Bahar Gök bihargok1982@gmail.com
Hiçbir somut kanıt olmadan görevinden ihraç edilen Dr. Benan Koyuncu, sağlık emekçilerine yönelik baskıların giderek arttığına, bu nedenle çok sayıda emekçinin ülkeyi terk ettiğine dikkat çekiyor. Koyuncu, “Gidenlere bir şey diyemiyorum. Çember gerçekten daralıyor. Canımıza, yakınlarımızın canlarına, ormanlarımıza, doğaya, emeğimize, işçi sınıfına nasıl kastettiğini görüyoruz mevcut iktidarın. Ama kalıp mücadele etmemiz lazım” diyor
Çankırı Devlet Hastanesi’nde Acil Tıp Uzmanı olarak çalışan Dr. Benan Koyuncu, 30 Eylül’de görevinin başındayken, Sağlık Bakanlığı tarafından nedenini bilmediği bir şekilde ihraç edildi. ‘15 Temmuz Darbe Girişimi’nin hemen ardından, asistan olarak çalıştığı Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde, FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle açığa alınmıştı ilk olarak. O günden bugüne birçok soruşturma geçiren Koyuncu, tüm soruşturma süreçlerinden aklanarak görevinin başına döndü dönmesine ama Sağlık Bakanlığı kendisinin üzerinden elini bir türlü çekmedi. Güvenlik soruşturmalarına tabi tutulurken ataması ertelendi, sosyal medya hesapları sürekli kontrol edildi, çalıştığı hastanelerde “terör örgütleriyle ilişkisi” olduğuna dair söylemlerde bulunuldu, hiçbir somut kanıtı olmayan belgelerle görevinden edilmeye çalışıldı, katıldığı demokratik açıklamalar ve eylemlerde şiddete maruz bırakıldı.
Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu üyesi olan Benan Koyuncu toplumsal sorunlar karşısındaki duruşundan dolayı böyle bir kararla işinden edildiğinden emin. Çünkü iktidarın, -başta pandemi sürecinde sağlık alanı olmak üzere- yönetememe krizinin derinleştiğini, bunun faturasını da her zaman olduğu gibi muhalif kesimlere kesmeye çalıştığını biliyor. Koyuncu’yla ihraç sürecinin yanı sıra; sağlık alanındaki işten atma, mobbing ve sindirme politikalarına, hastanelerdeki hasta yoğunluğuna, sağlık emekçilerine yönelik artan şiddete ve bunun bir parçası olarak tükenmeyle karşı karşıya kalma haline dair sohbet ettik.
Tweetlerimden delil çıkarmaya çalıştılar
30 Eylül’de ihraç edildiniz; ama öncesinde de iki defa açığa alınmış ve geri dönmüştünüz. Süreci anlatır mısınız?
İlk olarak 15 Temmuz sonrasında açığa alındım. İlk zamanlarda sol örgütlerle ilgili bir düzenleme yoktu, FETÖ için düzenleme vardı sadece. Ben o dönemde açığa alındım. Sonrasında 2 ay boyunca soruşturma geçirdim. Soruşturmada attığım tweetler soruldu. Daha doğrusu, ben açığa alındıktan sonra bir kamuoyu oluştu, ‘Solcu bir doktoru niye açığa alıyorsunuz?’ diye. Yeni Şafak gibi yayın organları haber yaptılar bunun üzerine. ‘Terörist doktor’ dediler hakkımda, attığım tweetleri yazdılar. Yani sonradan delil oluşturuldu. Dekanlığa da muhtemelen tepeden inme bir kararla geldi.
Bir de şu var: Ben Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde asistan olarak 2014 yılında göreve başlamıştım. Ama 2013 yılındaki tweetlerimden beni sorguladılar. Kanunen böyle bir şey yapamazlar. 2013’de Diyarbakır’da yaşıyordum. O dönem bir çocuğun öldürülmesiyle ilgili bir tweet atmıştım. Onu sorguladılar. Üniversitenin kendi komisyonuna savunmamı verdim 2 defa. 2 ay sürdü. Mahkeme kararı olmasına gerek kalmadan işime geri döndüm.
