Muğla’da Akbelen Ormanı’nı korumak için mücadele eden, ancak ormanlarının büyük bir bölümünü kaybeden İkizköylülerin doğaya bağlılıkları şimdi daha çok büyüdü. Geçen yıl yaz ortasında yaşanan olayların travmasını tam atlatabilmiş değiller. Bir yıl önce köyde hava o kadar gergindi ki… Jandarma karşı çıkanları darp etti. Köyün kadınları geri durmadı. Ağaçlarına sarılıp “kesemezsiniz” çığlıkları attılar. Aslında çok daha önceden maden şirketi bu köye göz dikmişti. İkizköy halkı, daha da eskiden, 2019’dan beri doğalarına yönelik çirkin planları bozmaya çabalıyordu esasında. Hukuk savaşını o dönemler başlatmışlardı. Yıllarca süren mahkemeler açgözlü Limak’ı durduramadı. Yöre sakinlerinin yeşili, toprağı ve suyu korumak için harcadıkları o inanılmaz çaba sonuç vermedi. Gözyaşları ve bağırışlar arasında ağaçlar tek tek devrildi!
‘Topraklarınızı bize satın’
Ormanın büyük bir kısmının kaybına rağmen halk umudunu yitirmedi. Ne var ki doğaya düşmanlık içeren planların biri gitti diğeri geldi. Şirket bu kez köylülerin kapısına dayandı. “Arazilerinizi satın, yoksa seneye değeri çok fazla düşecek” dediler. Tamamen uydurmaydı bu söyledikleri, kandıramadılar! Çoğu bu teklifi geri çevirdi. Madencilik şirketinin kalan toprakları satın alma yönündeki baskısı da fayda etmemişti. Yeşil alanlarını madencilik faaliyetlerine karşı savunan köy sakinlerin çektiği acıya birçok bölgede sıklıkla tanık oluyoruz. İkizköy ahalisi her şeye rağmen topraklarına giren şirketleri reddetme konusunda giderek daha emin hale geldiler. Ve bir “nöbet” başlattılar. Nöbetteki isimlerden biri İlkay. Onunla konuşuyoruz.
‘Toprağımızdan vazgeçmeyeceğiz’
Ağaçların birçoğunu kaybettiklerini, geride kalanları koruduklarını, bunun için ne varsa yaptıklarını anlatıyor. “Biz kararlıyız, toprağımızdan vazgeçmeyeceğiz” ifadesiyle sözlerine başlıyor İlkay. Şu sözleriyle geçen yılki doğa katliamından söz ediyor; “Bütün ormanımıza saldırdılar. Tavşanlarımız, tilkilerimiz, domuzlarımız yok oldu. Kahroldum”. Bütün canlılardan çocuğu gibi bahsediyor. İlkay 40 yaşında. Nineleri de, dedeleri de hep o köyden. Ben onu bir gün önce aradığımda eşiyle birlikte zeytin toplamaktan yeni gelmişti. Çok yorgundu, konuşamamıştık. Ertesi gün konuşma fırsatı bulduğumuzda ilk önce zeytinlerine getiriyor konuyu. “Daha önce maden şirketi zeytinliklerimizin dibinde dinamit patlattı. Onların tozu ağaçlara yapıştı, çok fazla zarar verdi, verim düştü. Geçen sene beş çuval zeytin topluyorduk. Bu sene iki çuval bile hasat olmuyor.”
‘Sanki benim başım kesilmiş gibi!’
İlkay doğayı tanımlıyor, daha sormadan. “Bu ağaçları atamızın da atası ekmiş. Onlar benim için dünyalara bedel. Kaç yaşına kadar yaşarlar biliyor musun? Nineye de toruna da yetiyorlar. Yeni nesil bilmiyor, bizim ekmeğimiz, her şeyimiz zeytinden. Sevgimiz çok büyük. Geçim kaynağımız, yemeğimiz, ekmeğimiz. Burada her yer zeytin. Sadece zeytini değil çamlarımızı da yok ettiler. Burada bütün ağaçlar benim için bir canlı gibi. Ağaca testere vurdular mı sanki benim başım kesilmiş gibi oluyorum. Ellerimi, ayaklarımı koparmışlar gibiydi sanki. Ağaçların çoğunu yerle bir ettiler. Orada sanki benim yavrularım kalmış gibi ağladım. Bunların derdi ne? Zeytine, çama niye göz dikiyorlar?”
