Organize bir kadın işçi cinayeti: Esin Albayrak

Osmaniye’deki Ertürk Tekstil’de çalışan Esin Albayrak, işyerinde beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti. Klimaların kullanılmadığı, aşırı sıcağa bağlı bayılmaların hep olduğu işyerinde, kadın işçilere yönelik mobbing, şiddet ve cinsel taciz de vardı. Eski çalışan Gülay, “Bugüne kadar şansımıza kimse ölmedi” diyor.
Paylaş:

Esin Albayrak… Ellili yaşlarda, Osmaniye’de yaşayan bir tekstil işçisi… Son yedi yıldır Ertürk Tekstil’de çalışıyordu. Çalıştığı atölye, Zara’ya kot pantolon üretiyor. Esin Albayrak bu pantolonlara ilik açma bölümündeydi. İlik açarken, düğme preslerken elleri makineye sıkışıp parmakları patlayan bir işçiydi. Çoğu zaman kolonya ve suyla ‘pansuman’ yapıldıktan sonra işinin başına geri dönmek zorunda kalıyordu. Hayatını tek başına sürdürürken işsiz kalma lüksü olmayanlardandı yani. Belki bu nedenle insanlık dışı çalışma koşullarına yüksek sesle itiraz edememiş çoğu zaman. Hastaneye gitmesi gerektiğini bildiği ancak izin verilmeyeceğinden ve hakaret edileceğinden emin olduğu için işe gittiği o son gün gibi…

İşçilerin iddiasına göre, sabah işe gittiğinde “Başım ağrıyor” diyen Esin Albayrak’a “Çalışmaya başla, birazdan geçer” denilmiş. Gün içerisinde servisçiyle yaşadığı tartışmayla da strese girmiş. Servis şoförleri aynı zamanda atölyede işçi olarak çalıştırılıyormuş. Tartışma, ustabaşının müdahalesiyle sonlanmış. Bir süre sonra, havalandırılmayan atölyedeki sıcaklığın da etkisiyle Albayrak fenalaşarak yere yığılmış. Ustabaşı ve yaverleri makine başında su ve kolonyayla Albayrak’ı ayıltmaya çalışmış. Uyandıramayınca, kadını ellerinden ve ayaklarından tutarak mescide götürmüşler. Ambulans çağrılmamış. Mescitte 45 dakika daha ‘müdahale etmeye’ çalışmışlar.

45 dakika sonra patronlar onu kendi araçlarına taşıyıp hastaneye götürmüş. Hastanede, beyin kanaması geçirdiği anlaşılan Albayrak için yapılacak pek bir şey kalmamış. Kalp masajıyla kalbi çalıştırılan kadın işçi entübe edilmiş.

Esin Albayrak, yoğun bakımda dokuz gün kaldıktan sonra hayatını kaybetti. Böylece emekli olup keyif sürmesi gereken yaştaki bir kadın daha, ağır çalışma koşulları, stres, aşırı sıcaklar, yanlış ve eksik müdahale ile alenen bir iş cinayetine kurban gitti.

Hızlı büyü, azgın sömür

Ertürk Tekstil’in patronları, Erhan ve Ercan Türk isimli kardeşler. Daha önce Aytek olarak tekstil sektöründe küçük ölçekli işler yapıyorlardı. Zara grubuyla anlaştıktan sonra hızlıca büyüdüler ve 200 çalışana ulaşarak Ertürk Tekstil olarak devam ettiler. Çoğunluğunu kadın işçilerin oluşturduğu atölyede Erhan Türk ustabaşı olarak da çalışıyor. İşçilerle tüm muhataplığı Erhan Türk yürütüyor. Hızlı büyümenin de getirdiği kâr hırsıyla işçilerin ensesinde boza pişiriyor.

Ertürk Tekstil’de daha önce çalışmış olan Gülay ile görüşerek, atölyedeki kadın işçilerin halen içinde bulunduğu koşulları konuştuk. Esin Albayrak’ın iş cinayetiyle katledilmesine giden sürecin münferit olmadığını da öğrenmiş olduk.

Sık sık bayılanlar, fenalaşanlar olurdu. Koştura koştura çalış, bir de üstüne sıcak… Doğru düzgün su da içemiyorsun. Fenalaşıyordu insanlar. Su çırpıyorlardı o durumda. Kolonya sürüyorlardı. Kendine geldikten sonra işe devam ettirirlerdi.

‘Bu zamana kadar bir ölüm olmaması şanstı’

Gülay, Ertürk’te beş yıl çalışmış. Emek sömürüsünün en azgın haliyle yürütüldüğü atölyede işçiler neredeyse her dakika işten atılma tehdidiyle karşı karşıya kalıyormuş. Kendisi bir şekilde oradan kurtulmuş ve rahatlamış.

