Kayınvalidesinden öğrendiği zanaatı meslek edindi: Hem bir kültürü yaşatıyor hem de hayatını kazanıyor!

Otuz yıl İstanbul Ümraniye’de yaşadıktan sonra pandemide eşiyle birlikte Şile’deki köyüne dönen Nurcan Alkan, geçmişte kayınvalidesinden öğrendiği, bu ilçeye özgü zanaatı meslek edindi. Son beş yıldır gündüzleri şile bezi dokuyan Alkan, geceleri de dokuduğu bezlerden birbirinden güzel giysiler dikerek hayatını kazanıyor…
Paylaş:
Gülay Fırat
Gülay Fırat
glyfirat@gmail.com

Sıradışı kadın emekçilerden biri Nurcan Alkan. Eşiyle birlikte şile bezi dokuyor; “Şile bezi dokumak, hem sabır hem de dikkat işi ve ben çok seviyorum” diyor. Nurcan Alkan, gençliğinde kayınvalidesinden öğrendiği zanaatı şimdilerde meslek edinerek hem Osmanlı’dan günümüze ulaşan kültürel mirasa hem de ev ekonomisine sahip çıkıyor.

Onunla, güzeller güzeli İstanbul’un belki de en yeşil ilçelerinden biri olan Şile’nin İmrenli köyünde bir tesadüf sonucu tanıştım. Nurcan Hanımın evinin bitişiğindeki kayınvalidesinden kalma atölyede şile bezi dokuduğunu öğrenince de onunla röportaj yapmak kaçınılmaz oldu…

“40’ımda çalışmaya başladım”

Nurcan Alkan, ellili yaşların ortalarında neşeli, hareketli, güleç yüzlü bir kadın ve çalışmayı, üretmeyi çok seviyor. Kayınvalidesinin dokuma tezgâhlarında harıl harıl çalışıyor. İlginç olansa, çalışma hayatına aslında geç sayılacak bir yaşta başlamış olması, şöyle anlatıyor, “İstanbul’un Şuayipli köyünde doğdum, evlenene kadar köyümde yaşadım. 1990’da yirmi bir yaşında evlenip İmrenli’ye gelin geldim. Eşimin işi sebebiyle hiç köyde kalmadık, İstanbul Ümraniye’ye yerleştik. Otuz sene orada yaşadık. İki çocuğumuz oldu, büyüdüler… Şimdi bir de torunum var. Ben ev hanımıydım, çalışmıyordum. Profesyonel çalışma hayatına atılmam kızımın üniversiteye gitmesiyle oldu. Torna tesviye işi yapan eşimin kazancı tek başına evimizi idare etmeye yetmeyince, kırk yaşımdan sonra aşçı olarak çalışmaya başladım…”

“Çocukluğumdan beri elim boş kalmaz”

İleri yaşlarda iş bulmanın zor olduğu söylenir. Bunun da türlü sebepleri olduğu ileri sürülür. Fiziksel aktivitede ağırlaşmak, genç yöneticilerle kafaca uyuşmamak vs, vs… Sebep aradıktan sonra listeyi uzatmak mümkün. Fakat hiçbiri Nurcan Hanımı çalışma hayatından kaçıracak kadar büyük dertler olmamış… Bir şekilde üstesinden hepsinin gelmiş…

“Kırk yaşımda çalışmaya başladım ama bu bana zor gelmedi. Çünkü insanlarla iletişimi seviyorum, sosyal olmaktan memnunum. Bu yüzden iş hayatı beni olumsuz manada etkilemedi. Bence ileri yaşta çalışmanın tek zor yanı olsa olsa uyumdur! O da kendinden küçük bir kimse seni yönetmeye çalıştığında yaşanabilir ama ben olumlu ve anlayışlı bir insanım, bunlar benim için sorun olmadı. Beş yıl aşçılık yaptım, akabinde beş sene de servis elemanı olarak çalıştım. Bu sürede primlerim de ödenmeye başladı. Ama şartları tam sağlayamadığım için henüz emekli maaşım bağlanmadı. Düzenli bir işte çalışmak beni zorlamadı çünkü ben zaten evde de boş duran biri değildim. Geçmişte, köylerde bahçelerde, tarlada çalıştım. Çocukluğumdan beri elim boş kalmaz; şile bezi işledim, örgü ördüm ve daha pek çok şey, yani yazsam roman olur. Hep eve destek olmaya çalıştım. Sadece profesyonel olarak 40 yaşından sonra düzenli bir işe başladım. On yıl çalıştım.”

