Kadınlar Birlikte Güçlü, Ravive Kozmetik’te 8 Kasım’da meydana gelen ve altı işçi kadın ve kız çocuğunun yanarak hayattan koparıldığı işçi katliamına dair kadın ve LGBTİ+’ların öfkesiyle alandaydı. Dün (11 Kasım) Taksim-Tünel’e çağrı yaptı ve “Kadınların canını, emeğini ucuz sayan katliam düzenine isyandayız” dedi. Elbette meydana yığılmış olan ve sayıları katılımcılardan katbekat fazla olan polisler kadınların çevresini sardı. Etrafa gözaltı ve polis araçları yerleştirilerek kadın ve LGBTİ+’lar İstiklal Caddesi’nin kalabalığından tecrit edildi. Çevredekilerin “orada ne oluyor” merakını bastıracak bir kaygı dalgası estirildi. Ancak ne bunlar ne de yağışlı hava kadınların öfkesini dile getirmesini engellemedi.
Eylemin ardından yağmurdan kaçıp bir çay ocağına oturduk. Ve Aralık Feminist Kolektif’ten Selin Top ve Kırkyama Kadın Dayanışması’ndan Tülay Korkutan ile bu katliam üzerine konuştuk.

“Yoksullaştırılıyoruz”
Selin, yaşananların bir “iş kazası” değil, sistematik kadın yoksulluğu ve sömürü düzeninin sonucu olduğunu söylüyor: “Her iş cinayetiyle zaten yüreğimiz yanıyor. Her sene binin üzerinde işçi yaşamını yitiriyor. Ancak özellikle Dilovası’nda şöyle bir fark var: Hani 1800’lerde tekstil fabrikasında kadınlar nasıl yanarak can verdiyse 2025’e geliyoruz, hâlâ aynısı… Geçenlerde sevgili Necla (Akgökçe) hatırlatmıştı, 1800’lerde bize reva görülen iş koşullarıyla bugüne geldiğimizde reva görülen iş koşulları aynı. Hakikaten katledilen kadınların yaşlarına baktığımızda Türkiye’de nasıl ciddi bir kadın yoksulluğu olduğunu da görüyoruz. Dilovası’nda gördüğüm bir tabutun üzerinde 2010 yazıyordu. 2010 doğumlu bir genç kızı okuldan alıp iş cinayetine sürükleyen bir sistemin içindeyiz. Buna öfkelenmemek mümkün değil gerçekten.”
Kadın yoksulluğunun derinleştiğini vurgulayan Selin, “Kadın yoksulluğunun temel sebeplerini tekrar konuşmayalım ama hane içerisinde inanılmaz bir yük var. Ekonomik krizle beraber o yükün artması ve bu yükü bu kadar üstlenmiş kadınların istihdamda yine ikincil görülmesi… Eve getirdiği bütçenin de katkı gibi değerlendirilmesi, ücretlerin düşük tutulmasının kadın yoksulluğu ile çok büyük bir bağlantısı var. Yoksullaştırılıyoruz ve bu korkunç sömürüye ‘evet’ demek zorunda kalıyoruz” diyor.
“Dilovası’ndaki koşullar, bu sömürünün en görünür hâli”
“Türkiye’deki asgari ücret çok komik bir rakam, ev kirasını bile karşılamıyor. Ücretli bir işte çalışan kadınların yüzde 58’i asgari ücret civarında kazanıyor. Kadınlar oldu da istihdam edilebildi diyelim, asgari ücrete çalıştırılıyor. Emekliliğe geldiğimizde zaten birçok kadın ev işlerinden kaynaklı çalışamamaktan, güvencesiz-sigortasız çalışmaktan emekli olamıyor. O yüzden yaşlandığında yoksulun da yoksulu haline geliyor. Bu Ravive Kozmetik’in patronu, utanmadan çıkıp mahalledeki özellikle 18 yaş altındaki genç kızları ve 50 yaş üzerindeki kadınları istihdam ediyor. Neden? Çünkü sigortasız çalışmaya razı olmak zorunda kalacaklar. Kim ister ki sigortasız çalışmak? 600-800 liralık yevmiyelerden, 70 liralık yemek parasından bahsediliyor. O kadar ağır kimyasalların kullanıldığı bir yerde havalandırma yok, hiçbir şey yok. Kadınlar zaten burada çok ciddi meslek hastalıklarına sahipti ya da sahip olacaklardı.”