‘Kurtlarımız, domuzlarımız nereye kaçtı bilmiyoruz’
Önce dozerlerle, testerelerle geldiklerinde yalan söylemişler. Halkı başka bir amaç için geldiklerine inandırmaya çabalamışlar. Anlatıyor; “İnsanlar sorunca ‘çamların kuruyan yerlerini keseceğiz’ demişler. Yalan olduğunu anladık. Deniz Gümüşel diye bir kadın var. Sağ olsun, var olsun o köylülere öncülük yaptı. Gözaltına aldılar. Toprağını, suyunu, havasını korumak isteyenler suçlu mu? Ormanımızı kesmeyin diye bağıran, onu koruyan eziyet görür mü? Görüyor işte. Dövdüler de, sövdüler de. Mari mi ne onu söylediler. Biz öyleymişiz. (Marjinal) Gözü neden doymuyor bunların. Oraya bir sürü hayvan sığınmıştı. Sansarlarımız, kurtlarımız, domuzlarımız nereye kaçtı gitti bilmiyoruz. Belki de yuvalarına kestikleri ağaçlar düştü, öldüler”.
Köyde kız çocuğu olmak
İlkay’ın ailesi Akbelen’in Işıkdere köyünden. Doğup büyüdüğü yer de orası. Zeytincilik ve hayvancılıkla geçinen insanların yaşadığı Işıkdere’deki yaşama getiriyor konuyu. Dört kardeşler, ailelerde herkesin işi bağ-bahçe, zeytin hasadı, hayvan bakımı. Geçim şartları ağır. O nedenle küçücük kız çocukları köylerde hep işçi olur. O da öyle. Eğitim falan hak getire tabii. Üzülüyor okutulmadığı için. O günlere geri dönerek şu paylaşımı yapıyor; “Küçüklüğüm çalışarak geçti. Mecbur diye ilkokula gönderdiler. Ortaokula, liseye heves etsem de gidemedim. ‘Kız okumaz’ dediler. Buralarda o zamanlar liseye gönderilen kız çok çok nadirdi. Oyunda değil tarlalarda koşturduk”. Evliliğini yine Işıkdere’den biri ile yapmış. İki kız çocuğu var İlkay’ın. Biri liseye diğeri ilkokula gidiyor.
Hayvan otlakları dikenli telle sarılıyor
Köyde ormanın talan edilmesi hayvancılığa da büyük darbe indirmiş, dinliyoruz; “Hayatımızda inekler ve koyunlar da vardı. Çok önemli bizim için. Zaten onlar olmasa ayakta kalamayız ki. Ama kömür meselesi yüzünden herkes koyununu, keçisini kesti, çoğu sattı. Biz onları çok severiz, ağlayarak kestik. Çünkü onları otlatacak alan kalmadı”. Otlaklara ne oldu? Yanıtlıyor; “Bunlar canlarımızı beslediğimiz çayır alana da dikenli tel çekti. ‘Buraya girmeyin, biz satın aldık, kömür çıkaracağız” dediler. Böylece hayvancılık mahvoldu. Besleyen köylüler perişan oldu. Zaten otlatsak da o ayrı sorundu, zararlı çünkü. Kömür tozları havadan gelip çayıra yapıştı. Hayvan zaten onu yese hasta oluyor”.
