Meliha Cömert’in hayatı, Adana’nın Kozan ilçesine bağlı Gökgöz köyünde başlıyor. Anne ve babanın uzun yıllar çocukları olmamış. Tedavilerden tam 17 yıl sonra dünyaya gelmiş Meliha. Onun doğduğu 1987 yılında anne 35 yaşındaymış.
Meliha böylece, her şeyin tarım ve hayvancılığa bağlı olduğu bir köyde yaşama “merhaba” diyor. Fakat çok zor şartlar… Çünkü tek bir ırmak dahi yok. Dağlardan sızan kaynak suları hariç suya ulaşmak sorun… İnsanların ve hayvanların ihtiyacı olan suya kavuşmaları çok uğraş gerektiriyor. Durum böyleyken, tarım da ancak su istemeyen bitkilerle (buğday, lavanta vs) ilerliyor.
Tarım işçisi olan 36 yaşındaki Meliha, zamanını, imkânlarını sonuna kadar harcayarak toprağa emeğini veriyor. Köydeki hemcinslerinden farklı olan düşünceleri onu yalnızlaştırabiliyor çoğu kez. Yürümenin bile zor olduğu bu engebeli köyün her zaman var olan günlük baskıları, “psikolojik engebeleri” de cabası…
İtaat etmiyor
Kozan’ın en tepesinde, eğimlerin, yokuşların, bazen de uçurumların yer aldığı bir bölge burası. Rakım 1200. Kışın 2-3 metre karın yağdığı dağ köyünde yazın çok farklı bir iklim var. Kuraklık nedeniyle tarımın insanları doyurmamaya başladığını anlatıyor Meliha. Akdeniz kırsalında yaşanan sosyal ve psikolojik “kuraklıklara” da sözü getiriyor.
O bir Farsak yörüğü. Ailesi çok kısıtlıyor. Anne değil de asıl olarak baba. Aynı zamanda şiddet de uyguluyor. Köyde sadece ilkokul var. İlköğretim zorunlu olduğundan, çocuğunu göndermeyen ailelere devlet ceza kesiyor. Babası bu nedenle ilkokulu okumasına karşı çıkamıyor. Meliha orayı bitirip diplomayı alınca, gözünü ortaokula dikiyor. Ne var ki köyde ortaokul yok. İlköğretim sonrasında eğitime devam etmek isteyenler Kozan’a gidiyor. Ama kızlar değil, oğlan çocuklar gönderiliyor. Çünkü Kozan’a okumaya gidenler, eğitimleri boyunca şehirdeki yatılı öğrenci yurtlarında kalıyorlar. Meliha da aynı niyette. Fakat baba, “Evden bu kadar uzakta olamaz. Oraya giden kızlar hemen koca buluyor, gidemezsin” karşı duruşuyla izin vermiyor.
Ortaokulu okumak isteyen tek kız o! İnatçı aynı zamanda. “Tamam” deyip, başını eğdiği hiç görülmemiş. Devreye öğretmen akrabasını sokuyor. “O abi çok baskı yaptı babama. Fakat o hep şunları söyleyip durdu: ‘Hayır, evden uzakta, yurtta kız kısmı kalamaz. Kötü yola düşer!’”
Bir abisi var, onu yollamışlar. Hatta ev de tutmuşlar Kozan’da. Meliha’ya ise asla! “O kız çocuğu, okumasına ne gerek var. Nasıl olsa evlenecek, niye masraf yapalım!” diyorlar. Önünde büyük engeller var ama genç kız ne yapıp edip ortaokula da gidiyor. Aktarmalı olarak uzun yolculuklar yapıp, 2002 yılında ortaokul diplomasını alıyor.
Annesinin tepkisi
Baskıdan söz etmiştik. Ama her şeye; giysiye, kitaba, köy dışına çıkmaya… Daha ergenlik dönemine yeni girmiş. Bu kez de giysileri sorun oluyor.
“Hava çok feci sıcaktı. İlk kez sıfır kollu giydim. Küçüktüm. Köylüler arasında ‘Çok açık giyiniyor’ şeklinde dedikodular dolaşmış. Babama gidip beni şikâyet etmişler. Hemen o gün feci bir dayak yedim. Sonra bambaşka bir insan oldum. Kuran kursuna gittim. İki ay sonra anneme ‘Çarşaf giyeceğim’ dedim. Bunu söylememle birlikte bana o kadar kızdı ki. ‘Seni öyle kapkara görmeyeyim. Başını örteceksen yemeni bağla. Bak giyersen yakarım!’ deyip çok karşı çıktı. Babam kadar bağnaz değildi annem.”
