Ekonomik model nasıl olmalı: Yaşamı merkeze alan, eşitliğe duyarlı, çevre yıkımının önüne geçebilen

Önümüzdeki dönemde küresel ve ulusal ekonomiler karmaşık ve çok sayıda zorlukla karşı karşıya kalacak. Üretim zincirlerinde kesintiler, gıdaya erişim, bölgesel savaşlar, enerji fiyatlarının ve enflasyonun yükselişi, göçler ve iklim krizi bunların başlıcaları. Bir an önce yaşamı merkeze alan, eşitliğe duyarlı, çevre yıkımının önüne geçecek ekonomik modellerin hayata geçirilmesi gerekiyor.
Paylaş:

Ekonominin toplumsal cinsiyetle ilişkisini kuran ve eril yapısını değiştirmeyi hedefleyen feminist iktisadın çalışma alanlarından biri, ekonomik krizler ve krizlerden çıkış için uygulanan ekonomi politikalarıdır. Pek çok ekonomik vakada olduğu gibi kaynağı, aktarım biçimleri ve uygulanan politika araçlarının çeşitliliğine bağlı olarak krizler kadın, erkek ve farklı toplumsal kesimleri farklı biçimlerde etkiler. Zaman içinde yaşanan pek çok küresel, bölgesel ve ulusal kriz, toplumsal cinsiyet ve iktisat alanında önemli bir birikim oluşturmuş, feminist politika araçları ve önerileri bu süreçte zenginleşmiştir (Elson, 2014; Rubery, 2021).

Son 25 yıl içinde küresel düzeyde iki büyük ekonomik kriz yaşandı. Bunlardan ilki Küresel Resesyon adını alan 2008-2009 krizi, diğeri ise 2020 yılından bu yana yaşadığımız COVID-19 salgınının yol açtığı ekonomik çöküştür. 2008-2009 krizi finansal piyasaların serbestleşmesine pervasız bir kuralsızlığın eşlik etmesi ile Amerika Birleşik Devletleri’nde ipotek krizine dönüşmüş ve kısa zaman içinde karmaşık finansal araçlarla diğer gelişmiş ülke ekonomilerine taşınmıştır. Bu dönemde Avrupa ülkelerinin bir kısmı krizin ilerleyen evrelerinde borç krizine sürüklenmiştir. Sağlık krizi olarak tüm dünyayı sarsan COVID-19 pandemisinde ise hareketlilik kısıtları ve evde kalma önlemleri öncelikle üretimi ve ticareti durdurmuş; bu önlemler çifte krize (ekonomik ve bakım krizlerine) yol açmıştır. Bu dönemde kadına yönelik şiddet önemli ölçüde artmıştır (ILO ve UNW, 2021).

1980’ler ve 1990’ların krizleri sırasında anaakım iktisat yaklaşımı, toplumsal cinsiyet analizlerini dikkate almıyordu. Bu dönemde ortaya çıkan Latin Amerika borç krizi ve 1997 Asya krizlerinde temel iktisat öğretisinin cinsiyet körü duruşu, feminist iktisatçıları bu krizleri incelemeye, yapısal uyum (kemer sıkma) programlarının istihdam, hane içi üretim ve bakım yüküne etkilerini ortaya çıkarmaya yöneltti. İhracata dönük büyüme modellerinin cinsiyetçi iş bölümüne dayalı karakteri, bu modeli esas alan gelişmekte olan ülkelerde emek piyasalarının durumu ve ücret açıkları, yine krizlerle birlikte araştırılan alanlardan bazılarıydı.

Küresel Resesyon’a geldiğimizde ise yerleşik iktisadın önde gelen isimleri artık toplumsal cinsiyet açıklarını ve bunların ekonomik sorunlarla etkileşimi tanıyordu. Örneğin, Avrupa Birliği Komisyonu üyeleri, IMF Direktörü gibi ekonomist ve politika yapıcı aktörler krizin nedenleri arasında finans piyasalarında kadınların karar verme süreçlerinden dışlanmasını bir neden olarak saymıştı (Elson, 2014; Rubery ,2021; Staveren, 2014). Öte yandan, toplumsal cinsiyet ve ekonomi çalışmalarında düşük gelirli kesimlerin konut kredisi-ipotek borçluluğu ve bunun içinde kadınların kayda değer ağırlığı; bunun yanı sıra, ulusal ve uluslararası politikaların toplumsal cinsiyet körlüğü dillendirilen konular arasındaydı (Rubery, 2021).

