Kamu emekçisi kadınlar: “Artık temel ihtiyaçların en temelini seçiyoruz”

İğneden ipliğe her şeye yağmur gibi zam yağarken memur maaşlarına yapılan ve lütufmuş gibi sunulan yüzde 30 zam neye yeter? Kamu emekçisi kadınlar, hiçbir şeye yetmeyeceğini söylüyor. Anlattıkları, Saray rejiminin ekonomide yarattığı yıkımın, kadınların yaşamlarını nasıl altüst ettiğini ortaya koyuyor.
Paylaş:
İpek Deniz
İpek Deniz
ipekkdeniz@gmail.com

Alım gücümüz hızla azalırken, hemen her gün her şeye gelirimizi eritecek şekilde zamlar yağarken ve artık herkesin ucuz-pahalı kavramlarının birbirine karıştığı bu dönemde, memurlar ocak ayı zammını dört gözle bekledi. Tabii ki yine şaşırtmadılar; önce “yüzde 25” dediler, sonra “hadi yüzde 5 de bizden olsun” der gibi oranı yüzde 30’a çıkardılar.

Bundan kısa süre önce de promosyon ihaleleri gündemdeydi ve bu ihaleler sendikalara açık yapılırken ikinci ihale ne yapıldı ne de herhangi bir açıklama getirildi. Sağlık Bakanlığı duruma el attı, gizli kapılar ardında Ziraat Bankası ile anlaşma yapıldı ve çat bir gün sonra anlaşılan miktar (3 bin 800 lira para puan olarak, 25 bin lira da nakit) hesaplara yatırıldı. Nasıl bir katakulliye getirildiğini kimse anlayamadı.

Memurların dilinde “Bakanlığın gözü cebimizde” cümleleri dönüp dururken, kısa bir süre önce de sağlık emekçilerine forma parası adı altında komik tutarlar yatırıldı. Teknisyene 38, hemşireye (forma, kep, terlik dâhil) 148, doktora 48 lira gibi çorap parası etmeyecek tutarlar ödenerek, çalışanların aklıyla dalga geçildi. Bu arada bu tutarlara rağmen forma rengi dayatması yapmaya devam eden idarecilerle dolu hastaneler.

Zamlar, eriyen maaşlar, liyakatsiz yöneticiler derken negatif bombardıman herkesi derinden etkiliyor. Yoksullaşmanın, alım gücündeki azalmanın kadınları ne denli derinden ve daha çok etkilediği ise tartışma götürmez bir gerçek. Kira krizleri, ev sahipleri ile yaşanan gerginlikler, ulaşım, faturalar, market fiyatları… Bu denli stres altında yaşamak çok zorlayıcı.

Dün bir hemşire arkadaşın eşyalarının ev sahibi tarafından dışarı atıldığı haberleri dolandı Twitter’da. Kiracısının kiralayıp sözleşme imzaladığı eve girme hakkını bulmuş kendinde; başka bir insanın özel alanına girme, eşyalarına dokunma hatta bunları atma hakkını, bu cüreti kim kendinde nasıl bulabiliyor? Hemşirenin “Ne yapayım, istifa edip köye mi gideyim?” cümleleri dolaşıyor sosyal medyada ve o ruh hali ile muhtemelen çalışmaya devam edecek.

Hemşirenin sokağa atılan eşyaları... Kaynak: Twitter

Ne kadar savunmasız, adaletsiz yaşadığımız, yüzde 30 zammın ne kiralarımızda artan oranları karşılamaya ne de başka ihtiyaçlarımıza yeteceği çok açık. Zammı sorduğumuz kamu emekçisi kadınların anlattıkları da bunu doğruluyor. Sağlık ve eğitim emekçisi kadınlar, durmadan artan hayat pahalılığının artık dayanılmaz hale geldiğini dile getiriyor.

Aslında direniyorum; mutfağıma giren yemekten kısarak, sosyal hayatımdan yani yaşamımdan kısarak yaşıyorum, bizi görmeyenlere direniyorum resmen.”

