Hatay Samandağ Atatürk Mahallesi civarlarındayız, yan yana çadırlarda kalan insanlara yaklaşıyoruz. Birbirleriyle akraba olduklarını anlatıyorlar. Önce 11 kişi aynı yerde kalıyorlarmış, daha sonra bir çadır daha temin edilince bir kısmı ayrılmış. Çadırlar evlerinin hemen yanında, “İşte bu, işte bu” diye parmağıyla gösteriyor evini.
Çadırları nereden aldıklarını, AFAD’dan mı ya da diğer resmi kurumlar aracılığıyla mı bulduklarını soruyoruz. “Yok onlardan gelmedi, bu böyle normal çadır…” cevabını alıyoruz. Depremin üzerinden 10 günden fazla zaman geçti ama bir gün önce kurulmuş bu çadırlar da…
Yağmur yağmasın
Evleri depremde ağır hasar almış, içeriye bir şeyler almaya girip hemen çıkıyorlar, öyle oturulup yatılacak durumda değil. Depremde kaynını ve onun eşini kaybettiğini anlatıyor. Cansız bedenlerine ulaşıldığı için şükrediyor. O da arama kurtarmanın çok geç başladığını, daha önce gelinseydi pek çok kişinin kurtarılabileceğini söylüyor:
“Öbür tarafta aile öldü, bu tarafta aile öldü. Sadece bir yaşında bir çocukla ablası kurtarıldı. Diğerleri ölü. Böyle… Deprem olduğunda yatıyorduk. Birden sallandık mı, ya Allah ya Allah ya Allah… Artık ne diyeceğimizi şaşırdık. Evler… Sanki biri dozerle gelmiş evleri yıkıyor. Zaten yağmurdu o gün. Yağmurdu. Koşturduk, bağırdık çağırdık. Öyle kaldık.”
Komşularını, tanıdıklarını, ahbaplarını kaybetmişler. Buradakilere pirinç, şeker gibi yiyecek maddeleri ya hiç ulaşmamış ya da yeteri kadar gelmemiş. Var olanlarla yetinmeye çalışıyorlar. Birkaç gün önce gelen battaniyelerin de yetersiz kaldığını, çoğunun ince olduğunu anlatıyor. Battaniyenin üstünde oturuyorlar ve battaniyeye sarınarak dolaşıyorlar. Geceler zor geçiyor, çünkü buraları çok rüzgârlı. Fakat yağmur yağarsa her şey daha zor olacak. “Allah’a emanet olmuşuz” diyor kadın, burada ve başka yerde de bunun ne anlama geldiğini biliyoruz.
İç çamaşırı, daha fazla iç çamaşırı
Kadınların hemen hepsinin belirttiği ihtiyacı o da tekrar ediyor: İç çamaşırı. Tuvalet, banyo olmadığı için çok sık değiştirilmesi gereken, muhtemelen ne kadar yollansa da yine de devam edecek bir gereksinim bu.
Evlerinin hasar seviyesinin tespiti için henüz kimse gelmemiş: “Dışarıdan bakıp, ‘Ne olursa olsun içeriye girmeyin. Girecekseniz de hemen çıkın ama eşya çekmeyin içinden’ dediler. Zaten çekemem. Çekemeyiz. Korkuyoruz. Duvarlar yıkılırsa gideriz biz. Böyle… Ama evim tespit edilsin, eşyalarımı bir şekilde çekeceğim. Annemgile koyacağım. Valla çadırda kalacağız yani, zaten kirada ev kalmadı artık.”
Annesi hasarın nispeten daha az olduğu bir yerde oturuyor. Çok sıkıştığında onunla kalabilecek. O, eşi, kardeşleri, onların çocukları, babası hepsi aynı yere toplaşacaklar. Çadırlarda kaynana, elti, görümce hepsi yan yanalar.
‘Burası bizim memleketimiz’
Belediye başkanına herkes tepkili. Daha önce dolaştığım yerlerde de burada da “Ayağım kırıldı” diye hiçbir yerde hiçbir arama kurtarma çalışmasına katılmayan başkana veryansın ediyorlar.
“Halimizi görüyorsunuz” diyor Arapça, bir başka kadın. Evet, bakınca görülüyor. Kışı burada geçireceklermiş, burayı terk etmek istemiyorlar. Devletten pek umutları yok, ister yardım etsin isterse etmesin, “Burası bizim memleketimiz” dedikleri yerde kalmak istiyorlar. Gönüllülerden, çevre Kürt illerinden, Azerbaycan’dan, Almanya’dan gelen yardımlarla yaşayabileceklerini düşünüyorlar. Böyle konuştukları için devletin yakalarına yapışabileceğini düşünüyorlar, fakat depremde bazı korkular aşılmış gibi görünüyor. Ölümü, yakınlarının yitimini, yerle bir olan koca apartmanlar altında günlerce enkazda kalan canlarını görmüş onlar; bu insanları kim, hangi araçla, nasıl korkutabilir artık?