Ülke sınırları içerisinde olmakla birlikte gümrük bölgesi dışında sayılan; ülkede geçerli olan ticari, mali ve iktisadi alanlara ilişkin hukuki ve idari düzenlemelerin uygulanmadığı, sınai ve ticari faaliyetler için daha geniş teşviklerin tanındığı* serbest bölgelerden biri de Mersin’de kurulu. 80’li yıllarda yoksulluktan, 90’lı yıllarda ise köylerinin yakılması nedeniyle bölgeye göç eden Kürtlerin yoğun olduğu mahallelerde kurulu olan serbest bölge, son zamanlarda uluslararası sermayenin de gözdesi durumda. Peki, bu “gözde” serbest bölgede kadınlar hangi koşullarda çalışıyor? Bir işçi servisi aracılığıyla girdiğimiz bölgede, tekstil atölyesinde çalışan kadın işçilerle konuştuk.
Henüz 21 yaşında olan Nazlı** ile, diğer işçilerden ve fabrika görevlilerinden sakınarak, bir köşe bulunca kendimize, sohbet etmeye başladık. 18 yaşında iken girdiği bu tekstil atölyesinde neredeyse dördüncü yılını dolduran Nazlı, elbette(!) çalışmaya tekstil ile başlamamış. 15-16 yaşlarında, henüz lisede iken annesiyle birlikte sera işlerine gitmiş. Önce serada çalıştığı dönemleri ve çalışma koşullarını anlattı:
“Babamın tek başına çalışması yetmeyince, onuncu sınıfta annemle birlikte seraya gitmeye başladım. Yazın neredeyse her gün, kışın da okul olduğu için bazı hafta sonları gidiyordum. Kışın, sabah 03.30-04.00 gibi kalkıyorduk. 05.30-06.00 gibi de işe başlıyorduk. Çoğu zaman karanlıkta başlıyorduk işe. Gün daha aydınlanmadan çalıştırırlardı. Diyelim ki, biber topluyoruz. Hava aydınlanınca gelip kızarlardı, ‘arkanızda biber kalmış, siz ne topluyorsunuz’ diye.” Bu arada işten çıkış 15.00 ya da işin durumuna göre 16.00 oluyormuş; yani yaklaşık 10 saat…
“Yaz dönemi biraz daha kötüydü. Hem seranın içi daha sıcak, boğucu olurdu, çalışamazdık hem de iş çok olduğu için daha fazla baskı yaparlardı. Kadınlar, çocuklar hele bazen dayanamıyorlardı. Sıcaktan bayılanlar oluyordu sera içinde. Ama tınlamıyorlardı. Eğer biz hep birlikte üstlerine gidip ‘sıcak, dayanamıyoruz’ dersek 10-15 dakika hava almamıza izin veriyorlardı. Hava alıyorduk, geri içeri giriyorduk, bir süre sonra yine aynı durum.”
Seradaki işlere erkeklerin ilgi göstermediğini anlatan Nazlı şöyle devam ediyor; “Erkekler serada durmak istemiyorlar. İşe bizimle gelen birkaç erkek de seranın dışında duruyor, bizim verdiğimiz biberleri dizme işini yapıyorlardı.. Onlar için bir sıkıntı yok tabii. Ne varsa işte, kadınların üzerine dayatılıyordu. Ben serada kadınlara özgü bir rahatlık hiçbir zaman görmedim.”
Peki ne kadar ücret alıyorlardı? “Yevmiye kartı veriyorlardı bize. O zaman, tam emin değilim, ya 45 ya da 60 lira alıyorduk günlük. Yine emin değilim ama diğer kadınlar erkeklerin bizden daha yüksek aldığını söylüyorlardı. Benim hiç erkeklerden tanıdığım yoktu, sormadım o yüzden.”
