Tarımda çalıştırılan kız çocukları her açıdan savunmasız: Çocuk işçi Kezban’a ne oldu?

Bursa Karacabey'in çiftliklerinden birinde küçük bir kız çalışıyordu. Domates tarlasında fideleri ekiyor, otları temizliyordu. 15 yaşında yitip giden bu kızın dünyası nasıldı? Hayalleri var mıydı? Kezban'ı anlatanlar onun içine kapanık bir yapıya sahip olduğunu söylüyorlar. Karanlıktan korktuğunu... Bir de gezmeyi çok sevdiğini…
Paylaş:
Ayla Önder
Ayla Önder
onderayla@gmail.com

Bursa Karacabey’de mayıs ayının sonunda küçük bir işçi kızın kaybolmasıyla bölgedeki tarım işçilerinin içine bir kuşku düştü. Kezban’dı adı… Bursa’ya, bir domates çiftliğine mevsimlik işçi olarak gelen bir ailenin kızıydı. Çiftlikte herkes korku içindeydi. 15 yaşındaki Kezban’a ne olmuştu?

Ve 13 Haziran günü… Kimsenin duymak istemediği o haber yankılandı. Kayıp çocuğun Ulubat Gölü kıyısında cesedi bulunmuşu! Şırnak’ın Cizre ilçesinden Bursa’ya çalışmak için gelen aile kahır içindeydi.

Hemen sonrasında olay basına yansıdı. “Rutin” bir haberdi işte… Yaşamını yitiren ya da öldürülen bütün kadınların, kız çocuklarının ardından yazılan haberler gibi… Kezban Sakcak’ın cesedi Bursa Adli Tıp Kurumu’na götürülmüştü. Ölüm nedeni otopsiden sonra anlaşılacaktı.

Peki, kimdi bu küçük kız? Hayalleri nelerdi? Kısacık ömründe neler yaşamıştı? Hayattan ne bekliyordu? Ailesine ulaşmak zordu. Zaten o kadar acı içindeydiler ki, kızlarını konuşmak onları daha da kederlendirecekti. Fakat Kezban’ın akrabalarından bazıları görüşme talebimizi geri çevirmedi.    

Tarlalarda çalışan küçük kızlar

Karacabey’in Bakırköy Köyü’ndeki büyük domates tarlalarında, TAT firması için üretim yapılıyordu. Suriyeli Arap ve Güneydoğulu Kürt işçiler buraya uzak şehirlerden geliyordu. Şırnak’tan, Diyarbakır’dan, Mersin’den… Tarım işçisi kadınlar çocuklarını da işe getiriyordu.

Bu yılki tarım sezonunda daha fazla annenin çocuklarını yanlarında çalışmaya getirdiği gözlendi. Okul çağındaki kızların tarlalarda çalışmasına, çocuk işçiliğine artık alışılmıştı maalesef. Patronlar için bunlar zaten çok olağandı. Modern köleliğin kasvetli bir şekli yaşanıyordu Bakırköy’de!

Kezban’ın ilk tarım sezonuydu

Cizreli Sakcak ailesi, her yıl mayıs başında buraya göç ediyor ve çadırlara yerleşiyordu. Çok uzun senelerdir bu yolculuk yapılıyordu. Temel gereksinimlerini bile karşılamakta güçlük çektikleri bu çadırlarda ekmek ve yaşam mücadelesi veriyorlardı her yıl.

15 yaşındaki Kezban da Cizre’den bu yıl gelmişti. Bursa’daki ilk tarım sezonuydu. Cizre Vali Kamil Acun İlköğretim Okulu’ndan mezun olunca daha ötesini okuyamamıştı maalesef. Domates işinde çalışmak için ailesiyle birlikte yollara düşmüştü.

İşi kardeşlerinden öğrendi

Yerli ve göçmen tarım işçileri, günlerini tarlada ve çadırda geçiriyorlardı. Kadınların dayanıklılığı ve sıkı çalışma kapasiteleri daha çok göze çarpıyordu. Devasa bir çiftlikti. Domates ekimi, yetiştirilmesi ve hasadı için çalışan yaşıtları vardı Kezban’ın. Bu bölgenin fiziki ortamını beğenmiş miydi bilinmez. Ne var ki ailesini desteklemek zorundaydı. Hiç tarım deneyimi yoktu. Domatesi nasıl yetiştireceğini ona kardeşleri anlatmış, öğretmişti.

