Agrobay işçisi Esma: “Her bitkinin kökünde gözyaşım var”

“Bizi İzmir’e bıraksan, kayboluruz” diyen Agrobay işçisi kadınlar, bulundukları bölgedeki tüm seraları, tarlaları ve patronları tanıyorlar. Şimdi adım adım hakları için Ankara’ya ilerliyorlar. Biz de onların hikâyelerini gün be gün paylaşıyoruz. İşte Esma’nın hikâyesi:
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

Agrobay işçisi kadınlar Ankara Yürüyüşü’nün üçüncü gününde. Üç gündür yan yana ve sürekli sohbet halindeyiz. Mesele tek başına Agrobay değil. Hikâyeleri bu denli ortak olan kadınların Agrobay’da buluşma sebepleri; ileri yaşta olmaları, güvencesizliğe rağmen Agrobay’a mahkûm olacak denli çaresiz bırakılmaları…

Zaman zaman gülerek zaman zamansa ağlayarak birçok şey paylaşıyoruz. Mesela kadınlardan biri, üç çocuğunu da yoksulluk nedeniyle çocuk esirgeme yurtlarında büyütmüş. Çünkü eşi ile birlikte olmalarına rağmen geçinemiyorlar. Her ikisi de çalışmaya başlamış, kıt kanaat geçinme durumları oluşmuş ancak bu kez de çocuklara bakacak kimse olmadığı için onları yanlarına alamamışlar. Çocuklarını özlese de çaresizlikten bu durumu sürdürmek zorunda kalmışlar. “Biz çalışmaktan aile olamadık, aile kuramadık” diyor.

Bir diğer kadın ise çocuklarına kendi annesinin baktığını ve hâlâ çocuklarının anneannelerine “anne” diye seslendiğini anlatıyor ve buna ne denli içlendiğinden bahsediyor. “Bizi görmeden büyüdü bu çocuklar” diyor.

Şehriban ablayı tanıdınız. Başlı başına saatlerce konuşuruz belki sadece onunla ilgili. Sık sık telefonsuzluğundan bahsediyor. Geçtiğimiz Haziran ayında, çalışırken suya düşürüyor telefonunu ve “ancak Ağustos maaşı ile bir telefon alabilirim” hesabı yaparken Ağustos’ta maaşları dahi verilmeden işten çıkarılıyor. O günden bu yana kimseyle doğru düzgün iletişim kuramıyor.

Agrobay işçisi kadınlar Türkiye’nin dört bir yanına üretim yapmalarına rağmen Bergama dışında tek bir yer bilmiyorlar. “Bizi İzmir’e bıraksan, kayboluruz” diyorlar. Ama Bergama’da nerede bir tarla, nerede bir sera var ve kime ait, kimin babasının malıdır, hangi büyük firmalara çalışıyorlar… Hepsinde çalıştıkları için tüm bu bilgilere hâkimler. Yaşamları iş üzerine kurulu ve hepsinde ırgatlık yapmışlar. Ancak bu bölge çevresindeki piknik alanlarına bile gidememişler.

Böylesine bir hayatı omuzlarında taşıyan kadınlar, şimdi Ankara yolundalar. Bu kez çalışmak için değil, haklarını almak için…

“Sekiz yaşından beri çalışıyorum”

Her bir kadının birbirinden etkileyici hikâyesi var. 17 yaşında evlenen ve evliliğinin 18 yılını geride bırakan Esma Yıldız’la söyleştik.

İki çocuğu olan Esma’nın oğlu MESEM’de berberlik öğreniyor, çırak olarak çalışıyor ve ayda 5 bin TL alıyor. Ortaokuldan sonra okumayan kızı 14 yaşında olmasına rağmen bir dönem fabrikada çalışmış. Biz sorduk o anlattı:

Oğlun MESEM’de aylık ne kadar alıyor?

Aylık 5000 TL alıyor. Evim 15 senelik, TOKİ binasındayım, daha taksitleri duruyor.

Kızın peki şu an ne yapıyor, o da çalışıyor, demiştin?

Fabrikada çalışıyordu, konserve turşu yapan bir fabrika. Ağladı, gözlerini açamadı iki gün boyunca. Çok zor anne, dedi. Bir de buharlarla falan… Hatta bugün, her yere koşturma annem, dedim. Kadınlar gitmek istemiyormuş bazen, küçük diye onu sürüyorlarmış; gitme, dedim.

Peki, o yaştaki bir kız niye fabrikada o kadar ağır bir işte çalışıyor Esma?

