İstanbul Kadıköy Belediyesi’nde çalışan kadınların geçen yıllarda sendikanın şube yönetimine talip olarak çıkardığı Mor Liste’den tanıyoruz Hêlin İlcek’i. Hêlin, şimdi Türkiye İşçi Partisi (TİP) Bursa 1. Bölge adayı. Kendisiyle kadın emeği, kadın işçilerin acilen çözüm bekleyen sorunları, milletvekili adaylığı ve politika önerileri üzerine söyleştik.
Öncelikle seni tanımak isteriz…
1986’da Diyarbakır’da doğdum. Silvanlıyım. 2010 yılında lisans eğitimimi Marmara Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi (eski adıyla Kütüphanecilik/Arşivcilik) bölümünde, 2019 yılında yüksek lisans eğitimini yine aynı bölümde tamamladım. Lisans yıllarımdan bu yana çeşitli belediyelerin arşiv ve kütüphane düzenleme projelerinde taşeron işçi olarak görev yaptım. İstanbul Kadıköy Belediyesi’ne ait olan Tarih Edebiyat Sanat Kütüphanesi (TESAK) ve Sinematek/Sinema Evi Kütüphanesi’nde de 2014-2021 yılları arasında uzman kütüphaneci ve arşivci olarak çalıştım. Yani diyebilirim ki, 16 yıldır taşeron işçilikte uzmanlaştım.
Çeşitli işçi örgütlenmesi faaliyetlerine katıldım. Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği (UİD-DER) ile 6 Şubat depremi sonrası Hatay Samandağ Dayanışması’nda gönüllü çalışmalarda görev aldım. Taşeron işçilerin dâhil olduğu Taşeron Belediye İşçileri Birliği (TABİB), Mor Liste gibi çeşitli platformlarda aktif faaliyetlerim devam etmekte. Halen Bursa Nilüfer Belediyesi bünyesinde kütüphaneci olarak mesleğimi sürdürmekteyim.
Çok şanslıyım, mesleğini severek yapan çok az kişiden biriyim. Kürtçe, Osmanlıca, İngilizce biliyorum. Bir çocuk annesiyim. Türk Kütüphaneciler Derneği üyesiyim.
‘İkincil mağduriyet’e neden olunmamalı
İşçi ve aynı zamanda bir dönem Mor Liste’yle birlikte sendikanın şube yönetimine talip olmuş biri olarak, sizce kadın emeğine dair en acil çözüm bekleyen sorunlar neler?
Öncelikle ‘ataerkil ideolojilerin reddedilmemesi’ sorunu.
En acil çözüm bekleyen sorunlardan biri bana göre, -bir kadın işçi perspektifinden bakınca özellikle- İstanbul Sözleşmesi’nin tekrar yürürlüğe girmesi diyorum, kuşkusuz. Çünkü biliyorsunuz, İş Kanunu kadınlar açısından günümüz taleplerini karşılayacak düzeyde değil. Yeniden detaylıca ele alınması, değiştirilmesi gereken bir kanun. Kaldı ki, kadınların -işçi kadınların- haklarıyla ilgili konularda çok yetersiz kalıyor.
En başta ilkesel olarak şu kabul edilmeli: “Buradaki hiçbir madde, ikincil mağduriyete sebebiyet veremez.” Bunun anlamı şu: İş Kanunu’nda kadına yönelik hakları savunacaksak, bir taraf kazanırken bir taraf kaybetmemeli. Örnek vermek isterim: Evlilikle ilgili maddeler yer alırken, boşanmalara dair hiçbir maddenin bulunmaması, özellikle toplu sözleşmelerle çalışan işçi kadınlar açısından ikincil mağduriyet yaratıyor. Evlenirken teşvikler, yardımlar, ücretli izinler havalarda uçuşurken, boşanan/boşanmakta olan kadınlar için tek bir madde olmayışı, sözleşmelerin şiddete maruz kalmış kadından yana hiçbir madde içermeyişi, ikincil mağduriyetlerden en önemlileri bana kalırsa. Kadınlardan sessiz sakin boşanmaları bekleniyor, hiçbir şey talep etmeden yeni bir hayat kurmaya zorlanıyorlar. “Performansları” ön planda tutuluyor. Hiçbir maddi hak, maddi yardım, psikolojik destek ve ücretli izin hakları yok. Düşünsenize bunların önce İş Kanunu’na girdiğini, sonra da toplu iş sözleşmelerinde yer aldığını…
Bu seçim döneminde kadın emeğine dair meseleler, kadın işçilerin sizin de sözünü ettiğiniz sorunları ve talepleri yeterince konuşuldu mu sizce?