Ancak bu parçalı açıklamalar tek başına krizin nedenlerini veya krizle baş etme önerilerini oluşturmada yeterli olmaz. Feminist yaklaşım, ekonominin bütünlüklü bir biçimde analiz edilmesi gerektiğini savunur. Ekonomik büyüme odağı yerine yaşamın sürdürülebilirliğini ekonomi yönetiminin merkezine koyan, finans ve üretim sektörlerinin toplumsal yeniden üretimin (hane içi üretim ve bakım emeğinin) ihtiyaçlarını tanıdığı ve bunları karşıladığı bir modeli, başka bir deyişle, bugün bilinen ekonominin köklü dönüşümünü önerir (İzdeş vd., 2017; Rubery, 2021, Robeyns, 2003); krizleri de bu kapsamda değerlendirir. Krizler sırasında genellikle kemer sıkma programlarında olduğu gibi kamu harcamalarından kaçınmayı değil, iç talebi arttırıcı harcamaları savunur. Bunu yaparken herhangi bir altyapı harcaması yerine özellikle kaynakların sosyal altyapı yatırımları dediğimiz sağlık, eğitim ve bakım sektörüne yönlendirilmesini önerir.

Bugün çok sayıda etkili araştırma, bakım sektörüne yapılan harcamaların kadınların ücretsiz iş yükünü azaltmada ve işgücüne katılımını artırmada diğer altyapı ve harcama türlerine göre daha etkili olduğunu bulmaktadır (İlkkaracan, Kim ve Kaya, 2015). Bu tip harcamalar formel sektörde iyi işler yaratarak işsizliği, özellikle kadınları bu sektöre çekerek kadın işsizliğini azaltmaktadır. En yoksul kesimlere iş alanı sağladığı için yoksulluğu düşürmekte ve büyümeyi hızlandırmaktadır. Bütün bu nedenlerle sosyal altyapı harcamaları cinsiyet eşitliğini iyileştirir. Bu öneriler günümüzde anaakım ulusal ve uluslararası politika yapıcıların ifadelerinde de yer bulmaya başlamıştır[1].

COVID-19 krizinin toplumsal cinsiyet boyutu

COVID-19 salgını üzerine yapılan öncül çalışmalar ekonomide çok boyutlu tahribatları, bununla birlikte kadınlar ve erkekler arasında hem ücretli hem ücretsiz emek alanında yaşanan uçurumların derinleştiğini göstermektedir (ILO ve UNW 2021). Krizin ekonomik yüzü kendini turizm, lokanta, otel, hizmet ve perakende sektörlerinde işsizlik olarak göstermiş, bu sektörlerin kadın emeği yoğun olmaları nedeniyle bu alanlarda kadın işsizliği artmıştır. Sağlık sektörü ve gıda üretimi gibi yaşamsal sektörlerde kadınlar, işyerlerinde sağlık riskiyle yüz yüze ve uzun saatler çalışmak zorunda kalmıştır.

Özellikle alt gelir grupları ve göçmen işçiler ekonomik destek ve güvencelerden mahrum kalmıştır. Evde kalma önlemleri, herkesin bildiği gibi, kadınların ücretsiz iş yüklerini aşırı derecede artırmıştır. Küçük ve orta büyüklükte işletmeler iflasa sürüklenmiş, bu işletmeler içinde kadınların oransal fazlalığı onları daha fazla iflas riskiyle karşı karşıya bırakmıştır (ILO ve UNW 2021). Belirli bir seviyede servet birikimi gerektiren kredi imkânlarına ve kamusal işveren desteklerine kadınların erişimi, yeterli düzeyde varlık sahibi olamamaları nedeniyle kısıtlıdır.

Son dönem Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UNW) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) raporlarından derlediğimiz verilerin bazıları, cinsiyet açıklarındaki durumu çarpıcı bir biçimde gösteriyor: 45 ülkede 100 bine yakın kişi ile Nisan 2020-Mart 2021 arasında yapılan ankete göre;

  • Her 4 kişiden biri işini kaybetmiş,
  • Kadınlarda işsizlik yüzde 17; erkeklerde yüzde 11 olmuş,
  • Her 2 kişiden birinin ücretli çalışma saatleri düşmüş; özellikle serbest çalışan kadınlarda çalışma saati kayıpları daha fazla gerçekleşmiş,
  • 22-44 yaş arası genç kadınlar ve çocuklu kadınlar daha yüksek olasılıkla işsiz kalmış,
  • Çocuklu kadınların yüzde 29’u, çocuklu erkeklerin yüzde 20’si iş kayıpları yaşamış,
  • Daha çok çocuklu kadınlarda (yüzde 56) ücretli çalışma saatleri düşmüştür. Bu oran çocuklu erkeklerde yüzde 44 olmuştur.