Sonrasında görevime devam ettim. Herhangi bir soruşturma yaşamadım. Soruşturmanın sonucunda da bir ceza almadım. Geri döndüğümde hakkımda herhangi bir örgütle bağımın olmadığına dair bilgilendirildim. 2018 yılında Acil Tıp Uzmanlığı sınavımı verdim. Atamaya hak kazandım. Çankırı Devlet Hastanesi çıktı bana. Ancak güvenlik soruşturması nedeniyle atamam yapılmadı. 2019’un Mayıs ayında ret aldım. Dava süreci başlattım. Mahkeme sonucunda ekim ayında yine geri döndüm görevime.
Eski eşimin dosyasını bile koymuşlar
Dava sürecinde nelerle karşılaştınız?
Dava süreci de şöyle gelişti: Bakanlıktan elime bir dosya geldi, fişleme dosyası. 2008-2018 yılları arasında çok sayıda eyleme katıldım. Bu eylemlerde bir sürü örgüt sıralamışlar. PKK, DHKP-C, TİKB gibi bir sürü örgütle ilişkili olabileceğim söylenmiş. İkincisi, sosyal medya hesaplarımda yine terör örgütleri lehine paylaşımlar yaptığımı yazmışlar. Ama hangi eylem, hangi paylaşım olduğuna dair hiçbir şey yok. Çok sayıda sosyal medya paylaşımı olduğu yazılmış. Ama hangi sosyal medya hesabım ya da hangi paylaşım suç teşkil ediyor, hiçbir şey yok. Belge yok. Bütün eylemlere katılmaya çalışıyorum açıkçası Ankara’da yapılan. Bu saatten sonra da katılacağım. Yine sosyal medyadan, toplumsal sorunlarla ilgili konularda duyarlılık gösteren mesajlar atıyorum, atmaya devam edeceğim. Bunlar suç değil zaten.
Üçüncü olarak da eski eşimin dosyası vardı. O dönem ayrılmıştık, kendisi de beraat etmişti o dosyadan. Onun dosyasını koymuşlardı. Yine dilekçemizi verdik tabii. Hangi eylem olduğunu sorduk. Ayrıldığımızı, eski eşimin de aklandığını belirten bir yazı yazdık. Bunun üzerine emniyet bize bir dosya yolladı. Emniyetin dosyasında da “bu kişi ile ilgili herhangi bir dosyaya rastlanılmamıştır” yazıyordu. Yani yine bir şeye rastlamadılar.
Bu son belgeden sonra mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ben işime başladım. Mahkemeyi işe başladıktan sonra kazandım. Sağlık Bakanlığı itiraz etti. Onların itirazına rağmen sonuç yine değişmedi. Bu dava zaten tamamlandı. Sonrasında da, geçtiğimiz iki üç ay öncesinde benimle birlikte, benim gibi mahkemeyi kazanan birçok meslektaşıma ve sağlık çalışanına belge gitti. Ben uzun süredir bu sürecin içerisindeyim maalesef ki, bu üçüncü oluyor artık. Aynı zamanda Tabip Odası yöneticiliği de yaptığım için diğer meslektaşlarım aracılığıyla da gelen belgeleri görüyorum. İlk defa bu kadar hukuksuz bir şey gördüm. Ve bu belge bana geldiğinde ben acil serviste çalışıyordum. Belgede “Hakkınızda terör örgütleriyle iltisaklı olduğunuz bilgisine ulaşmış bulunmaktayız, bu konuyla ilgili savunma yapın” yazıyordu. Bu konuya karar da vermişler. Copy paste şeklinde, bütün sağlık çalışanlarına, benzer bir belge gitti.
Hepimize aynı yazı gönderildi
Son dönemde yeniden, dayanaksız, hukuksuz işten atmaların arttığını görüyoruz, bunun sebebi ne sizce?
15 Temmuz sonrasında çıkan bir yasa vardı ihraçlarla ilgili, geçici 35.madde. Bu yasanın süresi Temmuz 2021’de bitecekti. Haziran ve temmuz aylarında hepimize hızlıca belge yollamalarının nedeni de bu aslında. Yasa tamamen kalkmadan hepimizi tekrar ihraç etmeye çalışacaklardı. Temmuz ayı bitse de o yasa 3 yıl daha uzatıldı. Uzatıldıktan sonra muhtemelen hepimize yollamaktan vazgeçtiler, bir kısmımıza yollandı o yazı. Ama bu sürecin sonunda hepimize aynı yazı gönderildi, “Hakkınızda böyle bir karar verildi” diye. Geçtiğimiz ay bazı arkadaşlarımız atıldı. Ama kaç kişi olduğunu henüz tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz, Aydın’dan bir arkadaşımız, Van’dan bir arkadaşımız, Batman’dan bir arkadaşımız var.