Derya

Ben hâlâ doğalgazı yakmadım

Derya (laborant): Ben hâlâ doğalgazı yakmadım desem? Evde giyindiğim çorap sayısını artırdım, kalın şeylerle geziyorum. Gerçekten kaç zamandır dışarı çıkmadığımı bilmiyorum, çıkınca da içimden sürekli ne kadar harcadığımın hesabını yaparken buluyorum kendimi. 12 yıllık kamu emekçisiyim ve çok zor koşullarda, nöbet usulü çalışıyorum. Çalışma hayatım zaten çok zorken, bu denli zihinsel yük nasıl taşınır?

Ev değiştirmek zorunda kaldım; çünkü susmayan, bana telefonda sürekli sesini yükselten ve ben “Yasa yüzde 25 diyor” dedikçe “Kim takar devleti” diyen ev sahibi ile uğraşmak dayanılmaz bir hal almıştı. İnsaflı, maddi durumu da kötü olmayan birine denk gelmem şansım oldu da, birilerinin insafına kaldık maalesef. Hastane asansöründe bir asistan hekimin ev sahibi “Ödeyemiyorsa çıksın” demiş ve biz hepimiz o anlatırken dinlemiştik. Sıranın bana geleceğini gerçekten düşünmemiştim. Ev ile ilgili sorun yaşamak çok ciddi sıkıntı, üstümüzde dolanan kara bulutlar da cabası.

Ben evde otururken duyduğum zam oranlarıyla şok üstüne şok yaşarken bizim zam oranları karşısında artık donup kalıyorum. Köyümüzde kadınlara “Okuyun da erkeklerin eline bakmayın” derlerdi hep, tek yaşıyorum, aslında direniyorum; mutfağıma giren yemekten kısarak, sosyal hayatımdan yani yaşamımdan kısarak yaşıyorum, bizi görmeyenlere direniyorum resmen.

Ev temizliği falan onlar da çok sıkıntı ama sanırım pek sevmediğimden en son dert edeceğim şey. Tabii temizlik, hijyen namına her türlü malzemenin eve girişi minimal durumda. Sağlık sorunlarımı hastanede çalıştığım için hallediyorum ama o kadar çok kadın arkadaşım beni arayıp yardım istiyor ki anlatamam. Çoğu mecburen özellere gidiyor ya da erteliyor. Kadınların en iyi bildiği şey, kendinden kısmak ve kendisiyle ilgili her sorunu ertelemek sanırım.

Sosyal hayatımız eve taşındı

Çiğdem (hemşire): 2020’ye kadar her yeni yıla, çok insani ihtiyaçlarımıza dahi yapılacak büyük zamları bilerek girdik. Her girdiğimiz yeni yılda bir ped, bir iç çamaşırı ya da meyve sebze alırken daha çok düşünür, daha çok hesap yapardık. Gittikçe hesap kitaplar arttı. Alınan çamaşırlar, meyveler, sebzeler azaldı. 2021’den sonra bu hesap kitap işi, “Alsam mı almasam mı” düşüncesi, bir kartopu gibi büyüyerek arttı. Artık meyve sebze almayı düşünmüyoruz, çünkü al(a)mıyoruz. Artık çamaşırlarımız eskidi/eskiyor, dönüşümlü giyecek iç-dış çamaşırlarımız azaldı, yenisini al(a)mıyoruz ve artık bunları düşünecek halde değiliz, çünkü artık ekmek alırken düşünüyoruz. Regl başlamış, ped alırken hatta dolmuş pedi değiştirirken bile düşünüyoruz.

Devam eden bir savaş ve gittikçe daha da derinleşen bir yoksulluk içerisinde açlığa terk edilişimizi düşünüyoruz. Sanki biz yaratmışız gibi bu durumun bedelini bize ödetmeye çalışıyorlar her hamleleri ile. Sosyal hayatımız eve taşındı zaten. Dışarıda çıkıp bir şeyler yemek içmek artık ciddi şekilde lüks halini aldı. Elbette ya bir yol bulacak ya da bir yol açacağız ya da açlıktan öleceğiz.