Usta olanlar acemilerden üstün görüyor kendisini
Nazlı, aslında hemşire olmak istemiş. Ama koşullar elverişli olmadığı gibi denemeleri de sonuç vermemiş. 18 yaşına girince, bir akraba aracılığıyla, tekstil atölyesinde işe başlamış. “İlk yıl İŞKUR’dan alınma olarak gösterdiler beni. İlk 6 ay ayakçılık yaptım. Sonra makineye oturttular. Önceleri stres yaptım, yabancılık çektim, zorlandım. O dönemde hep şunu düşündüm. Evet, okulda cidden eğitim alıyormuşuz. Bir sürü şey öğreniyormuşuz. O bilgiler çok kıymetli. Ama hayatı, dünyayı asıl ben burada gördüm. Ve o eğitimin ne kadar gerekli olduğunu da burada anladım. Bu işyeri, gerçek dünya, burada öyle bir şey yok.”
Nazlı işe alışırken pek çok konuda zorlanmış, işçiler arasındaki rekabet ise onu çok şaşırtmış “Burada uzun zaman çalışan insanlar kendilerini üstün görüyorlar. Mesela usta makineciler var. Acemi olan zaten anlaşılıyor, gözünden anlıyorsun. Bu kişi yeni gelmiş, ürkmüş, korkmuş. Ne kadar usta olursan ol, ilk bu insanlara yardımcı olman gerekir. Ama onlar ne yapıyor? Bir hata yaptığında ona yardımcı olmak varken, hemen şefe gidiyorlar.”
Erkeklerin ne olduğunu biliyoruz
“Kadınlar ve kızlar, erkekler kadar vurdumduymaz olamıyor, daha duygusal oluyorsun. Sonuçta burada çok erkek var, bunlar böyle insanın üstüne gelince, kadınlar için daha dayanılmaz oluyor. Aslında stres altına giriyorsun” diyen Nazlı’dan bu konuyu biraz daha açmasını isteyince anlatıyor: “Mesela sokak ağzı var, kadınlara karşı bu ağızla, nereye gidersen git, her yerde karşılaşırsın. Özellikle böyle tekstil ortamlarında, işyerlerinde çoktur bu şekil konuşmalar. Bir kadınla nasıl konuşulacağını asla bilmezler. Küfürlü konuşurlar. Buradaki kadınların giyimiyle ilgili konuşurlar, hatta ona bile karışırlar. Diyelim, bir kadın hafif önü açık bir şey giydi. Çatal ucu gözüküyor. Arkasından neler neler derler. Uyarınca “O zaman açmasınlar, bakmayalım’ gibi şeyler de diyorlar. Yani kendi gözüne, nefsine hâkim olmak varken kadına laf söylüyorlar.”
Bunun aslında cinsel taciz anlamına geldiği; müdürlerin taciz konusunu çoğu zaman dikkate almadığı ve bunu taciz olarak adlandırmayıp görmezden geldiği üzerine de konuştuk. “Benim başıma gelmedi ama tacizlerin yaşandığını duydum kaç kez. Mesela bazı şefler, özellikle kadınların mesaiye kaldıkları bölümlerde, onlarla mesaiye kalmaya çalışıyor. Bu şeflerle ilgili biz birbirimizi uyarıyoruz. ‘Bak böyle bir şey var, sen yine dikkat et’ diyoruz. Oysa kadında hiçbir şey yok, normal bir tişört giymiş, kapalı yani tişörtü. Ama diyelim, kadının poposu güzel, bundan dolayı bile bakıyorlar.”
Ama Nazlı, buna rağmen birçok kadının da istediği gibi giyinmekten vazgeçmediğini, erkeklerin onları “hafif kadın” olarak görmelerine aldırmadıklarını ve kadınların artık daha özgüvenli olduğunu düşündüğünü söyledi. “Ama buradaki birçok kadın artık bunu tınmıyor. İstediği gibi de giyiniyor. Çünkü erkeklerin ne olduğunu biliyoruz. Bununla başa çıkabiliyoruz. Aslında biz sadece güzel giyinmek istiyoruz. Yani birini baştan çıkarmak gibi bir düşüncemiz yok. Zaten neredeyse bütün zamanımız burada geçiyor. Gezmek için almış mesela kadın o giysiyi ama zaten gezecek zamanı yok ki, hep işte.”
