Dördü üvey sekiz kardeşiyle birlikte büyüyen Hediye’nin üvey annesi ve babası vefat etmiş. Hiç okula gönderilmemiş, 10 yaşında babasının hayvanlarına bakmaya başlamış. Aslen Urfalı. Malatya’da yaşayan biriyle evlenerek ailesinden, Urfa’dan kurtulmak istemiş. “Ben 15 yaşındayken babam felçti. Ben yardımcı oluyordum eve. Beni hiç okutmadılar. Okumamı istemediler. Urfa’da kızların okumasına genelde karşılar. Ama ben kendim öğrendim okumayı. Tarım işçileriyle çalışırken, oradaki kadınlar ısrar etti. Mola verdiğimiz saatlerde ders çalıştırdılar bana. Öyle öğrendim. Yemek yemiyordum sırf okuma yazma öğrenmek için… Okula gitmediğim için suçlu ben miyim? Tabi ki hayır. Annem babam mı? Onlar da değil. Doğu’nun şartları böyle kız çocukları için” cümleleriyle başladığı hikayesini haklı bir gururla devam ettiriyor.
Evin yüzünü görmüyorduk
15 yaşında tarım işçiliğine başlayan Hediye, Denizli, Antalya, Urfa’da domatesten ay çiçeğine kadar çeşitli meyve sebze bahçelerinde, tarlalarda güneşin kavurucu sıcağında ter dökmüş, kararmış. Yevmiye usulüyle çalışmış hep. Günlüğü 15 lira iken başladığı tarım işçiliğini yaptığı işleri sıralayarak anlatmaya devam ediyor: “Üç yıl boyunca Denizli’de çalıştım. 3 yıl Antalya’da çalıştım. Antalya’da paketleme işinde çalışıyordum. Sebze meyve paketliyorduk. Sonra Urfa’ya döndüm ama eve değil. Urfa’da da işe gidiyorduk. Altı ayım da öyle geçiyordu. Hani sözde eve gitmişiz ama evin yüzünü görmüyorduk.”
Sigortasız, düşük ücretlerle, İSG tedbirleri olmadan çalıştırılan binlerce kadın tarım işçisinden biri olan Hediye bu süreçte yemeklerden zehirlenmiş, hakarete uğramış, düşük ücretlere mahkûm edilmiş. Bir gün verilen yemekten zehirlenince, kaçak çalıştırdığı için patron ‘panik’ yapmış. İşçileri getiren çavuşa, “Bu kızı kovun. Polise ifade vermiş, derhal bunu kovun” talimatı vermiş Hediye’nin gözü önünde. “Beni neden kovuyorsunuz, adresinizi bile vermedim. Versem burası kapanırdı” diye kendini savunmuş ama zaten düşük ücret aldığı o işyerinde fazla kalmamış. “Bize -kadınlara- iki bin beş yüz veriyorlardı. Diğerlerine altı yedi bin lira. Onlara sigorta da yapıyorlardı. Bize de diyorlardı ki ‘sizin diplomanız yok, ondan kaçak çalışmanız lazım.’ Halbuki bizim sırtımızdan para yiyordu. Ve ben hiçbir şekilde hakkımı helal etmiyorum. Antalya’da başka yere gittim. Orada aylık üç bin beş yüz lira veriyorlardı. Sekiz ay sonra da maaşımız arttı. Ama yine sigorta yoktu. Çünkü yine kaçaktık. İhbar etseydik belki yaparlardı.”
İzin günümüzde bile çalıştırıyorlardı
Antalya’nın neredeyse her ilçesini gezmiş Hediye. Hemen her gün 5 yıldızlı otellerdeki partilerin kendilerine kadar ulaşan sesiyle girmiş yatağa. Bir gün bile denize girmeden turizm cenneti Antalya’da yaşıyormuş işte. Haftada bir gün biçtikleri tatil günlerinde bile patron gelip “Hadi kalkın, mal gelmiş. Bu malı bitireceksiniz” diye bağırıyormuş. Kendilerine zorbalık yapıldığını bugün anlayan Hediye “Kalkıp çalışıyorduk. Gelmiyorum diyene ‘defolun gidin’ diyordu. ‘Gidip toplayın bavulunuzu, sizi zorla çalıştırmıyoruz’ diyorlardı. İzin günümüzde de çalıştık” derken bugün olsa aynı şekilde davranmayacağından emin. “Çünkü yemek bile vermiyorlardı yemek zamanı. Yiyemeyeceğimiz yemekleri veriyorlardı. Bir yumurta kırayım bari diyordum izin vermiyorlardı. Oruçlu olduğumuz zamanda bile ‘bunu yiyeceksiniz, yemiyorsanız çekin gidin cebinizden yiyin.’ Kahvaltılık yiyelim ‘hayır.’ Her şeye hayır. Onur kırıcı, bugün olsa böyle konuşturmazdım.”
