Tulumu, emniyet botları, kaskı, koruyucu gözlükleri, yüz siperi ve deri eldivenleriyle bir kadın… Kıvılcımlar saçan bir alet var elinde. Günde 8 saat boyunca o elindeki makinenin sıcaklığına maruz kalıyor. O bir kaynak işçisi. İzmir Torbalı’da yaşıyor. Tam 14 yıldır her gün demiri büktü, eğdi. İki metal parçasını birbirine ekledi. Hâlâ devam ediyor… Toplumda genellikle kaynak makinesi ile erkek özdeşleştirilir. Tam da bundan dolayı bu işi istiyordu. Elindeki kaynak tabancasıyla topluma meydan okuyan bir duruşu vardı ve “kadınlar yapamaz” yargısından nefret ediyordu. O illa ki bunu yapacaktı. Kaynakçılığının ilk günlerinde hep ne kadar büyük heves içinde olduğunu hissettiriyordu. Oksijen ışıklarına tanık olduğu ilk gün kaynağa tutkuyla bağlanmış. Riskli olmasına rağmen üstelik. Şöyle diyor; “Kavurucu sıcakla geçen yaz aylarında kıvılcımlar arasında olmak hiç kolay değil. Gözler kızarıyor, saçlar dökülüyor. Parmakların yanma tehlikesi hep var”.
Karpuz ekilen bir köy
Köyde doğup büyüyen bir kız çocuğu oradan çıkacak kaynakçılık yapacak. Pek olası değil ama onun bütün hayatı olağanüstülükler üzerine kurulu. Aydın Tire’nin Yeniçiftlik köyü’nde çok kalabalık bir aile içinde çocukluğu geçti. Babası gece bekçisiydi. Küçük yaşlarda oyuna verdi kendini. Yazın oyun, kışın okul. İlköğretimden mezun oldu. Annesi köyün bütün kadınları gibi tarlalarda mahsulü eken ve toplayanlar arasındaydı. Karpuz yetiştiriliyordu burada. Okul tatil olunca, anne yaşça biraz büyük çocuklarıyla karpuzları toplarken, küçükler köy meydanında top ve seksek oynardı. Aralarında Derya da vardı. Kızlı erkekli koşan, bağıran bu çocuklara doğru köylülerden ses yükselten çok insan oldu tabii ki; “Kızlar erkeklerle oynamaz”, “O saatte kızların ne işi var sokakta, olmaz”. Derya, “kızlar yapamaz” lafına çok takıyordu.
Tarım işçisi aile
Bütün kırsal alanlar gibi bu köyde de herkes besinini kendi ektikleriyle sağlıyordu. İşçilik yaptığı çiftliklerin haricinde, anne çocuklarıyla beraber kendi tarlasını da ekiyordu. Buğday da ekti, sebze de yetiştirdi. Bu köy hayatına yakın olanların bildiği bir hikâye. Tüm aile hep birlikteydi. Biri ucundan neyi tutmuşsa öteki de diğer uca uzanıyordu. Tarlada domates, kabak, patlıcan ne varsa yazın toplanıyordu. Çevredeki büyük arazilerde fidan dikiminden, çapalamaya, tohumlamaya kadar her işi yevmiye karşılığında yapıyorlardı. Derya da çocukluğu aşıp biraz büyüyünce tarım işçisi oldu. Sebze sepetlerinin, tohumların, gübrelerin arasında geçti günleri… Bu bilgileri paylaşırken şu yorumu yapıyor; “Bizim orada hayatta kalmanın, yaşamanın başka yolu yoktu. Tabii bir de çok çocuk olunca zor. Yedi çocuğa tek babanın maaşıyla bakılması imkânsız olduğundan bu zorunluydu. Ocaklar ancak böyle tütüyordu”.
“Ev işlerinden nefret ediyorum”
Derya orada kızların yaşadığı geleneğin izinden gidip, köyden bir gençle evleniyor. Yaşı 19. Arkadaşlık falan yok, aile gelip “istiyor”, Derya da “veriliyor”. Bu evlilik sonrası iki çocuğu oluyor. Bahsettiği zamanlarda bir “ev kadını”. Fakat geleneksel tanım kendisi için geçerli değil. Ev işini hiç sevmiyor. Sadece çocukların yemeklerini yapıyor. Onların her türlü ihtiyacı için efor harcıyor. Onun dışında evde iş güç yok. Çok nadir topluyor ortalığı. Evin günlük işlerine kolay kolay eli gitmiyor. Bulaşık, yemek… “Nefret ediyorum” diyor… Çocuklar için zorunlu pişiriyor sadece. İyice birikince tabakları yıkıyor. Kocası? O zaten evlendikten bir süre sonra “iş var” diye uzaklara gitmiş. Para gönderiyor sadece. 12 yıl süren bir evlilik var ama kocasıyla paylaştıkları çok az.
