Çevremizi ne kadar gözlemliyoruz? Yakın çevremizdeki insanları ne kadar tanıyor, onları ne kadar önemsiyoruz? Ne yazık ki bitmek bilmeyen üç kuruş kazandığımız işlerimiz, günü kurtarma derdi bizleri giderek her türlü insani ilişkilerden kopardı. Teknolojinin baş döndüren gelişiminin aksine, ruhsal anlamda da iyice geriledik. Dünyanın ve ülkenin kapkara gündeminde içimizdeki güzel insanları hatırlamakta fayda görüyorum. Onunla Büyükada vapurunda tanıştım. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı… Kendi tabiriyle “standart” bir hayatı olan Hatice Yardımcı’nın hikayesi bu…
“İlkokul bitince işe başladım”
Aslen Artvinli olan Hatice Hanım 50’li yaşlarda. Hayata çocuk yaşta atılanlardan. İlkokuldan sonra yani 12 yaşından beri ücretli çalışıyor. Anaokulu öğretmeni olmak isterken, trikocu olan Hatice hanımın okuldan ayrılıp çalışmasının temelinde maddi sorunlar yatıyor, şöyle anlatıyor;
“İlkokuldan sonra iş hayatına atıldım çünkü babam çok yaşlıydı, çalışmak zorundaydım. Babam elinden geldiğince, mısır ve kestane satarak ve cami tuvaletini bekleyerek evi geçindirmeye çalışırdı. Onunla gurur duyuyorum. Ablam da çalışıyordu. Ben de ablam sayesinde trikoyla tanıştım, 80’lerde işe başladım 1993’e kadar trikodaydım. Sonra kendi yerimizi açtık, 10 sene de orada çalıştım. Triko ve penye… Ovarlokçuyum, reçme de biliyorum. Babamı 15 yaşında kaybettim, hep sorumluluk bizim üstümüzdeydi, evi geçindirip eve bakmak zorundaydık. Geç evlendim, 35 yaşında. 20 senedir evliyim. 18 yaşında bir oğlumuz var. Çekirdek aileyiz.”
“Çocuk işçiyken çok ezdiler”
Çocuk yaşta çalışmanın zorluklarına dikkat çeken Hatice Hanım, “Ben 12 yaşında işe girdim ve kendimi bilene kadar yani altı yıl falan çok ezildim. Eskiden öyleydi. Bilemiyorsunuz, karşı tarafa bir şey söyleyemiyorsunuz. O yıllar benim için büyük bir eziklikle geçti. Ama şükürler olsun. Öyle süreç geçirdiğim için şimdi kimseye boyun eğmem kendimi ezdirmem. Bu da küçüklükte yaşadığım tecrübelerle kazandığım bir şey. Zaten babamı da kaybedince erkek gibi büyüdük. Her zaman ev kirası şu bu, kardeşlerimle benim sorumluluğumdaydı. Dört kardeştik ama abim, babam öldükten sonra hemen askere gitti. Gelince evlendi. Biz de üç kardeş birlik olduk. Özellikle ablamın çok emeği vardır. Belli bir yaşa gelene kadar o baktı bize. Erken yaşta üstlendiğimiz sorumluluklar yüzünden hiçbirimiz okuyamadık. Okusaydık da yarım kalırdı. Okumak için bir gelir olması gerekiyor çünkü ablamız bunu tek başına iki kardeşine yapamazdı. Evet okul okumadık ama hayat okulunu güzel okuduk. Bize yaşadığımız gel – git’ler güzel şeyler öğretti.”
Gözleri bozulunca trikoyu bıraktı
Birkaç yıl önce emekli olan Hatice hanım, trikoculuğu çok sevmesine rağmen sağlık sebebiyle bırakmak zorunda kalmış, “Çünkü gözler iyice gider oldu. Remayöz makinesi kullanıyordum. Remayöz bizde kasnak da denilen bir makine. Giydiğiniz kazak ve yeleklerin düz örme konfeksiyonunda dikime hazırlanmış örme ürünlerin yaka, bant, cep, yan dikişlerini ben yapıyordum. Yani üç dört parçayı bir araya getirip birleştiren kişiyim. Gözlerim bozulunca o işi bıraktım. Evlendikten sonra ara ara çalışmaya devam ettim, bir ara kendi yerimi açtım. Namaz takkesi diktim, altı yıl da o işi yaptım, onu da yine remayözde yapıyoruz. Bu arada oğlumu büyüttüm. Evlendikten sonra 12 sene kayınpederim ve kayınvalidemle yaşadım. Son altı-yedi senedir ayrı evdeyiz, onlar Uşak’a yerleşti.”