Bu arada Ankara Tabip Odası da bu konutu görüşmek için Sağlık Bakanlığı’na gitti. Bakanlığa gittiklerinde, bakanlığın hukuk bürosundan da birileri gelmiş, bizim hukukçularımız da vardı. Bizim hukukçularımızdan biri de benim avukatımdı. Benim dosyamı da götürmüştü. “Bakın tekrardan soruşturma açmışsınız, bu soruşturmada da direkt karar vererek açmışsınız. Bunu anlamadık, hukuki olarak çok sıkıntılı bir belge bu” diye anlatmış ve sebebini sormuş. Kendileri de bakıp incelemişler dosyayı, “Evet bu dosyada bir şey yok, bu kişiyle ilgili bir suçlama yapamayız, herhalde bir yanlışlık oldu” demişler. Maalesef ki çoğu kişiyi hiçbir suçu olmasa bile, davaları devam ederken, direkt Sağlık Bakanlığı hukuksuz bir şekilde işten çıkartıyordu. Tersine bir süreç işliyordu tam olarak. Onlar bizi suçluyor, biz masum olduğumuzu anlatmaya çalışıyoruz.
Bu süreçte Sağlık Bakanlığı veya hastane yönetimi tarafından mobbinge maruz kaldınız mı?
Benan Koyuncu: Kendim tanık olmadım; ama Çankırı Devlet Hastanesi’ne ilk gittiğimde o dönemki başhekim herkese gidip benim hakkımda olumsuz konuşmalar yapmış. Başhekim ataması çıkıp başka bir hastaneye gittikten sonra çalışma arkadaşlarım söyledi bana. Daha sonra öğrenmiş oldum yani.
Şöyle biraz; kamuda yüz binlerce insan ihraç edildi. Bu kişilerin çoğuna bakıldığında ihracının altında belli kişiler var ve sürekli bir şeyler yapıyorlar zaten. Sivil polis gibi çalışıyorlar. O kişileri kötülüyorlar, haklarında bilgi topluyorlar. Binlerce kişinin ihraç olmasının altındaki neden, çalıştığımız kurumlardaki çalışma arkadaşlarımızdan kaynaklı maalesef. Benim arkamdan da benzer şeyler söylenmiş, terörist demişler muhtemelen. Buna karşı çıkan arkadaşlar da olmuş tabii, neye göre böyle konuşuyorsunuz diye. Çıkarıldığımı duyan hastalarım, çoğu taşeron olan çalışma arkadaşlarım sosyal medyada, çok iyi çalıştığımı, hastalarıma çok iyi davrandığımı, hakkımda başka bir durumun söz konusu olamayacağını, hepsiyle ilişkilerimin çok iyi olduğuna dair yazılar yazdılar. Bazılarına hem şaşırdım hem çok sevindim.
Sağlıkçılara yönelik baskılar arttı
Her ay 80 sağlık çalışanının istifa ettiği, hastanelerin kilitlendiği ve sağlık çalışanlarına çok fazla ihtiyaç duyulduğu böylesi bir dönemde işten çıkarılmanızı nasıl okumak gerekiyor?
Artık sağlık çalışanları sürekli isyan döneminde. Pandemi döneminde çok dokunamadılar, kamuoyu da bizden yana döndüğü için. Ama tekrar bizlere yönelik şiddet artmaya başladı. Devletin de bize baskıları arttı. Aile hekimlerine yönelik ceza yönetmeliği şu anda gündemde. 17 Ekim’de eylem yapmayı düşünüyorlar tüm Türkiye’de. Muayene sürelerinin beş dakikaya inmesi gündemde. Beş dakikada hangi hastaya hangi tanıyı koyabileceğiz? Bu bizim için de bir mobbing kaynağı aynı zamanda.