“Pandemide köye döndük”

Dünyanın pandemi belasıyla kıyasıya mücadele ettiği dönemlerde, kalabalık şehirlerden doğaya kaçabilen şanslı ailelerden biri de onlar olmuş. İstanbul Ümraniye’de geçen otuz yıldan sonra tası tarağı toplayıp eşinin köyüne dönmüşler. Nurcan Alkan ayrıntıları şöyle anlatıyor; “Şile bezi dokuma tezgâhlarımız kayınvalidemden kaldı, kendisi uzun yıllar bu bezi dokudu. Atölye de evimiz de ona ait, ona da atalarından kalma. Benim bildiğim bu tezgâhlar 80’li yıllardan beri buradalar. Belki daha da eskidirler, bilemiyorum. Eskiden fırsat buldukça köye gelip kayınvalideme yardımcı olurdum. Şile bezi dokununca yıkanması gerekir, ona yardım ederdim. Bu sayede işi ondan öğrenmiştim. Kovid zamanı, eşim 2020’de köye döndü. Bana, ‘Boş duramayacağım,’ dedi ve tezgâhları faaliyete geçirdi. İş kurdu. Bense o sıralar servis elemanı olarak Ümraniye’de çalışıyordum. İşi hemen bırakamadım. Bir yıl sonra patronuma, eşimin köye dönüp şile bezi tezgâhlarını kullanıma açacağını, iş kurduğunu söyledim. Konuşarak güzelce ayrıldım. Geri dönmemek üzere köye eşimin yanına geldim, Ümraniye’deki evimizi tamamen kapattık.”

“Bir ayağımız hep köydeydi…”

İstanbul’un kalabalık ilçelerinden Ümraniye’de geçen yılların ardından sessiz, sakin ve doğal bir köye dönmek, nedense bana radikal bir karar gibi geliyor. Zira Şile’nin sahil köylerinden İmrenli’de bildiğim kadarıyla değil bir market, bakkal bile yok. İnsan sayısı da az. Kulağa hoş gelse bile, İstanbul’un sessiz bir köşesine çekilmek, insana bir adaptasyon sorunu yaşatır mı diye merak edip soruyorum, gülerek yanıt veriyor; “Hayır. Evlenince Ümraniye’ye taşındık ama bir ayağımız hep köydeydi. Hiçbir zaman memleketimizden ayağımızı kesmedik. İşimizi de kurunca, iyice rahatladık. İstanbul’u aramıyorum. Burada eşimle birlikte yaşamak, çalışmak güzel. Kışları hiç kimse kalmıyor. Şehrin kalabalığına özlemimiz yok, sadece işimiz olunca Şile’ye gidiyoruz.”

“Günde sekiz saat dokuyoruz”

Nurcan Hanımın konuşmalarından anlıyorum ki, insan kendi işinin başına geçince yorulmak nedir bilmiyor, üstelik daha bir mutlu oluyor. Zira hem çok hareketli hem de işini anlatırken yüzünde hep bir tebessüm beliriyor; “Kendi işimizi yaparken de başka bir iş yerinde çalışır gibi, aynı ciddiyetle çalışıyoruz. İpleri ham alıyoruz, sonra çözgüyü hazırlıyoruz. Çok sabır işi, herkesin yapabileceği kolay bir iş değil. Ben çok keyif alıyorum yaparken. Şu an üç tezgâhımız var. Üçü de çalışıyor. Bir tezgâh, arıza vermediği sürece günde 30-40 metre bez dokuyor. Üretim tamamen kişinin çalışmasına bağlı, 4 saat çalışırsanız az verim alırsınız ama 8 saat çalışırsanız tam verim alırsınız. Üretim yapmak güzel, iş keyifli. Üstüne siparişler de alıyoruz.