Kadının emeği adamın şan’ı oluyor
“Normalde yemekçiler ve bulaşıkçılar sigortalıydı. O yüzden mi bilmiyorum onlara torpil yapıyorlardı. Bulaşıkları filan da bize yıkattırıyorlardı. Yemeği, kahvaltılarını bile bize hazırlatıyorlardı. Kendi işlerini sigortalılar da bize yaptırıyordu. Eziyet ediyorlardı. ‘Çayı bir bardaktan fazla içmeyin, içiyorsanız cebinizden için’ diyerek zorbalık yapıyorlardı.” “Çok kötü şartlarda çalıştık” derken derinden bir nefes veriyor Hediye. Biraz da bu yüzden Urfalı biriyle evlenmek istememiş. Çünkü işyerinde yaşadığı şiddet, mobbing, hakaret Urfa’da da farklı değilmiş. Hayatını karartmak istememiş. Kadına yönelik şiddetin Urfa’da çok yaygın ve herkes tarafından normalleştirildiğini anlatıyor. Bununla birlikte uyuşturucu kullanımı, kumar alışkanlığı oranının da yüksek olduğunu söylüyor Hediye. “Benim ablam 18 yaşında evlendi. Kocası akrabamızdı, kumarbaz çıktı. Beş tane çocuğu var ama adam aldığı bütün parayı kumara yatırıyor. Vermeyeceksiniz arkadaş, bu adamlara kızlarınızı vermeyeceksiniz. Erkeklerin bütün pisliklerini kadınlar mı örtmek zorunda. Adam evine bakmıyor, kadın yoktan var ediyor. Evdeki adamın şan’ı oluyor. Çıldırıyordum böyle bir hayatım olacağını düşününce. Beni de böyle birine verselerdi kendimi öldürürdüm herhalde.”
Kendi deyimiyle düzgün biri karşısına çıkınca evlenmeye karar veren Hediye mutlu olduğunu hissediyor. Bazen tartışmalar olsa da karı koca kendi aralarında çözüyorlarmış. “Evliliğin tuzu biberi” diyor tartışmalar için. Bugüne kadar bir ‘geri zekalı’ ‘bile’ dememiş kocası. Hediye için o kadar büyük bir mutlulukmuş ki kendisine saygı duyan biriyle yaşıyor olmak “kelimelere dökemiyorum, yaşayan bilir ancak” diyerek dalıyor bir süre.
Şiddeti görüyorlar engel olmuyorlar
Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete dair anlatacak çok şeyi var Hediye’nin. Ama en çok “25 Kasım’da anlatmak lazım” diyor. Gazete sayfalarına yansımayan kadın cinayetlerinin tanığı da olmuş biraz. Dövülerek kapıya konulan kadınları, bu şiddete tanık olan çocukların dehşetle açılmış gözlerini hiç unutamayacağını dile getiriyor. Şimdi Malatya’nın bir köyünde yaşıyor olmasına rağmen zihninden silinmeyen tanıklıklarını paylaşmaya devam ediyor Hediye. “Ben çok görmüşüm komşularımızda. Karısını dışarı atıyor Suriyeli bir kadını içeri koyuyor çocuklarının gözü önünde. Kadın, çocuklarından kopamıyor, gidemiyor bir yere. O şiddeti çocukları için kabul ediyor. Sadece bu da değil ki, öldürüyor adam öldürüyor. Adam öldürmese ailesi öldürüyor. Demiyor ki kızım dayak yiyor, onu çekip çıkarayım. Kapısına geldi diye o da öldürüyor. Ne yapsın bu kadınlar bilmiyorum ki? ‘Sen kocana kadınlık yapmıyorsun’ diye yine kadını suçluyorlar. Desen ki polise gitsin. Kadının ağzı burnu kırık. Polislik oluyor. Kadın korkudan şikayet edemiyor. ‘Düştüm’ diyor. Polis bilmiyor mu düşmeyle öyle olmayacağını? Engel olsana! Sen görüyorsun, biliyorsun, neden engel olmuyorsun? Birkaç gün koruma veriyorlar, değişen bir şey olmuyor.”
Agrobay’dan Urfa’ya…
Gelin gittiği Malatya’da yazın kayısıda çalışan Hediye, deprem sürecinde yaşadığı zorlukların da üstesinden gelmeye çalışıyor. Malatya’da dört deprem daha beklendiğini söyleyen Hediye’nin tedirginliği geçmiyor. Depremi fırsat bilen patronların tarım işçiliğini daha zor hale getirdiklerine dikkat çekse de bugün halinden biraz daha memnun. Malatya’nın Urfa’ya göre oldukça ‘gelişmiş’ bir şehir olduğunu söylüyor. Kadınlar ve kız çocukları üzerinde baskının her zaman her yerde olduğunu bilmesine rağmen Malatya’da biraz daha özgür hissettiğini belirtiyor. “Ben istiyorum ki bütün kadınlar kendi ayakları üzerinde durabilsin… Geçenlerde Urfa’ya gittim mesela, abim dedi ki ‘sen bana itaat etmiyorsun.’ Ben sana niye itaat edeyim dedim. ‘Şunu kaldır diyorum ne var kaldırsan?’ ‘Erkekle kadının arasındaki farkı bilmiyorsun’ diyor. Sen erkeksin, ağır bile kaldırabilirsin ben niye yapayım ki dediğimde bana ‘senin bana cevap verme hakkın yok. Sen nasıl konuşursun, kimsin sen?’ diye bağırdı. İyi ki kurtulmuşum sizden deyip çıktım. Malatya’da da vardır belki ama. İnan olsun burada kızlar daha değerli.” Hediye’yi dinledikçe Agrobay’da direnen tarım işçisi kadınların anlattıkları canlanıyor gözümüzde. Farklı coğrafyalarda aynı sömürü koşullarına mahkum edilen kadın işçilerin sesi olmaya devam ediyorlar hala. İktidar, sermaye, ‘muhalefet’, kolluk ittifakına rağmen…
*Kadın işçinin isteği üzerine ismini değiştirdik.
Ana Fotoğraf: Çine Madran Gazetesi
*Bu haber RLS ve Kadınİşçi işbirliği ile yapılan Depremden Etkilenen İllerde Kadın Emeği araştırması kapsamında yazılmıştır.