Memleket seçim ortamına iyiden iyiye girdi. İşçiler, kadınlar, Kürtler, LGBTİ+’lar dâhil birçok kesimin kriminalize edilip, siyasi arenanın dışına itildiği baskıcı rejim koşullarında “seçimler” önem kazanıyor elbette. Herkes her alandan bastırdıkça, teşhir politikaları yaygınlaştırıldıkça, neoliberal İslamcı patriyarkların ve onu destekleyenlerin pislikleri bir bir ortaya dökülüyor; rejimin işçi ve kadın düşmanı karakteri iyice belirgin hale geliyor.
Birkaç gün önce BirGün gazetesinde AKP’nin seçim vaatlerinin, onların söylemlerine de atfen bir hayal olarak kaldığını, gerçekleştirilmediğini anlatan bir manşet yer alıyordu. Ne vadetmişler, neyi yerine getirmemişler, şu anda o konudaki gerçekler neler? Bence hafıza tazeleme açısından iyi bir karşılaştırmaydı.
Bir karşılaştırma da kadınların işgücüne ve istihdama katılımı alanında yapılmıştı. AKP, 2018’de kadınların işgücüne katılım oranını yüzde 41’e yükselteceğini söylemişti. TÜİK istatistiklerine göre bile şu anda bu oran yüzde 31,7 civarında. 2019 yılında yine TÜİK verilerine göre bu oran yüzde 34,4 civarındaymış. AKP hükümetleri döneminde kadınların işgücüne katılımında yıllar içinde artış bir yana, düşüş yaşandığı görülüyor. Son dönemlerde ise kadın işgücünde, kadın istihdamında ciddi bir düşüş yaşanırken, kadın işsizliği de tavan yapmış durumda. Bunun elbette 2018 öncesi ve sonrasında uygulanan AKP’nin kadın istihdamı politikalarıyla bir bağlantısı var.
Hatırlayalım, AKP’nin kadın istihdam politikası ilk yıllardan itibaren iki temel üzerine oturuyordu: Mikro kredi uygulamalarıyla kadınları iş sahibi yapmak, sert diye tanımlanan işgücü piyasalarını esneterek daha fazla kadını istihdam etmek. AB destekli hibe programlarına dayalı olarak KOSGEB aracılığıyla hayata geçirilmeye çalışılan kadınları girişimci yapma modeli, ödeme şartları ve geri ödemelerde yaşanan zorluklar ve kısıtlı istihdam olanakları nedeniyle başarılı olamadı.
Kadınlar kısmi zamanlı güvencesiz işlere…
Kadınları ücretli emek alanında istihdama katma konusunda izlenen neoliberal model ise pek çok kadını, güvencesiz ve düşük ücretli işlere zorlayarak, emek piyasalarının dışına itti. AKP’nin 2012’de hazırladığı Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) belgesinde kadınlar, gençlerle birlikte özel politika gerektiren gruplar arasında yer almış ve Türkiye’de çok düşük olan kadın istihdamını artırmak için çözüm olarak esnek çalışma biçimlerine yönelmemiz gerektiği tespiti yapılmıştı. UİS belgesinde kadına yönelik esnek istihdam biçimleri; kısmi süreli ve belirli süreli çalışma, özel istihdam büroları aracılığıyla uzaktan çalışma, çağrıya bağlı çalışma olarak tanımlanmıştı.

2016 yılının sonunda, bu belgede yer alan ve kadınlara neredeyse tek istihdam seçeneği gibi gösterilen düşük ücretli, güvencesiz çalışma biçimlerini düzenleyen kanunlar çoğu zaman torba yasalara eklenerek çıkarılmış ve yönetmeliklerle iş sağlama bağlanmıştı.
