kâğıttan kaplan, pardon gemi

hiçbir kitabın basılması, bir emekçinin emeğinin kapitalizmin sınırlarındaki karşılığının dahi ödenmemesine değmez. hiçbir kitabın yayımlanması, vahşi emek sömürüsüne değmez. vahşi emek sömürüsü altında hiçbir kitabın en iyi versiyonu üretilemez.
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

bir kitap okuyoruz, bir sergi geziyoruz veya bir konser izliyoruz. bazen bunun hemen ardından, böyle bir esere katkıda bulunmanın, bu katkıyla para kazanmanın, geçinebilmenin ne büyük ayrıcalık olduğunu düşünüyor, belki o insanlara gıpta ediyoruz.

hayranı olduğumuz bir müzisyenin konser hazırlığı sırasında enstrümanları, teknik ekipmanı taşımak, provaları izlemek, gazetecilerle röportajları düzenlemek ve geçimini bundan sağlamak! 

veya beğendiğimiz bir yazarın eserini ilk kez okuyan olmak, oradaki hataları işaret etmek, kapağına karar vermek…

insan muhasebecilik, garsonluk, sekreterlik yapacağına böyle bir işle uğraşmak istemez mi!

ister. bu istekten, bu duygudan en fazla yararlanan kültür endüstrisi.

önce biraz teori

aklımın erdiğince konuyla ilgili bir teorik arka plan sunarak başlamak istiyorum.

üretim ilişkileri çok çok uzun bir zamandan beri kapitalist, yani üretim araçlarının sahibi olan sermayenin[1] emekçileri istihdam edip, onların emekleriyle ürettikleri değere yani mallara ve hizmete el koyması ve onlara, yarattıkları değerden daha düşük bir ücret ödemesi üzerine dönüyor.[2]

ilk anda insanın aklına gelen soru: biz emekçiler bunu nasıl kabul ediyoruz?!? işsizlik, parasızlık korkusu, beterin beteri vardır gerçekçiliği bunda hep etkili. ayrıca insanın kaderini değiştirebileceği duygusu çok önemli; bunun temel iki ayağı var:

  • her ekonomide görülmemekle birlikte sınıflar ve gelir grupları arası geçişlilik büyük umutlara sebep olabiliyor. sadece üç hatta iki kuşak önce, yoksul bir ailenin çocuğu iyi bir eğitimle ebeveyninden daha iyi bir gelir grubuna geçebilir hatta yanında birkaç kişi çalıştıran bir işletme kurarak sınıf atlayabilirdi ki bu ikinci seçenek, emekli tazminatıyla küçük bir iş kuranlar için de geçerliydi.
  • insanın sevdiği işi yaparak, ürettiği hizmet veya ürünle ilgili kararları kendi vererek, yaptığı işe yabancılaşmadan geçinebilmesi ihtimali ki konumuzla ilgili olan bu.[3]

neoliberalizm döneminde bunlar gitgide artan bir ivmeyle ortadan kalkıyor. ama toplumsal zihin, toplumsal gelişmeleri gerçekleştiği hızla sindirip muhakeme etmiyor. o yüzden olgu ortadan kalksa da ona dair yanılsama sürüyor.

görebildiğim kadarıyla insanın inandığı, benimsediği bir işi yaparak hayatını idame ettirebileceği yanılsamasını sunan dört alan var:

  • medya.
  • eski cazibesini kaybetse de[4] akademi.
  • sivil toplum kuruluşları.
  • kültür endüstrisi.

bu alanların her birinde işlerin nasıl gittiğiyle ilgili siteler dolusu yazı yazılabilir ama bu yazıda kültür endüstrisinin içinde önemli bir alan olan yayıncılığı ele almaya çalışacağım.

kitap üretimi, bilgi gerektiren bir iş. üniversite mezunu insanların de/da ve ki’leri doğru kullanacak imla bilgisini kendi gayretleriyle edindiği bir ülkede, düzelti dahi uzmanlık işi. çeviri için sadece yabancı dil bilmek değil, anadiline de hâkim olmak lazım. editörlük, bütün bunları ve daha fazlasını içeren bir iş; hepsi aşırı özen ve dikkat gerektiriyor.

