür diledi.”
“Korkuyorsan biber gazı al”
Vardiyalı çalışmanın da kendisi için zor olduğunu anlatan Tuğba, gece vardiyasında, çocuklarına bakması için annesini çağırmasına rağmen yüreği ağzında çalışıyormuş. 2 yıl dayanabilmiş bu yüzden vardiyalı çalışmaya. Bir nedeni de işyeri servislerine binmek/inmek gece vardiyasında zor oluyormuş. Servis evinden çok uzakta bir durak belirlediği için karanlıkta yürürken arkasında sürekli bir gölge hissediyormuş. “Takip ediliyormuş gibi hissediyordum. Bir gün biri omuzumdan tutup ‘telefonunu bana ver’ dedi. Kafasında kapüşonu olan kocaman gözlü biri. Öyle çok korktum ki telefonu fırlatıp kaçtım” diye anlatıyor o günü.
Sabah işe gittiğinde olayı anlatıp servis durağının evine daha yakın olmasını talep etmiş. Önce “Biz herkesin kapısına özel servis veremeyiz” demişler. Daha sonra ise “Yanına biber gazı, bıçak al” ‘tavsiyesinde’ bulundukları için işten ayrılmış.
Annesinin desteğiyle güç bulduğunu sık sık dile getiren Tuğba, Anneler Günü’nün kendisi için çocuklarıyla daha fazla zaman geçirebileceği, onların ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir gün olması beklentisi içerisinde yalnızca. Çocuklarının babasının boşandıktan sonra bir iki yıl nafakayı ödediğini, sonra kestiğini ve artık çocuklarıyla da görüşmediğini söyleyerek şöyle devam ediyor: “Ben bu kadar zorluğun içinde iki çocuğumu yetiştirmeye çalıştım. Kızımın okumasını çok istedim ama yanaşmadı. Benim halimi görünce liseden sonra işe girip çalışmaya başladı. Tabii çocuklar büyüyünce sorunlar da büyüyor. Ben hem bu kadar sorunlu bir işyerinde çalışıp bir yandan kira bir yandan geçinme derdi, çocukların okul masrafı derken isteklerine nasıl yetişebilirim ki?”