Bu kanunlardan en önemlileri; kısmi zamanlı çalışmayı yasal ve meşru hale getiren Gelir Vergisi Kanunu’nda Değişlik Yapılmasına Dair Torba Yasa ile bu yasaya bağlı çalıştırılacak kadınların özel istihdam büroları aracılığıyla nasıl kiralanacağını düzenleyen ve Özel İstihdam Büroları Yasası da dediğimiz, kadınların çalışma hayatını onlar aleyhine yeniden dizayn etmeye çalışan yasalardı. Bu iki yasa ve ardından gelen yönetmelikler neoliberal, İslamcı-cinsiyetçi AKP’nin kadın istihdam politikasının temelini oluşturuyordu. Bu, ayrıca hükümetin aile politikalarına da uygundu. Kadınlar üç çocuk doğuracaklar; bir yandan çocuklarına bakarlarken bir yandan da kısmi zamanlı işlerde çalışıp, aile bütçesine katkı sunacaklardı.
Yukarıda bahsettiğim ilk yasada, “doğum yapmış kadınlara kısmi zamanlı çalışma hakkı” diye yeni bir hak getirildiği iddia ediliyordu. Kamuda çalışan kadınlar bu “hak”tan yararlanırlarsa altı ay boyunca günde üç saat, daha sonra da günde 1,5 saat olan emzirme iznini kullanamayacaklardı. Sendikaların ve kadın örgütlerinin o zaman kampanya konusu yapıp şiddetle karşı çıktıkları bu yasayla gelen kısmi çalışma “hakları”, şu anda birçok yazar tarafından kadınların doğumdan kaynaklanan hakları arasında tanımlanıyor. Yasanın özel sektörde pratikte geçerliliği olmadı. Ama süreç içinde kamu işçisi pek çok kadının bu yeni “haktan” yararlanmadığına, emzirme iznini kullandığına tanıklık ettik.
Toplum yararına üç kuruşa çalışın
Özel İstihdam Büroları Yasası ve yönetmeliği ise fabrika ve büyük işletmelerde çalışan işçiler için ‘altı aylık süreyle, iki defa olmak üzere işçi kiralayabilme’ ve ‘kiralık işçi sayısını düzenli çalışanların dörtte birini geçmeyecek şekilde ayarlama’ gibi nispeten de olsa kısıtlamalar getirirken, kadın işleri diye adlandırabileceğimiz mevsimlik tarım işçiliği, temizlik işçiliği, hasta ve yaşlı bakımı işleri gibi işlerde özel istihdam bürolarının sürekli işçi kiralayabileceğini söylüyordu. 10 kişiye kadar işçi çalıştıran küçük işletme sahiplerinin 5 işçiye kadar geçici işçi çalıştırabilme imkânı işletme sahipleri tarafından desteklenirken, -Türkiye’de işçi kadınların büyük bölümünün küçük işletmelerde çalıştığı düşünüldüğünde- kadın işçiler özel istihdam bürolarının insafına terk ediliyordu. Kısacası, ‘kölelik yasası’ denilen Özel İstihdam Büroları Yasası’nda da ‘işçi çalışmasını kurala bağlayacağım’ aldatmacası altında, kadınların geleceği özel istihdam bürolarına devrediliyordu.
Bu arada “toplum yararına çalışma” başlığı altında kadın emek piyasalarını esnetmeye yönelik bir çalışma türü daha çıkardılar. Bu çalışma biçiminde belediyeler ve özel idareler, kadınları 9 aylığına işe alıyor, bu süre boyunca sigortalarını ödüyor, daha sonrası Allah’a emanet ediliyordu. Kadınlara reva görülen istihdam türlerinden biri de evde bakım hizmetleriydi. Evdeki yaşlı ve hastalara bakan kadınlar belli şartları yerine getirdiğinde, kendilerine bir ücret de ödeniyordu.
Bu iki çalışma biçiminin yaygınlaştırılmaya çalışılmasının ardında, hükümetin bir türlü yukarı çekilemeyen kadın istihdamı rakamlarını biraz olsun yükseltmek cingözlüğü de yatıyordu. Pandemi öncesinde iyice yoksullaşan kadınlar, her türlü işe razı geldikleri için bu iki çalışma biçimi gerçekten de kadın işgücü ve istihdam rakamlarında oynamalara sebep oldu. Ama kadın istihdamı ancak yüzde 29’lara varabildi. Bu dönemde düzenli işlerde çalışan meslek sahibi kadınlar için de “uzaktan çalışma” biçimleri gündeme getirildi.