Sağlık ve yaşam kalitesindeki kötüleşme bununla sınırlı kalmamış; gıda, su, temizlik ve sağlık ürünlerine erişimde zorluklar, kadınlar ve erkekler için farklı düzeylerde gerçekleşmiştir. Örneğin, kadınların yüzde 48’i, erkeklerin ise yüzde 37’si temizlik ve sağlık ile ilgili ürünlere erişemezken, menstrüasyon ve gebelikle ilgili ürünlere erişim problemleri kadınların sağlığını tehdit etmiştir. Raporlar bu dönemde istenmeyen gebeliklerin artışındaki ciddi yükselişe işaret etmektedir (UNW ve ILO, 2021; UNW, 2021).

Türkiye’de pandeminin ilk dönemlerinde kısa dönem çalışma ve işten çıkarmanın yasaklanması gibi kamu destekli istihdam önlemleri, hâlihazırda çok yüksek seyreden işsizlik oranlarının daha fazla kötüleşmemesini sağlamıştır. Mevsimsel etkilerden arındırılmış verilerle işsizlik oranı, pandeminin yoğun etkisinin gözlendiği 2020 yılının ikinci çeyreğinde erkeklerde yüzde 12,8, kadınlarda yüzde 14,8 olmuştur. Normalleşmenin hızlandığı 2022’nin birinci çeyreğine gelindiğinde ise, erkeklerde işsizlik oranı kadınlara oranla daha hızlı iyileşmiştir. Erkek işsizliği 2,6 puan iyileşerek yüzde 10,2’ye, kadın işsizliği 1,1 puan iyileşerek yüzde 13,7’ye inmiştir (TÜİK, Ocak-Mart 2022).

Genç işsizliğinde de kadınlar aleyhine benzer bir ayrım gözlenmektedir. Bu grupta hem işsizlik oranları çok yüksek hem de kadınlar lehine iyileşme daha sınırlıdır. 2020 ikinci çeyreğinden 2022 birinci çeyreğine, 15-24 yaş grubu erkeklerde işsizlik oranı 3,6 puan, kadınlarda 3,2 puan gerilemiş, genç erkeklerde işsizlik oranı yüzde 18,8, kadınlarda yüzde 25,3 olmuştur.

Türkiye için pandeminin ilk dönemlerinde zaman kullanımı anketleri yoluyla yapılmış çalışmaların sonuçları, hem hane içi iş yüklerinde hem de emek piyasalarında önemli cinsiyet açıkları bulmaktadır (İlkkaracan ve Memiş 2021). Bu bulgular uluslararası yazındaki bulguları destekler. Mayıs 2020 döneminde yapılan anketin en çarpıcı sonuçlarından biri, erkeklerde iş ve ücret kayıplarının kadınlara kıyasla daha yaygın olmasına rağmen, ücretli kesimlerde kadınların (kadınların yüzde 31’i) erkeklere oranla (erkeklerin yüzde 18’i) daha yüksek iş kaybı riski ile karşı karşıya olduğudur. Her iki cinsiyet için evde çalışılan saatler artsa da kadınlar ortalama günde 4,5 saat, erkekler ise günde 1,1 saat daha fazla ücretsiz çalışmaya zaman ayırmış, toplam iş yükü (ücretli ve ücretsiz) kadınlarda günde 1 saat artarken (günlük 5,5 saat), erkeklerde ücretli iş yükünün düşmesi nedeniyle toplamda 1,2 saat azalmıştır (günlük 4,3 saat) (İlkkaracan ve Memiş, 2020).