Devletin sessizliğini de bu sömürü düzeninin bir parçası olarak gören Selin “CİMER’e sokak hayvanları şikâyet edildiğinde CİMER hızlıca kamu kurumlarını harekete geçiriyor ama bu işyeriyle ilgili şikâyetleri dikkate almıyor. Bugün biz bir eylem yaptık; ‘Bu şekilde çalışmayı hak etmiyoruz’ demek için. Hemen güvenlik kuvvetleri geldi, hepsi orada bekliyorlardı. Nerede bu önlemler o fabrikalarda? Belli ki bu kişi birilerinin dostu. AKP-MHP iktidarının dostu. Bugün çıkan haberlerde de görüyoruz; pandemi zamanı meclise çatır çatır ihaleyle giren, şirketin sahibinin aile şirketi… Bugün kaçak olan, yıkım kararı verilmiş bir bina. Kararın altına imza atan kişi hâlâ belediye başkan yardımcısı. Sermayesiyle, iktidarıyla el ele vermiş bir düzen bu; kadınları öğütmek için bir araya gelmiş bir sistem. Utanma yok, yüzsüzlük var.”

“Bu kadınlık rolünü kabul etmiyoruz”
Selin’e göre, bu düzenin ideolojik kılıfı “aile yılı” söylemiyle hazırlanıyor: “Bu yıl iktidar tarafından ‘aile yılı’ ilan edildi. Aileyle uyumlu, evle uyumlu çalışmayı müjde diye duyurdular. ‘Kadınlar esnek çalışacak’ dediler. Oysa bu, kadınları eviçi ücretsiz emeğe ve güvencesizliğe mahkûm eden bir politika. Ailecilik adı altında kadınlardan hem evde ücretsiz emek hem işyerinde ucuz emek bekliyorlar. Kadınlardan itaat bekliyorlar. Sendikalaşmaya kalkarsan, greve gidersen hemen gözaltı, ev hapsi. Bu iktidar için makbul kadın; sessiz, itaatkâr, ucuz işgücü. Ama biz böyle bir kadınlık rolünü kabul etmiyoruz.”
“Hiç kimse bu şekilde çalıştırılmayı hak etmiyor. Çocukların, kız çocuklarının geleceksizliğe mahkûm edilmesine, kadınların emeğinin hiçe sayılmasına razı değiliz. Bu sistemi teşhir edeceğiz ve birlikte karşı duracağız” diyerek sözlerini sonlandıran Selin, bu davanın takipçisi olup Dilovası’ndaki kadınlarla dayanışmayı sürdüreceklerine de vurgu yaptı.

“Kadınların yaşı bu ülkenin tablosu”
Tülay, Dilovası’ndaki kadın işçilerin hangi koşullarda çalıştığını anlatırken, bu düzenin aslında yıllardır tanıdık bir hikâye olduğunu söylüyor: “Normalde erkekler eşlerinin ya da kızlarının çalışmasına pek izin vermez; baskı kurarlar. Ama bu tarz atölyelerde durum farklı. Çünkü erkeklerin az olduğu, çoğunlukla kadınların çalıştığı kozmetik atölyeleri mahalle içinde daha ‘güvenli’ görülüyor. Evdeki adam, ‘nasıl olsa yakında, tanıdık insanların yanında’ diye düşünerek eşini, kızını oraya gönderebiliyor. Bu çok tanıdık bir şey. Biz çocukluğumuzda da benzerini yaşadık; babalarımız bizi hep tanıdık birinin yanına, bir atölyeye gönderirdi. Sigorta yapılmazdı ama ‘tanıdık’ olduğu için kimse bir şey olmaz sanılırdı. Dilovası’nda ne yazık ki bu alışkanlığın çok daha ağır sonuçlarını gördük. 18 yaşından küçüklere zaten sigorta yapılmıyor, ucuz çalıştırılabiliyor; 55 yaşında, sigortasız, güvencesiz çalışabiliyor. Muhtemelen evine yakın olduğu için evdeki işleri de yapıyor, çocuklarına bakabiliyor.”