Herkesin asgari ücret aldığı fabrikada fazla mesai ücretleri elden veriliyormuş. Yıllık fazla mesai saatlerini aşmayacak şekilde hesaplayarak herkesi zorla mesaiye bırakıyorlarmış. İşçilerin itiraz etme şansı yokmuş tabii. Yıllık izinler iki yılda bir kullandırılıyor, hakaretler küfürler havada uçuşuyormuş.

Rahatsızlanan işçilerin rapor aldıklarında dahi zorla çalıştırıldıklarını anlatıyor Gülay. “Bu zamana kadar bir ölüm olmaması şanstı” diyor. Pandemide Covid testi pozitif olanlar gizli gizli çalıştırılmış. Daha onlarca hak gaspı, baskı, tehditle işçiler sindirilmiş.

Su ve kolonya ile ilkyardım

AKP ile çok yakın ilişkileri olan patronlar, bu yanıyla da işçileri sindirmekte kısmen başarılı oluyorlar. Bugüne kadar şirkete dair yapılan şikâyetler yetkililerin dikkatini çekmemiş, bu güçlü ilişkiler sayesinde. Hatta bir gün işe gitmeyen işçilerin iki günlük yevmiyesini keserken “Yasal mevzuat bu, istediğiniz yere şikâyet edin” deniliyormuş rahatlıkla. Hastalanan, izin kullanması gereken işçiler, korkuları üzerinden yönetilmiş.

Kadınlar bu tehdit ve baskılara en fazla maruz kalanlar… Regl döneminde tuvalete daha sık gitmeleri durumunda bizzat Erhan Türk’ün, giden kadının makinesinin başında bekleyerek mobbing yaptığı söyleniyor. Farklı rahatsızlık hallerinde ise makinelerin arasına uzanarak ‘dinlendirdiği’ işçilerin tepesinde de bekleyebiliyormuş adam. Tanık olduğu bir olayı Gülay şu şekilde anlatıyor:

“Rahatsızlandığında makine arasına uzanarak dinlenen bir kadın vardı. İzin almak, hastaneye gitmek, rapor kullanmak kesinlikle yasaktı. Burnumuzdan fitil fitil getirirlerdi. Kadın ne kadar uzandı bilmiyorum; çünkü bir yandan sayımı yetiştirmem gerekiyordu. Kadını ayağıyla iteleyerek ‘Yeter dinlendin, kalk hadi’ dedi. Sonra da vurmaya devam etti. Düşünsenize ne kadar onur kırıcı. Kadın da yarı uyanık kalkıp işinin başına geçti.

Sık sık bayılanlar, fenalaşanlar olurdu. Koştura koştura çalış, bir de üstüne sıcak… Doğru düzgün su da içemiyorsun. Fenalaşıyordu insanlar. Su çırpıyorlardı o durumda. Kolonya sürüyorlardı. Düşerken oraya buraya mı çarpmış, önemsemezlerdi. Kendine geldikten sonra işe devam ettirirlerdi. Kolu alçıda olan bir kadını o haliyle çalıştırdılar. Raporu bitmemişti kadının. Raporu aldığının ertesi günü işe zorla getirttiler. Alçıyla çalışan çok işçi oldu. Korona olan işçileri evlerinin önüne araba göndererek zorla getirttiler. Mecburen çalışıyorduk.”

“Orada çalıştığım süre boyunca bir gün bile mutlu hissetmedim kendimi. Çaresizlikten bir ara her gün ağlıyordum. Çoğu kadın da aynı durumdaydı. Hâlâ aynı. Oradan kurtulan, kendini cennete düşmüş gibi hissediyor.”

Kadınlara küfrediliyor

Kadın-erkek herkesin maruz kaldığı hakaretlerin ve küfürlerin dozu, kadınlar üzerinde daha fazlaymış. Cinsiyetçi küfürlerle karşılaşıyorlarmış. Kadınlar, tazminatlarını kaybetmemek için devam etmişler işe.

En ufak bir hak talebini terörizmle ilişkilendirmekte uzman olan Türk kardeşler, yemekler konusunda yapılan itirazları da duymazlıktan gelmiş. İşçilerin tamamına yakını mide ve bağlı rahatsızlıklar yaşadığını söylerken, “Evinizde ne yiyorsunuz siz, bunu bulduğunuza şükredin” diyerek onları aşağılamış. Zaten yemek ve çay molaları da tam hakkıyla kullanılmıyormuş. Saat başı adet sayısıyla alakalı olduğunu söylediği bu duruma şöyle açıklık getiriyor Gülay:

“Diyelim, makinende yedek var. Onu yetiştirmek zorundasın. Yetiştiremezsen ‘Yemeğini ye, hemen gel’ diyorlar. Yemek molanı kullandığını görürlerse bağırmaya başlıyorlar. Molasını tam kullanamayan çok insan var. Hızlıca yiyip makinesinin başına geri koşuyor. Yoksa insanların içinde seni öyle bir rencide ediyorlar ki kafanı kaldırıp kimsenin yüzüne bakamıyorsun. Bunların parasını ödemeleri mümkün değil. Zaten mesailerin parasını bile kılıfına uydurup kesip duruyorlar. Mola parasını kimse ağzına alamazdı.”