Emeğe ve özellikle kadın emeğine dair hem parti programımızdaki hem de İnat ve Umut Bildirgesi’ndeki taleplerimizi bizim kadar net ifade eden bir parti yok neredeyse. Bu konular göz ardı ediliyor demek bile hafif kalır. Bana kalırsa sadece oy zamanı hatırlanıyor. Ama TİP, “işçinin partisi” olarak var olduğu için, esas gündemi işçilerin haklarıdır. Bununla övünmez, zaten var oluş amacı budur. Kadın işçileri ise ön planda tutar.
Az önce de sözünü ettiğim “Ataerkil ideolojileri reddeder” ilkesinin neden bu kadar esas alındığını da belirtelim. Örnek vermek isterim yine: Tek tek partilerin programlarını incelediğimde, kadın emeğine yönelik çalışmaların azlığına tesadüf diyemeyiz. Özellikle iktidar, yani saray rejimi ne vadediyor ki? Kadına evlilik sebebiyle iş akdini fesih hakkı tanıyor, böylelikle onu üretimden koparıyor. Kadını üretimde istemiyor ki zaten… Bırakın kadın işçilerin sorunlarını çözmeye yönelik girişimleri…
Diğer yandan sistem partilerinin çoğunda sermaye sahipleri Meclis’te vekiller şu an. Neden bu konu onların gündemleri olsun ki?
Kadınlar, işçi ölümlerinin son bulmasını istiyor
Kadın işçiler ne bekliyor bu seçimlerden, genel eğilimleriyle ilgili sizin gözlemleriniz neler?
En başta sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kalkmasını talep ediyorlar. Bu çok ciddi bir konu. Kadın işçilerle bir araya geldiğimizde, işçi ölümlerinin tamamen son bulması gerektiğinden bahsediyoruz sık sık ve bir de İstanbul Sözleşmesi’nden…
Sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kalkmasına yönelik bildiğiniz üzere TİP bir kanun teklifi sunmuştu. Ama tabii ki saray rejiminin gündeminde bu yok. Neden olsun? Rahatlarını kaçırmak istemiyorlar. Sendika ağalarından biri Meclis’te biliyorsunuz. Ne yapmış bugüne kadar, kime hayrı dokunmuş? Mesela Bursa’da sendikalı oldukları için işten atılan, 200 gündür direnen Barutçu Tekstil işçilerinin sorununu çözebildi mi? Kadınların öncülüğünde yapılan belki de en güzel direnişlerden biri bu. Ama yok sayılıyor.
İşçi cinayetleri ise gerçekten odaklanılması gereken bir konu. Sendikasız çalışırken hayatını kaybetmiş işçi oranı gerçekten çok yüksek. Bu ölümlerin azaltılması değil, tamamen sona ermesi lazım. Sayının niceliği de açıkçası umurumda değil. Bir hayatın yok olması söz konusu ise kimse susamaz bana göre.