Tülay, çocukların ölüme mahkûm edildiği bu tabloyu, kamusal denetimsizlikle birleştiriyor:
“CİMER’e şikâyet edilmesine rağmen, neredeyse çok merkezi bir yerde olmasına rağmen bir patlama yaşanıyor. Dolum, etiketleme, paketleme hepsi aynı anda yapılıyor; hiçbir güvencesi yok. O insanlar oralara gitmek zorunda, çünkü geçim çok zor. Kadınlar, çocukların beslenmesi, market alışverişi için 3 kuruş, 5 kuruş derdinde. Evde oturan erkekler değil; bu yük kadınların omzunda. O yüzden o evdeki kadınlar ertesi gün çocuklarına ekmek götürmek zorunda; bu yüzden çalışmak zorundalar. Bu iki yüzlülük; bizi o çalışma alanlarına mahkûm eden, denetimi olmayan, sigortasız çalıştıran düzenin kendisi.”
Tülay, yaşlı kadınların çalışma zorunluluğuna dikkat çekiyor: “60 yaşındaki bir kadın çoktan emekli olmalıydı; güvenli bir yaşamı olmalıydı. Ama emeklilik mezarda oluyor. Hele kadınlar için çok daha zor. Bugün 6 tane kız çocuğu ve kadın yaşamını yitirdi; yaşları bu ülkenin tablosunu gösteriyor.”
“Sendikaların ihmali kadına dayatılanları görünmez kılıyor”
Evet, patriyarkal kapitalizmin ve kurumlarının ciddi sorumluluğu var bu katliamda. Peki kadın yoksulluğuna karşı politika üretmeyen sendikalar? Tülay yanıtlıyor; “Merdivenaltı atölyeler her yerde var: tekstilden kozmetiğe, gıdaya kadar. Taşeron firmalar kârı yükseltmek için tercih ediliyor; sigortasız, güvencesiz iş gücü yaratıyor. Sendikalar bu alanlara girmiyor; örgütlenmeye cesaret edemiyorlar. Oysa tam da burası kadınların ve güvencesiz işçilerin örgütlenmeye en çok ihtiyaç duyduğu yer. Sigortasız, esnek, güvencesiz işçiyi sendikaya üye yapmak zahmetli, aidat getirmiyor, toplu sözleşme yapamıyorlar diye bu alanlar boş bırakılıyor. Bu sessizlik, kadın emeğinin ve hayatının sömürülmesini meşrulaştırıyor. Devlet politikaları da buna zemin hazırlıyor; hak talep etmeyen işçi sermaye için idealdir. Sendikaların buradaki ihmali, sistemin kadınlara dayattığı kölece çalışma koşullarını görünmez kılıyor.”
Tülay, İMECE Ev İşçileri Sendikası’nın bu konudaki çalışmalarından olumlu bir örnek olarak bahsediyor ve çözümün yalnızca tek bir fabrika veya bölgede değil, tüm ülke genelinde örgütlü ve politik müdahale gerektirdiğini söylüyor: “Demokratik kitle örgütlerinin, sosyalistlerin ve sendikaların güvencesiz alanlarda politika üretmesi lazım. Göçmen işçiler, ev işçiliği gibi alanlarda da ciddi politikaya ihtiyaç var. Değiştiren, dönüştüren bir politikamız yok; bunu yaratmamız gerekiyor.”
Tülay’nın sözleri, Dilovası örneğinin Türkiye genelinde tekrarlandığını ve kadın emeğinin, çocukların hayatının bu sistem içinde sürekli risk altında olduğunu ortaya koyuyor: “Burada üretilen ürünleri biz kullanamıyoruz; o lüks mağazalarda satılan ürünlerin arkasındaki insan emeği ve canı yok sayılıyor. Kadınların emeği ve hayatı, üretim koşullarında hiçbir değer görmüyor.”
Ana Fotoğraf: Yadigar Aygün