Çayırlar kömür tozu içinde
Limak şirketi yüzünden artık hayat çok zor burada. Bu köyde linyit tozunu soluyup ciğerleri zarar görüp hastalananlar var! Ölenler de oldu. Aynı sorundan ağzı var dili yok hayvanlar da etkilendi. Çayırlar kömür tozu içinde. Günlük rutinin olmazsa olmazı ineğin, keçinin en doğal besini linyit kaynaklı olarak zehirli. Daha da kötüsü var mı, evet! Cevap İlkay’dan geliyor; “Sevgimizle beslediğimiz canlarımız çok fena oldu. İneği sakat buzağı doğuranlar var. Hamile koyunlarımız düşük yaptı. Minicik kuzular hasta doğdu. Muhtarımızın buzağısı öldü.” Bir hayvansever olarak anlattıkları karşısında şaşkınım. “Bu nasıl olur” diyeceğimiz çok şey var o coğrafyada. Ama en şaşırtanı, ağaçların her meselesinden sorumlu Orman Genel Müdürlüğü’nün ‘kesin’ diye devasa ormanı satması!
Kadınlar direndi
Ağlamaklı konuşuyor; “Aynı insan ölmüş gibi kesilen ağaca ağıt yaktım. Kuşumuz, kurdumuz tilkimiz vardı. Önümüzde zıplayan tavşanlarımız hani şimdi nerde? Çoğu öldü, kurtulabilenler dağlara kaçtı. Kaplumbağalarımız canından oldu. En fenası iki akarsuyumuz vardı. İnekler su içerdi, biz tarla sulardık. Kömüre onlar da dayanamadı kurudular!” Çok anlamlı bir deyim o; “Vahşi madencilik” doğada hiçbir canlıya aman vermiyor bu anlayış! Tabii sadece ağıt değil kadınlar tepki de gösteriyor, eylem de yapıyorlar. Gözyaşları aksa da direndiler, ormanlarının önünde pankartlarıyla oturdular. Köylü kadınların öncü olduğu bu hareket tüm Muğla’da dikkat çekti. Ekmeklerinin, sularının üzerinden enerji üretmek tabiatı bitirmekti. İlkay ve komşuları suyun, havanın, toprağın paradan daha önemli olduğunu defalarca dile getirdiler protesto eylemlerinde.
Halk işgalcilikle suçlandı ve dava açıldı
İkizköy’de inanılmaz olaylar olmuş yine İlkay aktarıyor bize. “Sanki dualarımız kabul oldu. Koca ormanı yok ettiler. Kazdılar, kazdılar büyük bir çukur açtılar ama para için kıyameti kopardıkları kömür o ormandan çıkmadı! Daha doğrusu çok azmış. Hep çakıl taşı doluymuş orası. İşçilerini, aletlerini alıp gittiler! Bütün İkizköy bayram etti. Hepimizin yüzü güldü. Ama biz yine de güvenmedik. Şirket kalan ormanlarımızı keser, bitirir diye kuşku duyduk. Bir çadır kurduk ve 24 saat sırayla orada nöbet tutmaya başladık. Ama sonra bir şey daha yaptı Limak. Hepimizi mahkemeye verdi. Satın aldığı ormanı işgal etmişiz!”
Köylülerin yüzü güldü
“Trajikomik” dava 12 Kasım Salı günü Milas 4’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Nöbet alanındaki çadır için “ormana tecavüz ettiler” suçlamasıyla açılan dava son 50 yılın en ilginç çevre davası! Limak 760 dönüm ormanı kesiyor ses çıkmıyor ama küçücük alanda ormanlarını korumak için nöbet tutan köylüler ve muhtarları Necla Işık, nöbet alanını hiç terk etmeyen Ahmet Tatar işgalcilikle suçlanıyor. Hakimin kararına gelince orası sürpriz! Limak’ın doğa ve yaşam savunucularına karşı açtığı “Ormanlık alanı işgal ve faydalanma” davası geçen hafta beraatle sonuçlandı!
Hayatında ilk defa mahkeme gören İlkay’ın kuşkuları tamamen sone ermese de şimdi gülümsüyor. Ağaçları, kaplumbağaları, tilkileri bir daha geri gelmese de davayı kazanmanın verdiği o mutluluğu yaşıyor. Cesareti hep daha da yükselerek yolunda devam edecek İlkay…
Ana Fotoğraf: Mert Can Bükülmez