İSİG Meclisi verilerine göre 2023’ün ilk dört ayında en az 46 kadın işçi hayatını kaybetmiş. Bu sayı benim canımı çok acıtıyor. Diyeceksiniz ki “Erkek işçi cinayetlerinin sayısı daha yüksek.” Evet, ama acıları yarıştırmak değil derdim. Bu sohbette kadınlardan bahsettiğim için elbette kadın sayısını belirttim. Ama zaten ülkede giderek üretimden koparılıyor kadınlar. Üretimde kalan, ekmeğini kazanabilen, bu işsizlik ve yoksullukta bin bir zorlukla, emeğiyle geçimini sağlayan o kadınların ölmesi, çok ama çok dert edindiğim bir konu. Üzgünüm, sadece TİP’ten vekil adayı olmam değil mesele, insan olarak üzgünüm, insanlığımdan utanır halde üzgünüm. Bu konuda yapılabilecek ne varsa yapmak için uğraşmaktan başka çaremiz yok.
Somut politika öneriniz var mı bu konuda?
Önce kapitalist ve sömürücü bu sistemle mücadele vermemiz gerekiyor. Bu mücadele için yalnızca Meclis’te olmak da yetmeyecek kuşkusuz. İşçi sınıfının yanında, onlarla omuz omuza her zorlukta, her kavgada, her meselede olmak zorundayız. Bildirgemizde de var; öncelikle yerellerde komisyonlar kurarak, ulusal ölçekte meslek hastalıkları ve de ölümle/yaralanmayla sonuçlanan vakalar için bir sistem geliştirmeyi planlıyoruz. Sonrasında denetimleri sıkılaştırarak, caydırıcı yaptırımlar için Meclis’te bunun kavgasını vermeyi…
En somut politikalarımızdan biri de şu: Sendikasız işçilerin daha fazla öldüğünü biliyoruz. Bu nedenle sendikalaşmanın önündeki engelleri kaldırmak zorundayız. Dolayısıyla neresinden tutsanız elinizde kalacak olan Sendikalar Kanunu’nun yeniden, baştan yazılması lazım, hem de acilen.
ILO 190 onaylanmalı, regl izni yasalaşmalı
Anlattıklarınızın yanında, işyerlerinde cinsiyete dayalı ücret eşitsizliği, kreş meselesi, regl izninin olmayışı, iş yaşamında şiddet ve taciz gibi sorunlarımız da var. Meclis’e girerseniz bu sorunların çözümü için ne yapmayı planlıyorsunuz?
Kreş meselesini kadın milletvekili adaylarının bir araya geldiği çok sayıda toplantıda o kadar çok anlattık ki… Parti programımızda eğitim, sağlık ve beslenme gibi temel insan haklarının ücretsiz olması gerektiğini yazan ve bunu bizim kadar net ifade eden başka bir parti yok. Yok devlet teşviki, yok yüzde 50 yardım vs. değil derdimiz. Temel insan haklarından olan her şeyin ücretsiz olması zorunluluğundan bahsediyoruz.
Saray rejiminin varlığından bu yana 14 milyon kadın üretimden koparıldı, bu çok ama çok ciddi bir konu. Zaten yetersiz olan devlete bağlı kreşler “tasarruf” adı altında kapatıldı. Bunun için ‘Çocuklar Kreşe Kadınlar İşe’ kampanyası başlattık, biliyorsunuz. Kreşlerin kurulması için mücadelemiz sürecek. Köydeki kreşlere de destek verilmesi gerektiğini hatırlatmakta fayda var; illa Ardahan’a, Kars’a gitmenize gerek yok, Bursa içinde bile birçok köy okulu bomboş kaldı. Çocuklar üç köy uzaklıktaki okullara servisle gönderiliyor ve hayatları denetimsizlik yüzünden riske atılıyor. Değer mi?
“Cinsiyete dayalı ücret eşitsizliği”, kadınların üretime katılmaya başladıkları günden bu yana emin olun, dünyanın her yerinde temel bir sorun. Yaklaşık 150 yıldır üretimde olan, çalışma hayatında olan kadınların hem mobbing, taciz ve ayrımcılığa uğramaması hem de ücretlerdeki eşitliğin sağlanması için Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 100 sayılı Eşit Ücret Sözleşmesi ile 190 sayılı Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi de İş Kanunu’na girmeli ve standartlaşmalıdır bize göre.