Pandemi süreci yönetilemiyor zaten, bu yüzden de hastaneler kilitlenmiş durumda. Bunun da çözümü olarak şöyle bir şey yapıyorlar: İstifaları yasaklıyorlar, izinleri engelliyorlar. Şu anda izinler güya açık; ama çoğu arkadaşımız izne çıkamıyor. Çalışma arkadaşlarıma veda etmek için gezerken herkes ayrı bir derdini anlattı zaten. Bir arkadaşımız da 61 yaşındaki eşinin iki hafta izin istediğini ama İl Sağlık Müdürlüğü’nün izin vermediğini söyledi. Çünkü hastaneler o kadar kilitlenmiş durumda ki bizler izin kullanmadan çalışıyoruz, fazla mesai yapıyor herkes. Yıpranmanın ötesinde çalışıyoruz, fazla nöbetlerin parasını alıyoruz ama yıpranmanın karşılığı değil bu.
Sağlık çalışanlarına nasıl bir mesaj verilmek isteniyor sizce?
İşte bu kadar baskıya karşı bize “Susun” deniyor. “Size izin vermeyeceğiz, 5 dakikada muayene yapacaksınız, kesinlikle ceza yönetmeliğini geçireceğiz, basına açıklama yapamayacaksınız, sadece bizim çizdiğimiz sınırlar doğrultusunda çalışacaksınız.” Bir kişiye üç kez aynı soruşturmayı yapıp farklı sonuç beklemenin tek anlamı bence bu. Bu şekilde bir mesaj verilmeye çalışılıyor.
Toplumsal eylemliliklerde de yıllardır aktif olan bir doktorsunuz, bu yönlü de saldırılar yaşadınız…
Ankara Kadın Platformu’nun toplantılarına ATO’yu temsilen ben katılıyorum. Kadınlar olarak düzenlediğimiz eylemliliklere de son dönemde çok katıldım. Buralarda polis şiddetine de maruz kaldım. Bazı arkadaşlarım bunların da etkisinin olduğunu düşünüyor bu süreçte. Çünkü Ankara’da kadınlar dışında son dönemde sokağa çıkan kimse yok maalesef. Ben de tüm eylemliliklere katıldım. İstanbul Sözleşmesi eylemlerinde, kadın cinayetleri eylemlerinde, Şule Çet dava sürecinde, Ankara’da taciz ve tecavüze uğrayan kadınların mahkeme süreçlerinde her zaman yer aldım. Dosyamda katıldığım söylenen eylemler içerisinde bunların da karşıma çıkacağını düşünüyorum. İktidarın zaten kadınlara yaklaşımı belli. Ankara’da her eylemde şiddete maruz bırakılıyoruz neredeyse. Polislerin sözlü tacizleriyle uğraşıyoruz. İstanbul Sözleşmesi eyleminde çok fazla küfürle karşılaştık. Bu koşullar altında kadınlar olarak haklarımızı savunmaya çalışıyoruz.
Çember gerçekten daralıyor
Bundan sonrası için neler yapmayı planlıyorsunuz; sağlık çalışanlarına, meslektaşlarınıza neler söylemek istersiniz?
Bizim için baskılar gittikçe artıyor. Bu süreçte bence kaybedeceğimiz çok fazla bir şey kalmadı. Beş dakikada muayene etmek iki taraf için de ölüm demek bir nevi. Bizim için çok fazla bir yoğunluk, bir sürü dava demekken hastalar için asla tanı konulamaması demek. Diğer koşullar da kabul edilemeyecek durumda. Bütün baskılara rağmen insanların artık bence toplu bir şekilde tepki göstermesi lazım. Ben hiçbir zaman bu kadar muhalif bir ortam olduğunu görmedim açıkçası. Mevcut iktidara oy veren insanlar da dahil olmak üzere herkes bir şekilde eleştirme halinde. Ve insanlar çok mutsuz. Sağlık çalışanlarının çoğu da yurtdışına gitmeye başladı. Yurtdışından bana ulaşan insanların çoğu “Boşta kalma, gel burada çalış” dediler ama ben burada kalıp mücadele edeceğimi söyledim. Gidenlere de bir şey diyemiyorum. Çember gerçekten daralıyor. Sadece çalışma ortamlarımızda da değil. Canımıza, yakınlarımızın canlarına, ormanlarımıza, doğaya, emeğimize, işçi sınıfına nasıl kastettiğini görüyoruz mevcut iktidarın. Ama kalıp mücadele etmemiz lazım.