Toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıklar, ailede kadın ve erkek rollerine ilişkin geleneksel yaklaşımlarda kendini açıkça gösterir. Bu durum, kadının özgür ve eşit haklara sahip bireyler olmasına engel teşkil eder. Ailede eşdeğer hakların olmasının bir yolunun da hukuksal düzenlemelerden geçmesi gerekirken, yetersiz yasalar ve uygulamalar kadınları bilinmezlikler içine sokar.
Evlilik ise çoğu zaman cinsiyet eşitsizliği ve kadına yönelik ayrımcılıkların hüküm sürdüğü ataerkil bir toplumda, eşitsizliğin kadınlar aleyhine her gün yeniden üretildiği bir kurum şekline bürünür. Kadınların yasalar önünde eşitliğini savunan ve bunlardaki ayrımcı maddeleri ayıklamayı kendine dert eden eşitlikçi feministlerin mücadeleleri ile bugün yasalarda kadınlar lehine önemli değişiklikler olduğunu ve evlilik kurumu içinde de kadınların eskisi kadar savunmasız olmadığını söylemek mümkün. Yasaları ve onlardan kaynaklı haklarımızı bilirsek kimi durumlarda işimiz kolaylaşabilir. Bu hafta evlilikten doğan haklarımızdan bahsetmek istiyoruz.
Evlenme yaşı yukarıya çekilmeli
Çocuk evliliklerinin toplumsal bir yara olarak devam ettiği toplumumuzda, erkek veya kadının evlenmek için 17 yaşını doldurmuş olması, istisnai olarak ve izin alınması suretiyle 16 yaşını doldurması suretiyle, evlenme yaşı küçük tutulmuştur. Oysaki uluslararası sözleşmeler ve yasalarda 18 yaşının altındaki kişiler “çocuk” olarak tanımlanır; buna göre ülkemizde evlenme yaşlarının yukarıya çekilmesi gerekmektedir.
Kadınlar yalnızca kendi soyadını kullanabilecek
Kişiliğe bağlı haklardan olan soyadı, kadının kimlik sorunu olmuştur. Kadınların evlilikle birlikte kocasının soyadını alması tartışmalara yol açmıştır. Uzun mücadelelerden sonra 2015 yılında yapılan bir değişiklikle kadınların önceki soyadını eşinin soyadıyla birlikte kullanabileceği kabul edilmiştir. Ancak bu durum da kadını kocaya bu kez kişilik yönünden bağlı hale getirmiştir. Anayasa Mahkemesi, 28 Nisan’da kadınlara erkeğin soyadını alma zorunluluğu getiren, hak ihlali ve eşitsizlik yaratan Türk Medeni Kanunu 187. maddenin ilk cümlesini Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti. Yasal boşlukların doldurulması amacıyla 24 Ocak 2024 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan hükümden sonra kadın kendi soyadını tek olarak kullanabilecektir.
Malik olmayan eş, oturulan eve aile şerhi koydurabilir
Taraflar evlendikten sonra, oturacakları konutu birlikte seçerler. Kadın, kocanın ailesiyle oturmaya zorlanamaz. Oturdukları ortak konuta malik olmayan eş, tapu müdürlüğünden konut kaydına aile şerhi konulmasını talep edebilir. Türk Medeni Kanunu 194. madde gerekçesi, aile konutunu ‘eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısını buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan’ olarak tanımlamıştır.
Aile konutu kira sözleşmesi ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana bildirerek sözleşmenin tarafı olabilir. Ayrıca aile konutu ile ilgili kira sözleşmesi eşin rızası olmadan feshedilemez.
Evin geçimi için boşanmadan da nafaka bağlanabilir
Evlilik devam ederken taraflar, giderlere güçleri oranında emek ve malvarlıklarıyla katılırlar. Ücretli çalışmayan kadının giderlere olan katkısı; ev işlerinin görülmesi, çocukların bakımı ve/veya kocanın işinde karşılıksız olarak çalışması olarak değerlendirilir.
Koca giderlere katılma yükümlülüğünü yerine getirmezse, kadın boşanma davası açmadan parasal olarak katkı payının belirlenmesini hâkimden ister ve evin geçimi için nafaka bağlatabilir.
Kefalet sözleşmesinde eşin rızası
Kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı borçlunun borcunu ödememesi halinde kişisel olarak sorumluluğu üstlendiği sözleşmedir.
Kefalet sözleşmesinin geçerli olması için, evli olan kişilerin eşlerinin de yazılı rızası olması gerekmektedir. Kefillik ile birlikte alınacak risk ve mali yükümlülükler eşlerin rızası alınarak ailenin huzuru ve refahı korumaya çalışılmıştır. Ancak ticari faaliyet nedeniyle kefalet sözleşmeleri bu uygulamanın dışında tutulmuştur.