Şiddet konusunda gelince… Şiddete maruz kalmış kadından hâlâ darp raporu isteniyor, işyerinde gerekli gizlilik prensipleri gözetilmeden bu raporlar uluorta, elden ele geziyor. Sık sık işçilerle bunun hakkında konuşuyoruz. Az önce bahsetmiştim ya, “ikincil mağduriyet.” İkincil mağduriyet değil de nedir bu? Bir kadın kendi öfkesi ve üzüntüsüyle uğraşırken -hepimizin iyi kötü bildiği gibi maalesef- darp raporu almaya gidemeyecek kadar, ataerkilliğin yüzyıllardır genetiğine yüklediği yükünü taşıyor. Ancak adli bir şey olduğunu düşündüğünde gidip aldığı bir şeydir bir kadın için darp raporu. Ama onun dışında, bu ülkede ister eğitimli olsun ister eğitimsiz, kadınlar darp raporu alıp işyerine vermek istemez. Bu ülkenin gerçeği değil bu, ataerkil zihniyet dayatıyor bunu.
İş yaşamında şiddetle mücadele için İş Kanunu’na 6284 sayılı yasadan ilhamla -suiistimale açık mı değil mi düşünmeksizin- kadının beyanının esas olması gerektiğine dair maddeler eklenmeli. Kadının işyeri hekimine muayene olması yeterli olmalı, bunun güvencesi sağlanmalı.
İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesi ve tam anlamıyla uygulanması durumunda, İş Kanunu’na da bahsettiğim maddeleri eklememizin yolu açılacak ve mevzuatta ikincil mağduriyetin önlenmesine ilişkin bir bütünlük sağlanacak. Ancak ne olursa olsun, kanunda kadınların haklarını garantilemek için şu maddeyi zorunlu kılmayı önermek bir başlangıç olabilir: “İster İstanbul Sözleşmesi yürürlükte olsun ister yürürlükten kalksın, bu kanunun tüm maddeleri ‘ikincil mağduriyetlere sebebiyet vermemek üzere’ oluşturulmalıdır.”
Yine gururla söyleyebilirim ki; iş yaşamındaki şiddet, taciz ve mobbingi önleyici uluslararası bir sözleşme olan ILO 190’ın imzalanıp yürürlüğe sokulması talebini, yine yalnızca TİP’in çalışmalarında yazılı olarak dobra dobra ele aldığını görebilirsiniz. Buna bildirgemizde de açıkça yer verdik. Diğer partilerin program ve beyannamelerinde pek göremedim. Hadi ortak beyannameleri anlıyorum, biraz kenarından dolaşılmış. Ama ayrı ayrı partilerin programında neden başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere bu sözleşmelerin açık açık yazılmadığını anlayamıyorum. Çok ciddi bir zafiyet, bana göre. Beyannamelerde “politik” davranmak adına “Uluslararası sözleşmeler imzalanacak” ifadesine yer vermek bize doğru gelmiyor. Net konuşalım, bu apaçık bir taviz. TİP asla bunlardan taviz vermeyeceğini her fırsatta belirtti.
Regl izninden bahsetmiyorum bile… Çok nadir bazı belediyelerin sözleşmelerinde görüyorum, onlar da ne uğraşlarla bu hakkı elde etmiş, anlatıyor çalışma arkadaşlarımız. Ama regl izni bir lütuf değil ve böyle görülmemeli. Kanuna girmesi şart.
Kadınlar ayrı sendika kurabilmeli
Mor Liste’deki deneyiminizden yola çıkarak, sendikalardaki erkek egemenliği, kadın emeğine dair özel politikalar üretilmeyişi ve bununla bağlantılı olarak kadın işçilerin örgütsüzlüğüne dair ne gibi adımlar atmayı düşünüyorsunuz?