yayıncılık sektörü, başka alanlarda da pekala işe yarayabilecek bu hünerlerin karşılığını, bu sistem içinde bile layık olduğu bir ücretle vermiyor. ama birçok insan, örneğin makine ithalatı yapan bir şirketin broşürlerini çevirmektense sevdiği bir romanı çevirmeyi tercih ediyor! ayrıca, kimi beşeri bilimler öğrencileri, cv’lerinde yer almasında fayda gördükleri ya da sadece itibar için bedavaya bile çeviri yapmaya hazır. hani, “bu nasıl cümle” dediğiniz çeviriler var ya, işte öyle kalifiye olmayan ve aşırı ucuz emeğin ürünü. ayrıca, ev geçindirecek parayı sadece çeviriden kazanmak isteyen bir insanın, insanüstü bir hızda çalışmıyorsa işin gerektirdiği özeni göstermesi neredeyse imkânsız. ama kendimden de biliyorum; insan bazen çok sevdiği bir metni yabancı dil bilmeyen arkadaşları da okusun ister, çevirmenliği ayakta tutan biraz da bu arzudur. 

duyguları bir kenara bırakıp olgulara dönersem: birçok insan, bir yayınevinin ofisini, bir bankanın ofisine tercih ediyor! ve kitap üretimine emek verenler arasında çok sayıda kadın var.

tek başına çocuk büyütmek zorunda kalan birçok kadın, evde çalışmanın mümkün olduğu ilk alanlardan biri olan çevirmenliği tercih etti, ediyor. evde çalışmanın bütün masrafını göze alarak, çocuklarına göz kulak olabilecekleri bir düzen kuruyor.

kadınlar yayıncılığı tercih etmekte haksız mı?

bence bu sorunun cevabını vermek o kadar kolay değil. hayattan ne beklediğinize, neyi öncelediğinize ve daha başka birçok faktöre bağlı. bunların başında, kadınların sırtına yüklenen ücretsiz işler geliyor. tek başına çocuk büyütmek zorunda kalan[5] birçok kadın, evde çalışmanın mümkün olduğu ilk alanlardan biri olan çevirmenliği tercih etti, ediyor. evde çalışmanın bütün masrafını göze alarak, çocuklarına göz kulak olabilecekleri bir düzen kuruyor. yine birçok kadın, örneğin arada bir pilav pişirivermelerine imkân veren evden çalışmayı tercih ediyor.

yani özellikle kadınlar açısından, yayıncılık sektörünün “yararlandığı” birden fazla konu var.

yayıncıların hepsi mi solcu?

öyle denemez tabii ama epeyce solcu var. çünkü üniversitede solcu olup bir biçimde eline para geçen de genellikle bakkal kuracağına yayınevi kurmayı tercih ediyor.

tahmin etmiş olabileceğiniz gibi, ithaki yayınları ile ilgili gelişmeleri yazmak istiyorum. aslında bir miktar tereddüt de ediyorum bunu yaparken; haklarının nasıl yenildiğini anlatan emekçilerin haksız olabileceğini düşündüğümden değil, en az bunun kadar kirli işlerin döndüğü başka yayınevleri çamaşırlarını gizlice yıkamayı başarabildiğinden.[6]

takip etmemiş olanlar için özetliyorum: ithaki yayınları bünyesinde toplam yedi yayınevi var, penguen kitabevleri de aynı grubun.[7] geçtiğimiz günlerde yüksek tazminatı olanları mobbingle yıldırıp tazminatsız işten çıkarma, tazminat hakkı olmayanları da kolayca çıkarma vakalarıyla gündeme geldi ithaki.

aslında bu yazıda ele almaya çalıştığım çoğu şey bu röportajda[8] anlatılıyor, bence en çarpıcı kısım şu: “yayıncılık dediğimiz şey, okumaya, yazıp çizmeye meraklı akıllı gençlerin umut ve ideallerini sömüren, insanları yok pahasına çalıştıran, patronlara müthiş servetler kazandırırken gençleri türlü hak gasplarıyla çürüten berbat bir sektör.”

her yaştan, okumaya, yazmaya meraklı bu insanların, haklarını arama bilinciyle donanmış olması başlı başına umutlanma sebebi.

kitaba ulaşmak

kitap üretiminde çalışan emekçiler bu haldeyken, başka alanlarda çalışan emekçilerin de kitaba ulaşma imkânları sınırlı.

