Yeni kanun tasarısı geldiğinde geçmiş deneyimlerimiz nedeniyle tasarıya şu gözle bakıyoruz; ne verildi ve peki karşılığında ne alındı? Maalesef son “Acil Yargı Paketi” kanun değişikliği teklifi de bu “önyargıdan” bizleri kurtaramadı.
Bu kanun değişiklik teklifinde ilk gözümüze çarpan takdiri indirim, nam-ı diğer; pişmanlık düzenlemesi.
Takdiri indirim konusunda “yargılama süresince failin olumlu davranışları” meselesini ikiye ayırmak gerekiyor. Bu olumlu davranışlar yargı makamına karşı mı yoksa mağdura karşı mı? Özellikle kadın cinayetlerinde “kravat indirimi” olarak hafızamıza kazınmış indirimler, fail ile yargılama makamının arasında kurulan yargının işini kolaylaştıran davranışlar olarak, daraltılsa bile; kanun teklifinin bu kısmı ihtiyacı karşılamaktan uzaktır. Mağdurun şikayetinin devam ettiği durumlarda devlet affedici olamaz. Fail bir cinayet işlediyse affetme de söz konusu olmamalı ve TCK 62 indirimi de bu durumlarda uygulanmamalıdır. Uygulanması ancak ve ancak devlete karşı suçlarda yargının takdirine bırakılmalıdır. Kişiye karşı suçlarda devlet mağdurun yerine geçerek bu tür suçlarda kısmen dahi olsa affedici olamaz/olmamalı.
Cinsel kimliğin adı yok
Madde 2 ve Madde 3’te geçen “kasten öldürme suçunun kadına karşı işlenmesi hali bu suçun nitelikli halleri arasına alınmaktadır.” “basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek kasten yaralama suçunun kadına karşı işlenmesi halinde cezanın alt sınırı dört aydan altı ay hapse çıkarılmaktadır” ifadelerine cinsel kimlik nedeniyle ifadesi eklenmesi madde ruhuna uygun olurdu. Ancak maalesef uzun süredir ve sistemli olarak toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelemizdeki engellerden birisi bu husustur. Cinsel kimlik, yönelim konusu toplum hassasiyeti kisvesi altında İstanbul Sözleşmesinin de hedef haline getirilmesine neden olmuş ve netice olarak bu bahane ile sözleşmeden çıkılmıştı. Şimdi de bu düstur ile kanun tasarısında olması gereken yerde cinsel kimlik, yönelim, tercih gibi ifadelerden ısrarla kaçınılmıştır.
Eş ya da boşandığı eş ifadesi
Mevcut TCK’da var olan ve değişiklikte de olduğu gibi kalması planlanan, failin eş ya da boşandığı eş olması mağdurun kendisini “güvende hissetmeyi beklediği yer” olarak kodlanıyorsa bu madde değişikliği bu şekilde değiştirilmelidir. Kadınlar sadece eşlerinden ya da boşandığı eşlerinden şiddet görmemektedir.
Israrlı Takip
Israrlı takip konusunun suç kapsamına alınması ve ayrı bir kategoride yargılama yapılması gerektiği İstanbul Sözleşmesi’nin imzacı devletlere getirdiği yükümlülüklerden biridir. Bizim mevzuatımızda bu tasarıya kadar suç kapsamına alınmadı ancak, 6284 Sayılı Kanun kapsamında koruma tedbir mekanizmalarının işletilebilmesi için nedenlerden birisi sayıldı.
Kanun tasarısında geçen “Israrlı takip suçu, 123’üncü maddede (huzur ve sükunu bozma suçu) yer alan suçun özel bir şeklini oluşturmaktadır. Böylelikle, bu suçun oluştuğu durumlarda 123’üncü madde uyarınca işlem yapılamayacaktır” madde gerekçesi kapsamına alınacaksa 123’üncü maddenin ruhundan değil; TCK madde 96’nın (eziyet suçu) ruhundan gitmelidir. Madde gerekçesi olarak “huzur sukun bozmayı aşan kasti hareketler” ısrarlı takip suçunun uygulanabilirliğini ve suçun unsurlarını yapıbozuma uğratmaktadır. Üstelik suçun yarattığı etkiye baktığımızda eziyet suçu alt sınırından uygulanması daha önemlidir.
Avukat hakkı
Kadına yönelik olduğu varsayılan ve tasarıda düzenlemesi önerilen suçlarda (eziyet, yaralama, ısrarlı takip …) “zorunlu müdafiilik” kapsamında ekleme yapmayı planlamaktadırlar. Ancak bu şekilde “sayılı” olarak sayılan zorunlu müdafiilik kurumunun özellikle kollukta uygulaması çok zordur. Mevcut dar kapsamda dahi suçun tasnifi konusunda kolluk aşamasında türlü sorunlar yaşanmakta, kolluğun savcılık ya da nöbetçi savcılık ile bir türlü iletişim kuramaması, savcıların herhangi bir belge görmeksizin sözlü talimatla ifade alınmaya başlanması gibi uygulama sorunlarının yanında, bir de madde madde zorunlu müdafiilik hallerinin sıralanması ciddi kafa karışıklığına sebep olmaktadır.
Ayrıca kadına yönelik şiddet bu suçlarla sınırlı değildir. Nefret ve ayrımcılık suçu (TCK 122), intihara sürükleme suçu (TCK 84), malvarlığına karşı işlenen suçlar da pekala kadına yönelik şiddetin birer aracı olabilmektedir. Bu durumda eğer amaç kadına yönelik şiddeti önlemek ve bu yolda kadının hukuka doğru erişmesini sağlamaksa bu kapsamda değerlendirilecek bütün suçlarda kadınların avukata erişimi “zorunlu müdafilik” kapsamında olmalıdır.
Uzlaşma
Kadınların şikayet mekanizmasına ulaşmasındaki zorluklar gözetildiğinde, uzlaşma kurumunun kadına yönelik şiddetin önlenmesinde hiçbir yeri olmadığı anlaşılacaktır. Kadınlar dava yoluna başvururken her aşamada vazgeçirilmeye ve yıldırılmaya çalışılmaktadır. Tüm toplumsal mekanizmalar kadına yönelik şiddette “uzlaştırmacı” olarak görev almaktadır. Türlü engelleri aşarak mekanizmaya erişen kadınlara yeniden uzlaştırmacı çıkarmak şiddeti önleme düşüncesinden uzaktır.
Kaldı ki uzlaştırmacılar sadece hukukçulardan seçilmediği için maalesef hukuka sığmayan kadınları şikayetten vazgeçirmeye yönelik yanlış beyanlarla “uzlaşma” sağlamaya çalışan uzlaştırmacı deneyimleri yaşanmaktadır. Uzlaştırmacıların uzlaştırdıkları dosya başına daha fazla ücrete hak kazanmasının da bu davranışta payı vardır. Bu sebeple hangi suç türünde olursa olsun kadına yönelik şiddette uzlaşma olmamalıdır.