COVID-19 önlemleri: Mali paketler

Bütün bu bulgular krize önlem olarak açıklanan mali paketlerin toplumsal cinsiyet açıklarına ve ücretli ve ücretsiz çalışma biçimlerine duyarlı olmasını zorunlu kılar. Ekonomik kriz ve bakım krizinin iç içe geçmiş olduğu bu dönemde toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili önlemler mali paketlerde daha fazla yer bulabilmiştir ancak, tüm dünyada kamu desteklerinin cinsiyet eşitliğini gözeten önlemleri yeterince içermesi mümkün olmamıştır. Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu ve Kadın Birimi raporuna göre (UNDP ve UNW, 2021), dünya genelinde incelenen 4 bin 968 önlemin yarıdan azı sosyal güvenlik (yüzde 45), yüzde 18’i emek piyasası, yüzde 20’si mali ve ekonomik alanlarla ilgili, yüzde 17’si ise kadına yönelik şiddeti önlemeye dönük adımlardır. Doğrudan kadınlara veya kadın istihdamının yoğun olduğu sektörlere yönelik önlemler bütün tedbirlerin üçte biridir ve bunların da yarısını kadına yönelik şiddeti engellemeyi hedefleyen araçlar oluşturmaktadır.

Ücretsiz bakım emeğini hedefleyen araçlar toplam önlemlerin sadece yüzde 5’i gibi küçük bir bölümüdür. Bu durum bakım alanının kamu desteklerinden yeterince pay almadığını işaret eder. Eklememiz gereken bir nokta da, önlemlerin sadece sayısal dağılımının değil, ayrılan kaynak miktarının ve kaynakların hedef kitleye ulaşıp ulaşmadığının etki analizleri ile incelenmesi gerektiğidir. Çünkü gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde harcama miktarları ve tercih edilen araçlar çeşitlilik göstermekte, ülkeler arası mali paketlerin kaynak dağılımında gelişmekte olan ülkeler aleyhine önemli uçurumlar bulunmaktadır[2].

Ne yapmalı?

Başta da belirttiğimiz gibi, feminist maliye politikası bütünlüklü bir dönüşümü önerir. Kamu sektörünün insani harcamaları artırabilmesi için mali alanın genişletilmesi gerekir. Bunun için yapılması gerekenlerden bazıları gelir yaratacak, hakkaniyetli vergi reformları yapmak; kamu harcamalarının önceliğini yeniden belirleyerek büyüme yaratan, yoksulluğu azaltan, eşitliğe duyarlı sosyal altyapı harcamalarını artırmak; hane içi ücretsiz bakım yükünü azaltan ve bakım işlerini kadınlar ve erkekler arasında yeniden dağıtan önlemleri hayata geçirmektir.

Önümüzdeki dönemde küresel ve ulusal ekonomiler karmaşık ve çok sayıda zorlukla karşı karşıya kalacak. Üretim zincirlerinde kesintiler, gıdaya erişim, bölgesel savaşlar, enerji fiyatlarının ve enflasyonun yükselişi, göçler ve iklim krizi bunların başlıcaları. Bir an önce yaşamı merkeze alan, eşitliğe duyarlı, çevre yıkımının önüne geçecek ekonomik modellerin hayata geçmesini diliyoruz.

Kaynaklar

[1] Örneğin, şu doküman Uluslarası Para Fonu’nun (IMF) toplumsal cinsiyet eşitliğini politikalarına yerleştirmeye çalıştığı konuları yer vermektedir. https://www.imf.org/external/pubs/ft/gender/IMFWomensEmpowerment.pdf

[2] https://www.imf.org/en/Topics/imf-and-covid19/Fiscal-Policies-Database-in-Response-to-COVID-19

Paylaş:

Benzer İçerikler

Toplumsal Tarih Şubat sayısında “ezberleri sorgulayan emek tarihini ele alırken” feminist tarihçilerin makalelerine yer veriyor. Bunun yanı sıra erkek tarihçiler de bu kez kadınları görmezden gelmemişler. Hadi hayırlısı, diyelim…
Gürkan, işyerlerinde kadın olmaktan kaynaklanan sorunların çözümüne çok önem verdiklerini, bunun için parti olarak özel politikalar geliştirdiklerini anlatıyor. Eşit ücret mücadelesini de kadın emeğinin ikincilleştirilmesine karşı yürütülen bir mücadele olarak değerlendiriyor.
Kayıtdışılığın ortadan kaldırılmasıyla istihdam ve ücret eşitsizlikleri gibi temel meselelerin daha kolay çözülebileceğine vurgu yapan Çetinkaya, kreşin kadın istihdamını artırıcı rolünün yanı sıra örgütlenmenin, toplumsal cinsiyet temelli eğitimin ve kotanın önemine dikkat çekiyor.
SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi İlknur Başer, partisinin kadın emeği politikalarına dair Kadın İşçi’nin sorularını yanıtladı…
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!