Çok sık mesaiye bırakılıyoruz
“Gezme ve kendine vakit ayırma” konusuna gelince, devreye ev işleri giriyor ister istemez. “Zaten tatil gününde de evde çalışıyoruz. Evde geçiyor tüm günümüz, bir yere gidemiyoruz. Hafta sonumuz var ama o günlerde çoğumuz ev işleri yapıyor. Evli kadınlar çok burada. Mesela onlar için ütüsü, çamaşırı, kocası, çocuğu hep ayrı bir dert… Benim açımdan buradan çıkınca evde annemin olması biraz rahatlatıcı oluyor. Ama mesela ev işlerine yardım etmem gerekiyor. Çok şükür annem öyle çok yük bırakmıyor bana. Eve geldiğimde, illaki bulaşığa, yemek sofrasını toparlamaya yardım ediyorum ama öyle ya da böyle eve gittiğimde çamaşırım temiz oluyor, yemeğim hazır oluyor.”
İşyerinde en yorucu kısmın, çok sık mesaiye bırakılmak olduğunu anlattı Nazlı: “Kış aylarına girince sözde tekstiller biraz durulur, yavaşlar. Bizim bu serbest bölgede atölyelerin çoğu geçen kış kapandı ya da ara verdi mesela. Ama bizim burada harıl harıl çalıştık biz. İşçiler isyan ediyor. Çünkü bir aya yakındır, belki bir aydan fazla bir zamandır yoğun bir şekilde mesai yapıyoruz. Geçen hafta hemen her gün saat 11’e kadar mesai yaptık. İnsan dayanamıyor bazen gerçekten ama kırmak istemiyorsun. (Kırmak istemediği, kendisini işe alan akraba, b.n.) Tamam evde annem var çok şükür, yani her şeyim hazır ama insan yoruluyor.”
Mesai için gece 11’e dek kalmak demek, işten çıkıp 5-10 dakika sonra evde olmak demek değil haliyle. Mesaiye kalınca servis de ayrı bir sorun demek işçiler için. “Saat 23.00’da iş bitiyor ama eve gidene kadar saat iki oluyor. Çünkü o saate servis kalmıyor, azaltıyorlar servisleri, gelen servisler de karmakarışık oluyor. İşçilerden biri Çavuşlu’ya gidiyor, diğeri Yeşilçimen’e… Aslında hangi işçinin nerede oturduğunu biliyorlar. Ona göre servis ayarlayabilirler. Ya da kendileri götürebilirler uzaktaki işçiyi. Bir işçi için her birimiz, bir saat yol gidip geliyoruz. Gece ikide evdeyim, sabah yine altıda kalkıyorum. İnsan bunalıyor.”
İşyerinde akrabalık derecesi arttıkça denetim artıyor
Peki ücretlerle ilgili sıkıntı yaşıyor musunuz, diye sorduğumuzda; Nazlı, işyerinin ücretleri zamanında yatırdığını ve mesai ücretlerinin ödenmesinde de dört senedir sıkıntı yaşamadığını söyledi. Asgari ücret yetiyor mu? “Valla 12 bin lira, bu ülkede hiçbir şey. Buraya gelip şu işte bu kadar saatini satan insan, şu kadarcık iş bile yapsa bence 12 binden fazlasını hak ediyor. Mesela biz evde altı kişiyiz. Bir kardeşim üniversite okuyor Niğde’de. Başka bir şehirde yani. Bu da yurt demek, yemek, yol demek. Sadece haftada 350 lira yol parası veriyor, okula gitmek için. Yurt ücreti zaten arttı bu sene. Bir kardeşim liseye gidiyor; otobüs parası var, yemek parası var. Kantin fiyatları uçmuş durumda. Bir tost olmuş 45-50 TL. Babam şu an çalışmıyor, bahçeye gidiyor arada. Bütün bunlara benim asgari ücretim yetmez. Ailem bu durumda olmasa, belki ben bu işe devam etmezdim.” Faturalar ayrı dert zaten ama Nazlı ve ailesi, çözümü evde her şeyden tasarruf etmekte bulmuş.