‘İkna ederim belki’
Bu arada hem okuyor hem de işçi. Okul olmadığı zamanlar köyde tarla işlerine gidiyor. Buğday, lavanta ekiyor. Hayvan otlatıyor. Koyunların, ineklerin peşinde dolaşırken aklında hep şu var: “Liseye nasıl kaydolurum?” Bu soruya dair anlattıklarını dikkatle dinliyorum:
“Dedim ki kendi kendime; eğer kız lisesine gidersem babamı ikna ederim belki. Araştırdım. Bizim Kozan’a yakın bulamadım, ta Manisa’da bir kız lisesi buldum. Kalacak yurdu da vardı. Fakat hayatta ilk kez evden ayrılıp, tanımadığım insanlarla aynı odada kalacaktım. Bu kez ben cesaret edemedim. ‘Bana ev tutun lisenin yanında’ dedim. Bunun için çok ısrar ettim ama babam yine karşı çıktı; ‘Asla olmaz’ diye bağırdı, çağırdı.”
‘Çapaya’ diye çıktı, sınava girdi
Tabii, Meliha’nın danışacağı birileri hep var. Üç yıl sonra bir öğretmen tanıdığından yardım istiyor. “Liseye gitmeyi çok istiyorum ama evden izin çıkmıyor” diyor. O da şöyle bir yoldan söz ediyor: “En iyisi, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı açık liseye (AÖL) kayıt yaptır.”
Bu öneri aklına yatıyor Meliha’nın. Fakat Açık Lise’ye kayıt için de hayli uzağa, Kozan’a gitmesi lazım. Annesine şöyle tembihliyor: “Kayıt için gideceğimiz gün ‘Çiftlikte yevmiyeli iş çıktı’ dersin babama!”
Yaşı 22 ve yeni bir hayat başlıyor onun için. Artık liseli ve çok mutlu. Eğitim uzaktan, o nedenle bir problem yaşanmıyor. Ardından sınav günleri sorunu başlıyor: “Açık lisenin ilk sınavına ‘Hastaneye gidiyoruz’ bahanesiyle evden çıkıp öyle gittim. Tabii annemle. Sonra ‘Şurada çapa yapılacak’, ‘Uzakta bir bahçe var, sulanacak’ gibi nedenler ileri sürerek sınavlara girip çıktım.”
Gündüz buğday tarlasında işçilik, gece gizlice ders çalışma. Hayatı bir süre böyle devam ediyor: “Gece odama çekilip, kimseye belli etmeden yazıp çiziyordum. Babam aniden odaya girince hemen ders kitaplarımı saklıyordum. En zor olanı sınav günleriydi. Sağ olsun, annem hep destek oldu. ‘Biz kızla uzakta bir tarlada çapa işi bulduk. Oraya gidiyoruz’ dediğinde sorgu sual olmuyordu. Sınavdan eve geldiğimizde ‘işten dönmüş gibi’ davranıyorduk.”
Evlenmediği için baskı
Hayattan ne istediğinden her zaman emin olan Meliha, şu konuda da hep net olduğunu ifade ediyor: “36 yaşındayım, bu köyün tek evlenmeyen kızıyım. Ve çok kararlıyım. Evlenmeyi de asla düşünmüyorum.” Ama babası, geleneğe uyarak çok ağır şekilde “evlen” baskısı yapıyor ona. Çevreden “istemeye gelenler” oluyor, onun tabiriyle.
Bir keresinde “Kesin bu iş olacak” baskısıyla nişanlıyor kızını baba. Bir süre dayanan genç kadın, sonra “Yeter!” deyip, nişanı bitiriyor. Ama bir kez daha eve “görücü” geliyor, adam yine “Evet” diyor. “Evlenmemiş bir kız büyük yük olur” diye düşünüyor. Onu adeta “vebalı gibi” görüyor.
Ne var ki Gökgöz’de bütün kızların hayatını değiştiren düğün-dernek miti, Meliha’ya hiç cazip gelmiyor. Zorla yapılan ikinci nişanda da yüzüğü fırlatıp atıyor. “Asla evlenmeyeceğim, yeter artık, üzerime gelmeyin!” sözleriyle isyan ediyor. Bu kuruma olan karşı çıkışını çocukluğundan bir örnekle pekiştirmek istiyor: “Neden bilmiyorum, oyunlarda bile ben anne rolüne hiç girmezdim. Öteki kızlar bez bebek sallarken, ben oyuncak arabaları elime alırdım. ‘işe giden kız’ rollerine girerdim.”