“Yemeği evde de yapmıyorum. Kaynağa alın beni”
Eşi para yolluyor ama gaiplerde bir adam. Her an kesebilir o parayı. Güvenemiyor Derya. Ters bir durumda iki çocuğuna nasıl bakacağını düşünüyor. Adamın çok nadir de olsa eve geldiği zamanlar oluyor ama o vakitler de kavgalarla geçiyor. Anlaşmazlık o kadar büyüyor ki… Zaten evden uzak olmayı seçmiş eş için umudunu yitirmiş. Genç kadın çocuklarını alıp evden ayrılıyor. Ağabeyinin yanına yerleşiyor. Ailenin sahip çıkması ile kendini daha iyi hissediyor. En sonunda Torbalı İşkur’a başvuruyor… “Size göre iş var” diyorlar. Metal ve kaynakçılık üzerine kurulu bir işyeri burası. İşkur yetkilisi, “Yemek ve bulaşıkla ilgilenecek birini arıyorlar” deyince morali altüst oluyor fakat mecbur gidiyor. Ama kafasında başka plan var. Daha gittiği ilk gün işyerinde işçilerin eğilmiş kaynak yaptığını görüyor. Patrona diyor ki; “Ben yemeği evde de yapmıyorum. Kaynağa alın beni”. İşveren çok şaşırıyor. İşi bilmeyen birini işe almak istemediği gibi “kaynakçı kadın” fikrine de çok karşı. “Bu meslekte kadın yer almaz. Kaynağı erkek yapabilir ancak. Biz burayı kurduğumuzdan beri, ta başından bu yana kadın çalıştırmadık”. Ne yapıp edip ikna etmeyi başarıyor. Patron, “geç o zaman” diyor. “Hasan Usta’yı kaynak yaparken bütün gün izle”. Gözünü hem hayranlıkla hem de merakla ustanın elindeki işe dikiyor. Saatlerce izliyor. Aklına takılanları soruyor. Ertesi gün elinde kaynak tabancası ve maskeyle bölümün tezgahında başlıyor. O andan itibaren Derya artık bir kaynakçı. O kadar iyi yapıyor ki, patron da şaşkın.
Erkek işçilerin şaşkınlığı
Ve artık oranın sürekli elemanı. Ertesi gün erkenden firmaya geliyor. İş aletlerinin başından herkes kafasını kaldırıp gözünü ona dikiyor. Gidip iş tulumunu giyiyor. Gülümseyerek kaynak makinesinin yanına gidiyor. Erkek işçilerin inanamadığı bir durum bu. Aşırı bir “eril endüstri”de işbaşı yaptığının o da yeni farkına varıyor. Diğer bölümlerden gelip, “Nasıl olur, kadın kaynakçı Allah Allah” diye yüksek sesle konuşuyorlar. Aslında rahatsız oluyor ama buna aldırmama kararı alıyor. Çünkü tartışırsa işinden olacak. Genç kadın alışılmadık derecede kendini işe veriyor. Yeter ki ürünlerinde bir kusur bulmasınlar. Verilen her üretimi kusursuz teslim ediyor.
Gizli gizli bakanlar
Bu ilk işi sadece altı ay sürüyor. İşten çıkarılıyor. Yaşamındaki ikinci işinin de bir gazete ilanından buluyor. 30 kişinin çalıştığı bu atölye torna ve kaynak üzerine. Patron alamayacağını, söylüyor. Bu işyerine zaten senelerdir erkek çalıştırılmış. Derya çok ısrar ediyor. İşi çok iyi yaptığını söylüyor. Patron Derya’yı inceliyor. Hareketleri erkek gibi, konuşması da aynen öyle. Zaten acil kaynakçıya ihtiyaç var. “Peki, Hadi başla” diyor. Ertesi gün ve sonraki günler ise fabrikada bir hareketlenme oluyor. Diğer bölümlerden işçiler Derya’nın bantına geliyorlar, bakıp gidiyorlar. O ise istifini bozmadan üretiyor. Her gelenin ağzından şu söz dökülüyor; “Aa kadın”… Alenen bakanlar olduğu gibi kendisini gizli gizli izleyenleri de yakalıyor.
Direkteki “kaynakçı aranıyor” ilanı…
Buradan da bir şekilde ayrılıyor. Yine işsiz yine gözü sürekli ilanlarda. Bir gün alışverişten dönerken elektrik direğine yapıştırılmış bir ilan çıkıyor karşısına; “Kaynakçı aranıyor!” Bir Fransız firması. Hemen arayıp koşarak gidiyor ve şansı yaver gidiyor. Kabul ediyorlar başvurusunu. Şu an itibarıyla tam 12 yıldır burada kaynak işçisi olarak devam ediyor. Mevcut rolü halen değişmiş değil. Oradaki tek kadın kaynak emekçisi. Burada da, işyerine Fransa’dan misafir olarak gelen yabancıların ilgisini çekiyor. Ziyaretleri esnasında mutlaka atölyeye onu görmek için geliyorlarmış.
Havaya kep atma hayali
Orta öğretim öğrencisi olan oğlu da kaynakçı olmak istiyor… “Anne senin izinden yürüyeceğim” demiş Yağız. Onu son günlerde mutlu eden gelişmelerden biri… Kızı Feraye, liseyi bitirince bir şirketin paketleme bölümüne girmiş. İş, ev, çocuklar, kaynak… Sanmayın ki Derya’nın hayatında bunlar var. O kız kardeşi ile bir plan yapıp açık liseye yazıldı iki yıl önce. İki kadın da orada okuyor şimdi. Ukde kalan bir durum muydu; eğitim. okuyamamak? “Ukde değil, ben o zaman başaramadım şimdi başarmak üzere yola çıktım 41 yaşındaki kız kardeşimle birlikte” diyor. Ardından 47 yaşındaki işçi kadının kurduğu cümle ve söz ettiği o hayali son derece anlamlı; “Kız kardeşimle şu an okuduğumuz açık liseden mezun olup, havaya kep atmayı hayal ediyoruz!”. Başka hedefi var mı liseden sonra; “Hep avukat olmayı istemiştim, üniversiteye gireceğim. Hukuk kazanmak şu an hedefim. O kadar çok istiyorum ki bunu? Hukuk fakültesine girmek lise bitince hedefim”.
Derya için imkansız var mı sizce? Bence yok!