“Artık daha fazla bulaşık yıkıyor, daha fazla yemek yapıyorum ve bunu normalleştirmiş durumdayım. Yaşam kalitemin bu denli düşmesi, beni aslında çok sevdiğim İstanbul’dan zorunlu göçe sürüklüyor.”

Pınar

İstanbul’dan göçe zorlanıyorum

Pınar (öğretmen): 11 yıllık öğretmenim ve içinden geçtiğimiz ekonomik krizden en çok etkilenenler arasına bir öğretmen olarak ben de girdim. Mesleğe ilk başladığımda, maaşımın diğer meslek grupları arasında ve asgari ücretle kıyaslandığında kulağa iyi bir ücret olarak geldiğini anımsıyorum; anımsıyorum diyorum, çünkü şu an yaşadığım sıkıntılar o günleri bana hayal meyal hatırlatıyor. O günlerde asgari ücret için insanların ekonomik kaygılarını içselleştirir, öyle eylemlere giderdim; çünkü bu gidişle sıranın bana geleceği de çok belliydi. Ki geldi de… Şu an paranın gün geçtikçe eridiği bu dönemde bir öğretmen olarak 10 bin lira ile geçinmeye çalışıyorum.

Krizlerin getirdiği tüm sıkıntıları ben de iliklerime kadar yaşıyorum; ev sahiplerinin fırsatçılıkta kendilerini aştığı bu dönemde beş kedimle İstanbul’da bir artı bir evde yaşıyorum. Bu sene ev sahibim kirama yüzde 300 zam yaptı ve sözleşme yapmadı. Bunun yanında kedi mamaları, kumları yüzde 200 zamlandı. Kendimle birlikte kedilerime de bakmak zorundayım ve her ay eksiye düşerek öbür ayı bekliyorum.

Yalnız yaşayan bir kadın olarak eskiden dışarda vakit geçirirken şimdi ev içi görünmez emeğim çokça arttı. Bir erkek kadar rahat yaşayamadığım açık; bu da toplumun bana yüklediği rollerin tekrar tetiklenmesine sebep oldu. Artık daha fazla bulaşık yıkıyor, daha fazla yemek yapıyorum ve bunu normalleştirmiş durumdayım. Yaşam kalitemin bu denli düşmesi de beni aslında çok sevdiğim İstanbul’dan zorunlu göçe sürüklüyor.

Şimdinin ise kötünün iyisi olduğunun farkında olarak daha da dikkatli yaşamaya çalışıp anı kaçırıyorum. Benimle birlikte milyonlarca insan bu durumda ve artık sokakta yürürken çöp karıştırıp yiyecek toplayan insanlara sürekli denk gelmek ruh sağlığımızı da olumsuz etkiliyor. Maaşım asgari ücretle neredeyse eşitlenmiş durumdayken bile başkaları için daha çok üzülmeye devam ediyorum, çünkü benden daha kötü durumda olan o kadar çok insan var ki… Her şeye rağmen umudumu korumaya çalışıyorum ve bugünleri bir deneyim olarak cebime atacağım günleri sabırsızlıkla bekliyorum.

Fotoğraf: SES

Yüzde 30 neye yetecek?

Zeliha (hemşire): Çocuğun giyim masrafları, kitapları, oyuncağı, maması, bezi, ıslak mendili, takviye edici ek gıdaları, doktor kontrolleri, ilaçları, ücretli aşıları… Tek bir çocuk için söylüyorum. Bu şartlarda zaten ne kendim için bir şey alabiliyorum ne de eşim kendisi için bir şey alabiliyor, sürekli erteliyoruz ve öylece alınmadan kalıyor. Çünkü hep bir masraf çıkıyor, yetmiyor, yetişmiyor. Zaten bir evi geçindirmek; pazar-market alışverişi, faturası, ev kirası, bakıcısı derken bir kişinin maaşı bitmiş oluyor. Bir maaşı da çocuğun ihtiyaçları için ayırıyoruz, arabayla her gün onu bakıcıya bırakıyoruz, arabanın benzinine de aylık bin 500 lira gidiyor.