Kadın emeğinin değersizleştirilerek, görünmez kılındığı bu ortamda pandemiyle karşı karşıya kaldık. İlk dönemlerde halı, tekstil, hazır giyim alanında büyük mağaza zincirlerine üretim yapan tedarikçi firmalarda çalışan kadınlar, merkez kapitalist ülkelerdeki büyük firmaların siparişleri durdurması ve ertelemesiyle birlikte fabrikaları kapandığı ya da geçici olarak çalışmadığı için işsiz kaldılar. Evlere temizliğe giden kadın işçiler de kapanma sürecinde işlerinden oldular; otel, bar, kafeterya çalışanı genç üniversiteli kadın grubu ve salgın korkusuyla geçici tarım işlerine gidemeyen kadınlar da bunlara eklendi.
OECD ülkeleri ortalamasında istihdamda cinsiyet açığı yüzde 14,5, AB ülkeleri ortalamasında yüzde 10 iken, Türkiye’de yüzde 39,1 olduğu görülüyor. Yine her 10 kadından 3’ü kayıtdışı çalışırken, 1,2 milyondan fazla kadının hem yarı zamanlı hem de kayıtdışı çalıştırıldığı görülüyor.
Evden çalışma, ucuz çalışma
Bu süreçte bir şey daha oldu. Sermayenin kârına kâr katmak için, teknoloji yardımıyla dışarıya taşınabilecek nitelikteki işler –ki bunlar genellikle eğitimli meslek sahibi kadınların yaptığı işlerdi- evlere taşındı. Böylece kadınlar evde çalışırken, çocuk ve yaşlı bakım işleri de onlara yıkıldı. Batı’daki sağcısı solcusu tüm hükümetler, pandemi sırasında kadınların evde yaptıkları işlere yönelik özel yardımlar yaptı, ama bizimkiler olayı fırsata çevirdiler. Çünkü AKP hükümetinin kadınlar için istediği çalışma biçimi tam da buydu. Mart 2021’de Resmi Gazete’de yayımlanan Uzaktan Çalışma Yönetmeliği’nin belirlediği kıstaslar çerçevesinde, işin denetimi, örgütlenmesi gibi bahanelerle patronların çalışanın özel yaşamına kadar girdiği en kötü biçime büründü. Bugün hâlâ okulu yeni bitirip, iş deneyimi edinmek isteyen genç kadınlara bu çalışma biçimi dayatılıyor.
DİSK Genel-İş Sendikası’nın 8 Mart için hazırladığı 2022 Kadın Emeği Raporu’nda, kadınların istihdama katılım oranı yüzde 29 olarak tespit ediliyor. OECD ülkeleri ortalamasında istihdamda cinsiyet açığı yüzde 14,5, AB ülkeleri ortalamasında yüzde 10 iken, Türkiye’de yüzde 39,1 olduğu görülüyor. Yine her 10 kadından 3’ü kayıtdışı çalışırken, 1,2 milyondan fazla kadının hem yarı zamanlı hem de kayıtdışı çalıştırıldığı görülüyor. Aynı rapora göre erkekler kadınlardan yüzde 27,4 daha fazla kazanıyorlar.
Genel-İş’ten arkadaşlarımızın hazırladığı rapor, 20 yıllık AKP iktidarı döneminde kadınlara verilen sözlerin tutulmadığını gösterdiği gibi; AKP’nin emek piyasalarını esneterek kadın istihdamını artırma politikalarının asıl amacının kadın istihdamını artırmak değil, kadınları düzenli, güvenceli istihdam biçimlerinden kayıtdışı, güvencesiz ve yarı zamanlı işlere yöneltmek olduğu görülüyor.
Kadınlar emeklerinin değersizleştirilmesine, düşük ücretli ve üzerlerindeki ev işi yükünü artıracak güvencesiz çalışma biçimlerine mahkûm edilmek istemiyor. Önümüzdeki seçimlerde kadın emeğini değersizleştiren emek politikalarını gündeme getiren başta AKP olmak üzere tüm neoliberal parti ve ittifaklara “hayır” demenin zamanıdır.
Fotoğraflar: TGS, Bianet