Çiftlikte çalışmanın bir başka zor yanı da, daha küçük çocuklara göz kulak olmak ve aynı zamanda çalışmayı sürdürmekti. Çünkü çocuklar tarım alanlarında her açıdan savunmasızdı. Sahada onların başına neler gelebileceğini kimse kestiremezdi.

Küçük yaştaki çocuklarını birilerine emanet etmekten korktukları için, çalışmayı bırakmak zorunda kalan kadınlar oluyordu çoğu zaman. Kezban’ın annesi Sefina da çalışmıyor, tarladan döneceklere akşam yemeği hazırlıyordu çadırda. Sayıları az olsa sorun yoktu ama çiftlikteki Cizreli ailelerde çocuk sayısı 8’den aşağı değildi. Kadınlar küçüklere bakmak için çalışamayınca işçi sayısını dengelemek için Kezban gibi çocuklar da işçilik yükünün altına giriyordu.

İlk geldiklerinde tarlaları kazmışlar, ekime hazırlamışlar, tohumları serpmişlerdi. Şimdi de fide olan domatesleri çapalıyorlar, suluyorlar, gübrelerle besliyorlardı. Bursa’ya ilk kez gelen Kezban, bütün bu işleri öğrenmişti. 

‘Hayalleri olamayacak kadar küçüktü’

Bu 15 yaşındaki kızın dünyası nasıldı? Hayalleri var mıydı? Kimse bu soruya cevap veremiyordu. Aldığımız tek acı cevap işe şu oldu: “Hayalleri olamayacak kadar küçüktü!”

Peki, ne olmuştu Kezban’a? Adli Tıp’taki otopsi ile neden öldüğü belli olana kadar kimse bir şey anlatmak istemiyordu. Yine de konuştukça Kezban’a dair yeni bilgiler ediniyorduk. İçine kapanıktı. Ama gezmeyi, yeni yerler tanımayı çok seviyordu. Özellikle Van’ı görmeyi çok istemişti. Çünkü bu şehirde halası ve teyzesi vardı. Bu isteği gerçekleşti küçük kızın. Bir akrabalarının kızının düğünü için bütün aile Van’a gidince bol bol gezdi, dolaştı istediği yerlerde.

Geceden ve karanlıktan korkardı

Cansız bedeninin bulunmasının ardından, iki fotoğrafı vardı Kezban’ın medyaya yansıyan. İkisinde de yüzünde hafif bir gülümseme… Özgüvenli, “Bu kız yaşama her koşulda sarılır” dedirten bir bakışa sahip. Fotoğraflarından edindiğimiz izlenim böyle olsa da, “Esasında, yalnız olarak bir yerlere gitmeyi istemezdi. Annesinin yanından çok fazla ayrılmazdı” diyor konuştuğumuz bir akrabası. Cizre’de kızların gece asla sokağa çıkmadığını anlatıyor.

Bazı korkuları da varmış Kezban’ın. Örneğin geceden, karanlıktan ürkermiş. Aynı akraba, “Burada tuvaletler çadırların biraz uzağında. Tuvalet de tabii yine çadır olarak konulmuş oraya. Kezban gece tuvalete tek gidemez, annesini de yanına alırdı” bilgisini paylaşıyor.

Bir baba, iki eş ve 13 çocuk

Kezban’ın babası Süleyman Sakcak 53, annesi Sefina ise 50 yaşındaydı. Baba, imam nikâhı kıydığı bir de kuma getirmişti eve. Sekiz çocuk da bu kumadan doğmuştu (Adını bilmediğimiz için kuma olarak ifade ediyoruz).

Cizre’deki iki katlı evlerinin alt katında Sefina ve beş çocuğu yaşıyordu. Üst kat ise kuma ve sekiz çocuğun kaldığı yerdi. 13 çocuk ne yer ne içerdi? 12 kardeşiyle oldukça kalabalık bir ailede yaşayan Kezban’ın hayattan ne gibi beklentileri olabilirdi? İki kadın ve çocuklar, nasıl koşullarda yaşamını sürdürüyordu? Çok fazla soruyu beraberinde getiren bir hikâyeydi bu. Ancak aileyle ilgili daha fazla ayrıntıya ulaşmak şimdilik mümkün görünmüyordu.

Bileğindeki sonsuzluk dövmesi

Kezban’ın fotoğrafında dikkatimizi çeken başka bir nokta ise bileğindeki o özel dövmeydi. Akrabasına sorunca, “Sonsuzluk işareti o” yanıtını vermişti. Bu dövme hem erkekler hem de kızlar arasında çok popülermiş. “Dövmeciye mi gidip yaptırdı?” diye soruyoruz. “Hayır” diyor, “Ben görmedim ama kendi çizmiş sanırım.”