Meliha, evlenmek yerine bambaşka uğraşlar ediniyor. Boş zaman bulduğunda dağlardan şifalı otlar topluyor, kendi elleriyle losyonlar hazırlıyor. Tanıdığı eczacıdan otların, dağ bitkilerinin değerlerini öğreniyor.
‘Elim sakat kaldı’
Küçükken yaşadığı bir kazayı konuşuyoruz. Sağ elinde problem var:
“Çok küçükmüşüm, anımsamıyorum. Annem anlattı. 3-4 yaşlarında eşekten düşmüşüm. Tarladan eve gelirken olmuş. Kolum çok feci bir şekilde bilekten kırılmış. Köy tam bir mahrumiyet bölgesi. Sağlık ocağı da yok, doktor da… O nedenle tedavim yapılamıyor. Kozan’da devlet hastanesi var ama orada da ortopedi servisi maalesef kurulmamış! Adana Devlet Hastanesi’nde tedavi edilmem gerektiğini söylemişler. Fakat oraya gitmek için de köyde araç yok.”
Annesi çaresiz köyün çıkıkçısına götürüyor. O da yanlış bir şekilde sargı beziyle çok sıkı sarıyor. Ve o hatadan kaynaklı kol iyice kötüleşiyor. Dedesi ve anneannesi şifacıymış. Annesi de bundan dolayı geleneksel olarak doğal şifa bilgisine sahip. Aylarca doğal otlarla sarıp sarmalamış kızının kolunu. Mucize eseri bir yıl sonra kolu iyileşmiş; fakat bilekte hasar kalmış. Yüzde 10’luk bir kuvvetle hareket ettirebiliyor.
Baba eve para vermiyor
Köy yeri… Yemeye, içmeye, süte, yoğurda para gerekmiyor. Ama hastaneye gidilecek para lazım. Giysi, ayakkabı vs için de… Üç kardeşler, ilkokul ve ortaokul masrafları var. Evin elektriği yine başka bir gider. Bütün bunları geleneksel olarak köyde babalar ödüyor ama adam aylığından eve beş kuruş dahi vermiyor. Annesi koyundan, inekten süt sağıyor. Peynir yapıp satıyor. Ektiği buğdayları tüccara satıp, evin, çocuklarının masraflarını karşılıyor.
Baba, ekonomik şiddetin yanı sıra fiziksel şiddette de başvuruyor. Meliha, anneye destek olmak istiyor. Tarım işi dışında işe girmek için çaba gösteriyor. Köye uzak bir mesafede HES projesi başlıyor. O bölgedeki Zamantı ve Göksun ırmaklarının birleştiği yere baraj yapmak amacıyla kurulmuş bir şirket… Uzak ama minibüsle gidip gelmenin mümkün olduğu, 35 kişilik bir işyeri… Sadece bir kadın çalışıyor. Meliha da girince sayı ikiye çıkıyor. Yüzde 98’inin erkek olduğu bir yerde çalışmasına baba yine büyük tepki gösteriyor: “O kadar erkeğin için de o… mu olacaksın, gidemezsin!”
Yaşı 30’a yaklaşmış genç kadın, artık itiraz edecek olgunluğa erişmiş durumda. “Hayır” diyor; “O işe başlıyorum ben!”
‘O işi yapamaz!’
Meliha, başka konulara da sözü getiriyor. Köyde o zamana kadar hakkında o kadar olumsuz söylemlerde bulunuyorlar ki, “Bu kız sakat, o işi yapamaz, o beceremez” bile diyorlar. Bu tür söylemler arttıkça, Meliha daha zorlu ve kadınların daha az çalıştığı işlere giriyor. Böyle bir anısını aktarıyor:
“O şirkette epey çalıştım. O iş sürerken bir arkadaşım bana ulaştı; ‘Gelir misin, düğün garsonu arıyorlar’ dedi. Özel bir formayla düğünlerde ikram dağıtıyor, servis yapıyordum. Birkaç sene de orada çalıştım.”
Çalışması bunlarla sınırlı kalmıyor. Hangi sektörde daha iyi şartlarda iş çıkarsa o sektöre yöneliyor.
Ve bugün… Meliha, geleneksel olana karşı çıkışlarını sürdürüyor. Akdeniz’in kırsalında “Kız kısmı okumaz” anlayışındaki insanların yaşadığı Gökgöz’de bu garip yasakları deliyor, özgürlüğün timsali oluyor.
Fotoğraflar: Meliha Cömert