Nazlı’nın bir diğer sıkıntısı da “akraba yanında çalışmak”. Kadınlar açısından; tarla, bahçe, sera işleri gibi güvencesiz işlerde olduğu kadar görece daha güvenceli olan (sigorta vs.’den kaynaklı) işyerlerinde işe girmek bir tanıdık olmadığında zor oluyor. Ancak bu tanıdıklar, yakınlık derecesi arttıkça kadınlar üzerinde bir denetim mekanizmasına dönüşüyor. Nazlı da benzer bir zorluğun içerisinde…
“Buralarda genelde zaten insanlar, tanıdıklarını, akrabalarını işe alıyorlar. Ben mesela bazen diyorum ki, akraba olan bir yerde çalışmamalı insan. Çünkü minnet duygusu oluyor insanda. Mesela burada akrabam sorumlu bir insan ve beni buraya ‘yeğenim’ diye aldırdı. Öyle olunca, o akraba, patron karşısında mahcup olmasın diye daha çok çalışman gerekiyor. Mesela diyelim telefon geldi, çıktın konuştun; ‘herkes konuşsun, siz konuşmayın, bana yukarıdan laf gelmesin, akrabalarını kayırıyor demesinler’ der. Böyle olunca ister istemez daha dikkat ediyorsun tavırlarına. Burada mesela başka akrabalarımız da var, bir şey olsa hemen diyoruz, ‘biz dikkat edelim, abimize laf gelmesin’. Diyelim mesai var akşama, yorgun olsak da, çalışmak istemesek de, biz diyoruz ki ‘o zaman biz çalışalım, akrabalarına torpil geçiyor, demesinler.’ Ben kitap okumayı çok seviyorum, bir sürü de kitap almışım ama bu yoğunluktan, yorgunluktan okuyamıyorum ki. Herkesten çok çalışmak zorunda kalıyoruz bu torpil korkusundan. ”
Yapmak istediğim çok şey var ama maddiyata bağlı
Nazlı ile evde geçirdiği tek günü nasıl değerlendirdiğini konuştuk bir de. “Cumartesi gelince sanki o pazar çok uzun geçecekmiş gibi geliyor ama öyle değil, çok çabuk geçiyor. Biraz daha rahat uyuyorsun ama kalkınca ev işlerine dahil oluyorsun. Mesela annemin dip bucak temizlik yapası gelir o gün. (Gülüyor.) Evde erkek çocuklar da var ama bilirsin, bizde kız-erkek çocuk ayrımı olur hep. Her ne kadar anne babalar ‘ayrım yapmıyoruz’ dese de. O pazar dinleneyim mi, arkadaşlarımla mı buluşayım, ailemle mi zaman geçireyim, ev işi mi yapayım? İnsan bir gün içinde ne yapacağını bilmiyor. Yetmiyor, bir gün yetmiyor. Hadi diyelim, arkadaşlarınla buluştun. Kız olduğum için belirli bir saat dilimim var, eve geç gidemem. Dışarı çıksan para sıkıntısı da var. Dışarıda bir kahve içmeye kalksam 80-90 lira. Anneme sorsam, ‘ver o parayı, sana çekilmiş bir kilo kahve getireyim, bir ay evde içersin’ der. Ama öyle olmuyor işte, genciz, insan gezmek, dışarı çıkmak istiyor. Ama benim günüm, annemin yanında geçiyor.”
Hayalleri var Nazlı’nın ama çalışmaktan hiçbir şeye vakit ayıramıyor. “Ben kütüphanede çalışmayı çok isterim. Yardım çalışmalarına katılmayı çok isterim. Yetimhanelerde, huzurevlerinde, sosyal hizmetlerde bir şeyler yapmayı çok isterim. Ama o da para, yani illa bir gelirin olması lazım. Ülkeyi gezmek isterim. Gezmek istediğim başka ülkeler var. Hemşire olmak istiyorum. Bak ne kadar çok var istediğim, ama hepsi maddi duruma bağlı.”
* isbi.com.tr
**Gerçek ismi değil
Fotoğraflar: Rahime Karvar