Sonsuzluk dövmesinin çok anlamı var. Aynı zamanda herhangi bir kısıtlama veya yasak olmadan yaşama arzusunun bir tezahürü bu. Çünkü bu işaret, ilke olarak sınırların varlığının imkânsızlığını sembolize ediyor. Kendine güvenen insanların ilgi gösterdiği bir dövme olduğu söyleniyor.

Gençler kimi zaman hayata bakışlarını bir çizimle anlamlandırmak bazen de dikkat çekmek, fark edilmek için dövme yaptırırlar. Bizim onun ölümünden sonra o dövmeyi fark etmemiz çok iç acıtıcı.

Ne oldu peki bu çocuğa? Sonsuzluğu hayal eden bir insan kendine zarar verebilir mi ki? Kim, ne yapmış olabilir? Şimdi tüm soruların yanıt bulması, Kezban’ın şüpheli ölümünün aydınlatılması için otopsi ve soruşturma sonucu bekleniyor.

‘Kadınlar ölmemek için direniyor!’

Ayşegül İyidoğan

Feminist aktivist Ayşegül İyidoğan, kadın ve çocuk cinayetleri ile şüpheli ölümlerde yaşanan artışa dikkat çekiyor. Bu durum karşısında muhalefet partilerinin yeterince ses çıkarmadığını belirten İyidoğan, özellikle kadın vekillerin kadın katliamlarının önüne geçilmesi, şüpheli kadın ve çocuk ölümlerinin aydınlatılması için daha etkin şekilde mücadele etmesi gerektiğini vurguluyor.

İyidoğan’ın değerlendirmeleri şöyle:

“Çok üzgün ve öfkeliyim Kezban için. Bir kadın daha eksildik. AKP iktidarında cezasızlık politikaları sonucu kadın katliamları öyle çok arttı ki, her gün en az 3 kadın öldürülüyor. Kezban gibi şüpheli şekilde ölü bulunan kadınların, kız çocuklarının sayısı da artıyor. ‘Erkek yargı değil gerçek adalet istiyoruz’ diye haykırıyor kadınlar. Ölmemek için direniyorlar. Güçlerini haklılıklarından alıyorlar.

Diğer yandan erkek yargı, tecavüzcü katilleri serbest bırakıyor. Artık gerekçe belirtmeye de ihtiyaç duymuyorlar. Önceden yok iyi halli, pişman vs. diye gerekçelendiriyorlardı. Şimdi ona bile gerek görmüyorlar. Katilleri, tecavüzcüleri sokağa salıyorlar.

Yurttaşların büyük bölümü açlık sınırının altında yaşıyor. Özellikle Kürt aileler yaz aylarında çoluk çocuğunu alıp, kötü koşullarda, güvencesiz şekilde tarım işçiliği yapmak için başka şehirlere gitmek zorunda kalıyor. Birçoğu iş cinayetlerinde hayatlarını kaybediyor. İşçi kadınlar, hele de çocuk işçiler her türlü istismara, tehlikeye açıklar. Sendikasız, güvencesiz, ucuz işgücü olarak ağır bir sömürüye maruz bırakılıyorlar. Bir de Kürt olunca katmerli sömürü, katmerli istismarı beraberinde getiriyor. Katiller çok iyi biliyorlar ki erkek yargı kendilerini koruyup kollayacak. Kadınları, kız çocuklarını vahşice katledebiliyorlar.

Sadece kadın örgütlerinin, feministlerin isyanı, mücadelesi yeterli değil. Bugün Meclis’te grubu bulunan muhalefet partilerinin, özellikle kadın vekillerin, kadın katliamlarının önüne geçilmesi, şüpheli kadın ve çocuk ölümlerinin aydınlatılması için daha etkin mücadele etmeleri gerekiyor.”

Paylaş:

Benzer İçerikler

Geçen hafta başı, 30 yaşındaki Damla Aydın’ın sokağına bir sürü adam doluştuğunda saat öğleni geçmişti. Bir karanlık el gelip, su saatini söktü. Bir diğeri elektriğin kablolarıyla oynayıp, evi karanlıkta bıraktı! Artık 3 küçük çocuğa yemek yapacak tek bir bardak su dahi yoktu evde. Bu genç kadına “dönüşüm”ün hediyesi, susuzluk ve karanlık olmuştu.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!