Buna dair neden çözüm üretilmiyor? Dediğiniz gibi Mor Liste’deki tecrübeyi düşündüğüm zaman, bana kalırsa temel neden ataerkil zihniyet. Öte yandan işçilerin güçlü olmasını istemiyorlar. Sendikaların devrimci yapılarına boşuna müdahale etmedi devlet ve aygıtları. Sendikaları güvensiz kurumlar haline getirerek tüm işçileri haklarını arayamayacak halde tutmak, onların sermaye çıkarlarını koruyan bir şey. Başta da kadınlar… Bizim bilinçlenmemiz ve örgütlenmemiz, büyük resimde sermayedarların işine gelmiyor.
Bağlantılı olarak sorduğunuz soruya gelince, sendikalaşma önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik kanun teklifimizden bahsetmiştim. Sendikalar Kanunu’nun baştan yazılması gerektiğinden de… Bunlara ek olarak, sendikalara kadın temsilci kotası koymak artık şart. Özel kurumlarda sendikalaşma konusunda zorluk çeken “beyaz yakalı” dediğimiz kadın işçilere yönelik sendikaların kurulması, oradaki kadın örgütlenmelerinin artırılması ve takibi, kadın çalışanların ayrı sendikalar oluşturabilmelerine imkân sağlanması için Sendikalar Kanunu içerisinde yeni maddeler oluşturulması ve yine yukarıda bahsettiğim gibi temsilciliklerde de kadın kotası konması, ilk akla gelen adımlar.
200’üncü günde Barutçu Tekstil’in önündeyiz!
Tekstil işçisi çok sayıda kadının olduğu, geçen yıldan beri peş peşe kadın işçi direnişlerine tanıklık eden bir işçi kentinden, Bursa’dan adaysınız. Bursa’daki kadın işçilerin öncelikli sorunlarına dönük ne gibi çalışmalar planlıyorsunuz?
Evet, Bursa bir sanayi bölgesi. Barutçu Tekstil’e bağlı çalışan dokuz kadın işçinin sırf sendikalaştıkları için işlerinden olmasıyla başlayan direnişi kastediyorsunuz. Bursa için çok örnek bir direniş bu. Öte yandan, fabrika önünde amonyak ve asit tanklarının ağzı açık bırakılıp, işçilerin hayatına kastedilmesiyle bu direniş sıradan bir direniş olmaktan çıktı. Ülke tarihine geçti. Patronlar açıkça “Sendikalaşırsan, direnirsen yok edilebilirsin” demiş oldu kadın işçilere.
Kadınların öncülüğündeki bu direnişle zaten çokça bağımız var. Hatta geçen haftadan beri Öz İplik-İş Sendikası ile yakından görüşüyoruz, sosyal medyada da duyurduk, buradan bir daha paylaşmak isterim. 12 Mayıs Cuma günü (yarın) saat 14.00’te, Barutçu Tekstil direnişinin 200’üncü günü olduğu için orada olacağız. Herkese seslenmiş olalım. Başta TİP Bursa İl Başkanlığı olmak üzere, vekil adaylarımız, üyelerimiz ve gönüllülerimizle kitlesel şekilde kadın işçilere destek vereceğiz. Bursa’daki herkesi bu direnişe destek vermeye çağırıyoruz.
Son olarak eklemek istedikleriniz?
En nihayetinde, emeğin Türkiye’sinde, fabrikalar devletin, devletin ise emekçilerin olduğu günlerde kâr için değil, birilerinin yedi sülalesini zengin etmek için değil, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için üretim yaptığımızda, inanın ki başta iş cinayetleri olmak üzere, kadınların emek alanındaki sömürüsü de tarihin derinliklerine gömülü birer korku hikâyesi olarak yerini alacak. Kadınların temsiliyeti ile Meclis’te çok kararlı bir muhalefet oluşacak, inanıyorum. Kadınların yeniden sağlıklı koşullarda üretime katıldığını hep birlikte göreceğiz.
*Bu haber, Rosa Luxemburg Stiftung tarafından desteklenen ‘Solun Kadın Emeği Politikaları: Sorunlar ve Çözümler’ başlıklı çalışmamız kapsamında yayımlanmıştır.
Manşet fotoğrafı: Bursa’da Bugün