Geceleri de dikiş makinasının başında

Çalışkanlığıyla imrendiren Nurcan Alkan, gündüzleri eşiyle uzun süren dokuma mesaisini geceleri terzilikle taçlandırıyor. Dokuma atölyesinden çıkıp evindeki dikiş odasına geçen Nurcan Hanım, burada yine eski bir dikiş makinasının başına oturuyor. Alkan şöyle diyor, “Geçen kıştan beri ayrıca dikime başladım. Severek yapıyorum. Dün akşam mesela kalıp çıkardım. Bazen aklıma bir şey geliyor, ertesi gün onu dikiyorum. Takımlar, bluzlar, etekler. Gençliğimde dikiş kursuna gitmemim faydası işte, bir etek bir bluzu bir günde dikebiliyorum. Gündüz çok çalışınca akşamları da dikiş dikerek işe devam ettiğimde, eşim bana ‘Giysi dikme, uğraşma, dinlen artık’ diyor ama ben halimden memnunum. Çünkü üretim yapmak, bir işle uğraşmak bana iyi geliyor. Hem bazen diktiklerimi kendim de giyiyorum. Eşimin emekliliği var. Her şeye rağmen sadece bu işi yaparak evi geçindiremesek de ‘Allah bereket versin’ diyoruz.”

“Festivallerde ilgi gösteriyorlar”

Kimyasal madde içermeyen, el tezgâhlarında tamamen pamuktan üretilen ve üretim aşaması tamamen Şile’ye özgü olan şile bezi, rahat, hafif ve sağlıklı bir dokuma olarak biliniyor. Bu özellikleri sebebiyle de meraklısı çok. Nurcan Alkan, “Katıldığımız festivallerde, İstanbul’un içinden veya Türkiye’nin farklı yerlerinden gelenlerin şile bezine ilgisini görmek çok hoşumuza gidiyor. Onlara şile bezinden yaptığım örtüleri, kıyafetleri gösteriyorum, bu bezin özelliklerini ve kullanım alanlarını anlatıyorum.  Kıyafetleri de çok beğeniyorlar. Festivallerden insanlarla tanışmak onlara kültürümüzü aktarmak beni ayrıca memnun ediyor” diyor.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Canan Arıcı, yakınlarının “İnsanları giydiriyorsun, bizim karavanı da giydir” teklifine kadar saray nakışı eğitmeniydi. Hatır için başladığı karavan güneşliği üretimine gelen talepler üzerine devam eden Arıcı, “İnsan gibi karavandan da ölçü aldım” diyor.  Böylece o kadın terzilere de yeni bir hizmet kolunun kapısını aralamış…
Yaşamı boyunca işçilik yapan 80’ine merdiven dayamış Hatice Hanım “Başımda bir ot kaldı bitmedik, o kadar çok çalıştım,” diyor.  Bolu’da SİT alanında bulunan ahşap evde yılların yorgunluğunu taşıyan bir işçi kadın yaşıyor.
Vildan teyze, keçi çobanı, dokumacı, zeytin toplayıcısı, peynir imalatçısı, terzi, inşaat ustası, çiftçi ve yazmakla bitmeyecek pek çok konuda bilirkişi. Yapabildiği her şeyi kendi kendine öğrenmiş. 80 yaşında ve her işini kendi yapıyor.
Emekli olurken hayalleri vardı. Evinin kredisini bitirecek, kreş açacaktı. İkinci hayatını yaşayacak, gezecekti. Ama öyle olmadı. Aldığı para evinin borcuna yetmedi, oğlunu okutmak zorundaydı. Bu kez güvencesiz, geçici işlerde çalışmaya başladı. 23 sene çalıştığı adliyelerde o kadar koşturmaca içindeydi ki, menopoz olduğunu bile anlamadı.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!