öncelikle şunu söylemeliyim: kitap, ücretlere oranla bile, türkiye’de, avrupa’dan çok daha ucuz. örneğin amazon’da umberto eco’nun gülün adı adlı eserinin ingilizcesi 381.05 liraya[9], türkçesiyse 132.30 liraya[10] satılıyor. ayrıca ingilizce bir kitap dünyanın pek çok yerinde satılabilirken türkçenin satış alanı sınırlı. ama avrupa’da kamusal kütüphaneler, ikinci el kitapçılar ve kitap değiş tokuşu çok yaygın.

sektör dövize bağımlı; yabancı dillerde yayımlanmış kitapların telif ücretleri ve kâğıt dövizle alınıyor.

dağıtım şirketleri yüzde elli iskontoyla çalışıyor; yani bir kitaba ödediğiniz 100 liranın sadece 50 lirası yayıncıya ulaşıyor! bu açıdan kendi kitabevi olan yayıncılar avantajlı.

bunları yayıncılığın sorunlarına çözüm bulmak için değil, bir fikir vermek için yazıyorum.

ithaki yalnız değil, beğendiğimiz kitapları yayımlayan birçok yayınevi benzer işler yapıyor. kendim de birkaç kere “ahlaksız teklif” olarak tanımlayabileceğim önerilerle karşılaştım; şansıma hepsi solculardan geldi. “o” kitabın yayımlanması çok önemliydi ve bir feministin çevirmesi gerekiyordu, herhalde parayı az bulup sorumluluktan kaçacak değildim!

iş biraz da okura düşüyor. belki de ithaki emekçilerinin yanında olmak penguen’lerin önünde olmakla mümkün! flormar direnişi sırasında flormar ve ortağı yves rocher’nin mağazalarının kapısını boş bırakmayan feministlerden iyi kim bilebilir bunu…

sonuç olarak

sonuç olarak, hiçbir kitabın basılması, bir emekçinin emeğinin kapitalizmin sınırlarındaki karşılığının dahi ödenmemesine değmez. hiçbir kitabın yayımlanması, vahşi emek sömürüsüne değmez. vahşi emek sömürüsü altında hiçbir kitabın en iyi versiyonu üretilemez.

bütün bunlar olurken minik bir umut: kitaplarının türkçe baskılarını ithaki’nin yayımladığı güney koreli yazar bora chung, yayınevi emekçilerine destek vermiş.[11] bir başka umut: ithaki’nin yazarı ihsan çankaya, sonraki kitabını bu yayınevine vermeyi düşünmediğini anlatıyor.[12]

şunun altını çizmek isterim: yayınevleri dışarıdan göründüğünden çok daha büyük güce sahip; o yüzden türkçe yazan başka yazarların, diğer yayınevi emekçilerinin hatta basının tepki vermemesini sorumsuzlukla açıklayamayız. o yüzden iş biraz da okura düşüyor. belki de ithaki emekçilerinin yanında olmak penguen’lerin önünde olmakla mümkün! flormar direnişi sırasında flormar ve ortağı yves rocher’nin mağazalarının kapısını boş bırakmayan feministlerden iyi kim bilebilir bunu…


[1] bunun servetten farklı bir para olduğunu hatırlatmak istiyorum. servet harcanacak parayken sermaye para kazandıran paradır, tabii başkalarının emeğiyle.

[2] bunu daha ayrıntılı anlamak isterseniz karl marx’ın artı-değer teorisine başvurabilirsiniz.

[3] marx’ın yabancılaşma teorisi çok daha geniş kapsamlı.

[4] bunun türkiye’ye mahsus bir olgu olduğunu düşünenlere başka ülkelerdeki akademisyenlere kulak vermelerini öneririm.

[5] çocuklarının babalarıyla evli olan kadınlar arasında da tek başına çocuk büyütenlerin bulunduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

[6] şu röportajda birkaç örnek var: https://artigercek.com/kultur-sanat/cevirmenler-ve-editorler-yayincilik-sektorundeki-anlatti-sermayenin-263444h

[7] kitabevi meselesi önemli; çünkü yayınevini birazdan aktarmaya çalışacağım bazı sıkıntılardan kurtarır.

[8] https://umutsen.org/index.php/2023/08/ithaki-yayinevi-calisanlari-tazminat-hakki-olmayanlar-isten-atiliyor-eskiler-istifaya-zorlaniyor/

[9] https://www.amazon.com.tr/Name-Rose-Umberto-Eco/dp/0749397055

[10] https://www.amazon.com.tr/G%C3%BCl%C3%BCn-Ad%C4%B1-Umberto-Eco/dp/9750732731

[11] https://www.gazeteduvar.com.tr/guney-koreli-yazar-bora-chungdan-ithaki-yayinlarina-cagri-calisanlarindan-ozur-dile-haber-1635457

[12] https://birartibir.org/yok-sayma-yok-etme-sarmali/

fotoğraflar: italy 24 press news, aa

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!