Kuaföre gitmiyorum, ekstra masraf olmasın diye kıyafet almıyorum, ayakkabı almıyorum, dışarıda yemek yemiyorum, bir kahve içmeye bile gitmiyorum. Bazen eksiye düşmüş oluyorum. Sabah işe giderken artık simit alamıyorum, bugün de almayayım diyorum ama aslında kendimce tasarruf yapmaya çalışırken buluyorum kendimi. Evden ekmek arası ile idare ediyorum. Kendime parfüm almıyorum mesela, hep erteliyorum, ya param yetmezse ay sonuna kadar? Para biriktiremiyorum, çocuğum için de biriktiremiyorum, sadece ayı eksiye düşmeden kurtarmaya çalışıyorum. Bu şartlarda yüzde 30 zam neye yetecek?

“Kadınlar için, iş güvencesinin dahi ortadan kalktığı koşullarda yaşam tek başına sürdürülebilir olmaktan uzaklaşıyor. Bu koşullarda kadınların zorunlu olarak evliliği seçmeleri ya da ailelerinin yanına taşınmaları, kendileri için seçtikleri yaşam biçimini ve dünyalarını altüst ediyor.”

Emel

Biz kadınlar birbirimize tutunacağız

Emel (öğretmen): Kadın olarak yaşamımızı devam ettirmenin gitgide zorlaştığını, ağırlaşan ekonomik koşullardan geçtiğimiz şu dönemde fazlasıyla hissediyoruz. Uzun zamandır kişisel ihtiyaçlarımızı dahi artan pahalılık ve düşen alım gücümüz nedeniyle temin edemez hale geldik. Örneğin bir kazak ya da pantolon alacağımızda kılı kırk yarmamız gerekiyor. Temel ihtiyaçlarımızı öncelemek zorunda kalıp, eski giysilere üniforma misali talim ediyoruz. Hâlbuki giyim de temel ihtiyaç. Biz artık temel ihtiyaçlardan en temelini seçmek zorundayız bugünkü alım gücümüzle.

Kadın olarak gereksindiğimiz hijyen ürünleri ve tıbbi ihtiyaçlarımıza da ulaşmanın zorlaştığını bütün kadınlar onaylayacaktır. Artan pahalılık, ücretsiz temin edebilmemiz gereken ped ve tıbbi ihtiyaçlara ulaşmamızı da zorlaştırıyor. Çünkü artık öncelikle hayatta kalma çabası öne çıkıyor. Hele çocuklu bir kadınsanız, kendi ihtiyaçlarınızın da önüne çocuğunuzun ihtiyaçlarını koymak ve sınırlı bütçenizi ona göre organize etmek zorundasınız.

Tüketmek, kullanmak zorunda olduğumuz her şey yüzde 300’lere varan zamlar almışken, çalışan bir kadın olarak yaşamımızı sürekli bir borçlanma ile sürdürmek güvensizlik yaratıyor. Kadınlar için, çalışma yaşamında iş güvencesinin dahi ortadan kalktığı koşullarda yaşam tek başına sürdürülebilir olmaktan uzaklaşıyor. Bu koşullarda kadınların zorunlu olarak evliliği seçmeleri ya da ailelerinin yanına taşınmaları, kendileri için seçtikleri yaşam biçimini ve dünyalarını altüst ediyor. Birçok kadın anlaşamadığı ve hatta şiddet gördüğü erkekten ayrılmaya cesaret dahi edemiyor. Kadına yönelik cinsiyetçi politikalar bir yandan, bir insanın yaşama maliyeti diğer yandan kadını abluka altına almış durumda. Çalışma yaşamı ve ekonomik koşullar, hükümetin gerici politikalarıyla desteklenerek kadın düşmanı bir dünya yaratmaktadır.

Bu koşullarda biz kadınlar yine birbirimizin varlığından destek alarak, “asla yalnız yürümediğimizi” bilerek dayanışma içinde direnmeye devam edeceğiz.

Ana görsel: Gazete Yenigün

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!