Yaşlı kadınlara refakatçilik yapıyor
Geçimini sağlamak, hayatın içinde “aktif” olarak var olmak için son birkaç yıldır evde yaşlı bakımı yapan Hatice hanım, “Yaşım ilerleyince ne yapabilirim, aktif nasıl olurum diye düşündüm ve yatalak olmayan yaşlı teyzelere bakmaya başladım. Yaşlılar için bir nevi refakatçilik yapıyorum. Zaten yaşlıları çok severim, merhamet ve vicdanımdan dolayı yaşlılara bakmayı hep sevdim. Bir süredir ev hanımıydım zaten, bu işi de tekrar başka evlerde yapabilirdim. Bu düşüncelerle işe başladım, benim için de çok güzel oldu. İyi sonuçlar aldım. Hatta referanslarım da var. Şu an yeni başladığım işe de iki referansla girdim. Şimdi, bir yaşlıya ve okula giden iki çocuğa bakıyorum.”
Yaşlı bakımının en büyük zorluğunun özellikle demans veya alzheimer hastaların aniden değişen mizaçları olarak aktaran Hatice Hanım, “Demans ve alzheimer hastaları bir anda asabi olabiliyorlar. Zaman zaman çıkışları olabiliyor. Ben bunu anlayabiliyorum. Benim annem de felçliydi, 12 yıl kardeşlerimle kimseden destek almadan ona gül gibi baktık, oradan da tecrübelerim var. Bu yüzden yaşlılarla diyaloğum iyi. O yüzden bu işte iyi olduğumu düşünüyorum” diye konuşuyor.
“Sabır isteyen bir iş”
Evde “durmak” beni sıkıyor diye konuşan Yardımcı sözlerine şöyle devam ediyor, “Aslında güzel bir meslek. Güzel bir iş yapıyorum. Herkesin yapamayacağı, sabır, merhamet ve vicdan isteyen herkesin yapamayacağı bir işi yapıyorum.”
Hatice hanım, yaşamın zorluklarıyla çocuk yaşta mücadeleye başlayan ama sesini çok duymadığımız, kendi hayatının kahramanı milyonlarca kadın işçiden biri. Her şeye rağmen hayata pozitif bakan Hatice Hanım, “Evet okul okuyamadık ama hayat okulunu güzel okuduk. İyi ki bunları yaşamışım diyorum çünkü tecrübe sahibi oldum ve insanları net şekilde analiz edebiliyorum. Seçiciyimdir de bu konularda. Yine de herkesle uyum sağlayabilirim. Gittiğim yere hatta şehir değiştirsem bile çabuk adapte olabilirim” diyor.
“Kendi kazancımı güzelce harcıyorum”
Hatice Hanım, “işleyen demir pas tutmaz” atasözüne çok inanıyor, bakın bunu nasıl anlatıyor, “Çok lüks bir hayatım yok. Standart bir ailenin yaşayacağı gibi yaşıyorum. Aktifliği, bir şeylerle meşgul olmayı seviyorum, evde durmayı sevmiyorum. Küçüklüğümden beri çalıştığım için, eşime bakıp ‘bana bir şeyler versin’ diye gözlemiyorum. Gücüm yettiğince çalışıyorum, kendi kazancımı güzelce harcamaya çalışıyorum. Tabii emekli çalışmanın zorlukları var. Hem evlilik hem işin sorumlulukları var ama artı eksiyi bir şekilde kapatıyor. Kendinizi mutlu edecek bir şeyler buluyorsunuz. Üretken olmak her daim güzeldir. İnsanın sağlığında da önemi var. Bizde bir laf vardır, ‘İşleyen demir pas tutmaz’ buna inanırım. Ne kadar aktiflik o kadar sağlık. Tabii arada evde olduğumda spor salonlarına giderim. Çalışarak hem kendime üç-beş kuruş kazanç sağlıyorum. Çocuğum var, üniversitesi var. İşte böyle geçinip gidiyoruz…”