Aşırı sıcaklarda dahi klimaların çalıştırılmadığı atölyeye, işçilerin bazıları kendi vantilatörlerini getiriyorlar. Eline iğne batan işçinin elinden pense ile iğne çıkarıldığına tanıklık etmiş bazıları. Pensenin tutamadığı kadar derindeyse eğer, bizzat Erhan Türk işçinin parmağındaki iğneyi kendi elleriyle sıkarak çıkarmaya çalışıyormuş. Sonrasında kolonya…

Çalıştıkları süre boyunca sağlık taraması görmeyen işçilere tetanos aşısı da yaptırılmıyormuş. İşçiler kendi ceplerinden ödeyerek aşı oluyorlarmış.

Gülay, şöyle devam ediyor:

“Orada çalıştığım süre boyunca bir gün bile mutlu hissetmedim kendimi. Çaresizlikten bir ara her gün ağlıyordum. Çoğu kadın da aynı durumdaydı. Hâlâ aynı. Oradan kurtulan, kendini cennete düşmüş gibi hissediyor. Şimdiki işimle kıyaslıyorum ben de. Patron ve ustalar, ‘Rahatsız olduğunuzda işe gelmeyin’ diye kendileri söylüyor. Gitmediğimizde bir sorun olmuyor. Raporun, sevkin neyin varsa işte, içeriye vermen yeterli. ‘Geçmiş olsun’ diyorlar. Ertürk’te bırak ‘Geçmiş olsun’ demeyi, yüzümüze bakmazlardı. Hakareti küfrü…”

“Bugüne kadar şansımıza kimse ölmedi. Belki bu sayede artık Çalışma Bakanlığı, diğer yetkililer bir şeyler yaparlar. Erhan-Ercan Türk’ün her yaptığı yanına kâr kaldı. Bu sefer de kalmasın. Başka kimsenin ölmesine izin vermesinler artık…”

‘Bu sefer de yanlarına kâr kalmasın’

Tüm bunlara artık tahammül göstermeyen ve bir araya gelmeye çalışan işçiler de tazminatsız olarak işten atılmış şimdiye kadar. Üstelik işçiler kendi istifa etmiş gibi gösterilmiş. Tabii tüm hakları verilmiş gibi de gösterilerek… Prosedürü bilmeyen işçilerin büyük kısmı bu ayak oyunlarına düşmüş. Düşmeyen ise “Tazminatını alamazsın” denilerek, okumasına fırsat verilmeden imza atmak zorunda bırakılmış.

Bunu çıkarıldıktan sonra fark eden işçilerin çoğu Ertürk Tekstil’e dava açmış. İşe iade davalarının çok olduğunu söyleyen Gülay, patronların bugüne kadar bir ihtar bile almamış olmasına içerliyor. “Hep görmezden geldiler, işçiyi hiç düşünmediler” diyerek isyan ederken “Bir inceleme olması için illa birinin ölmesi mi gerekiyordu” diye soruyor haklı olarak.

Esin Albayrak’ın katledilmesinin ardından gözlerin çevrildiği Ertürk Tekstil’de halen çalışan işçilere, cinayete dair dışarıya verecekleri bilgilerin işyerinin kapanmasına neden olacağı söylenmiş. Böylece işçilerin susturulduğuna değinen Gülay, baskının daha da arttığına dikkat çekiyor. “Burası sizin ekmek yediğiniz yer, atölye kapanır, siz de işsiz kalırsınız. Siz yapmazsınız zaten, bize düşman olan eski işçiler yapmıştır” deniyormuş işçilere. Böylece onların eski işçilerle bağları da koparılmaya çalışılıyormuş.

Bugüne kadar şansımıza kimse ölmedi. Belki bu sayede artık Çalışma Bakanlığı, diğer yetkililer bir şeyler yaparlar. Erhan-Ercan Türk’ün her yaptığı yanına kâr kaldı. Bu sefer de kalmasın. Başka kimsenin ölmesine izin vermesinler artık” diyen Gülay, Esin Albayrak’ın ailesiyle birlikte bu davanın takipçisi olacağını söylüyor.

Fotoğraflar: İŞKUR Osmaniye, İSİG Meclisi

Paylaş:

Benzer İçerikler

Güvenlik görevlisi Hülya Onaylı’nın yaşamını yitirdiği iş cinayetinin ardından İzmir’deki bazı tramvay duraklarına seyyar tuvalet konuldu. Kadın işçiler, “5 yıldır bağırıyoruz, illa birimizin ölmesi mi gerekiyordu?” diye soruyor. Sorunlarının tuvaletle sınırlı olmadığını belirten kadınlar, kötü koşullarda çalıştıklarını, sağlıklarının gitgide bozulduğunu anlatıyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!