Yok, yetmiyor para, yetmiyor. Evimiz kira sayılır, 15 senelik daha, kapatmamışım evi (ev borcunu kastediyor). Ben çalışıyordum, o da olmayınca mecbur hepimiz çalışmak zorundayız. Zaten eşim çalışmıyor. Ben kendim Sekiz yaşından beri tarlada çalıştım. Her işi gördüm, her zorluğu gördüm; pamuk, tütün, darı… Her şeyi yaptım. Seraya girdim, serada bütün zorluğu gördüm. Ellerimiz klordan çıkmadı, bak elim erkek eli gibi. Klor inceltti ellerimizi. Zehirlerle uğraştım hep eldivensiz, maskesiz.

“Hep bahane üretiyorlar”

Sen sekiz-dokuz  yaşından beri çalışıyorsun. Agrobay’dan önce sigortalı çalıştığın yer oldu mu?

Yok olmadı. Köydeydik zaten. 2007’de geldik Kınık’a. Ondan sonra tarla işi. 2009’da kızım oldu. Ondan sonra 2012’de seraya girdim, Agrobay’a. 12 senedir orada çalışıyordum. 1,5 sene sigortasız çalıştım orada. O zaman çok aklım ermiyordu, sormadım da, çıkacağım diye şey yapmadım. Zaten benden öncekiler sigortasız çalışmış.

Hep asgari ücretle mi çalıştın orada?

Evet, asgari ücret. Hep mesai yapıyorduk ablamla birlikte ama farkı verilmedi hiç, hep kesildi paralarımız. 400-500 liramız kesildi hep. Biz bunları sorduğumuz zaman insan kaynaklarına olsun, patrona olsun; “bizim haberimiz yok, bizim bilgimiz yok” diye kenara çekiliyordu hepsi.

Orada iş ne kadar zordu, hangi bölümde, ne iş yapıyordun?

Ne iş verirlerse onu yapıyordum; ilaç atma, dolama, budama… Her şey her şey.

Bunları ekipman maske kullanarak yapıyor muydunuz, yoksa böyle çıplak elle mi?

Çıplak elle yapıyorduk. İşlerine geldi mi veriyorlardı eldiveni, işlerine gelmedi mi vermiyorlardı. Yani biz söylersek, denetimci gelirse o zaman.

Siz ellerinizi gösterdiğiniz zaman ne diyorlardı size?

“Eldiven bitti, maske bitti.” Hep bahane üretiyorlardı.

“Çok sefillik çektim, çocuklarım çekmesin”

Evde işleri yapmak zor oluyor muydu böyle?

Zor olsa da yapacak bir şey yok. Mecbur yapacağım, kim yapacak! Evde dört kişiyiz. Benim evim uzak bir de, TOKİ binasında. Yarım saat de yol yürüyorum, servis yoktu oraya kadar. Servisten indikten sonra yarım saat da yürüyordum. Eve 6-6.30 gibi varıyordum. Yarım saat yürüyordum sabahları çok zor oluyordu, yağmur çamur demeden hep yürüyordum. Çok dile getirdik, servis servis diye, hiç servis vermediler. Dört sene boyunca evime taşındıktan sonra servis dile getirdik, yok üç kişi olun, beş kişi olun, hep bahane ürettiler.

Bu yüzden mi sendikaya üye olmak istedin, sendikayı nasıl duydun?

Sendikaya nasıl üye oldum? İşte arkadaşlarımın konuşmasıyla, bu bizim hakkımız, dedim. Öyle bir araya geldik, sendikalı oldum. Ertesi gün işten çıkarıldım. Biz oraya beş kişi gittik sözcü olarak, bir erkek dört bayan. O dört kadından üçünü çıkardılar, bir kişiyi çıkarmadılar. Ben de sordum, neden o kişi çıkmadı, dedim. Arzu hanımın kararı, dediler. Siz, dedim, busunuz işte. İnsan ayırıyorsunuz.

Çok fedakârlık yaptık sera için. Pazartesi mesela bizim tatilimizdi normalde. Biz iki kişi ilaç atmaya gidiyorduk devamlı. Her pazartesi millet tatil yaparken, biz fazla mesai çalışalım, diyorduk. Abla gel bir yevmiye de fazla kazanalım, çocuklarımıza bir şey alırız, elektriğimizi öderiz, suyumuzu öderiz derken hep ömrümüz geçti kaç sene. Ama değer bilmediler. Bu duruma getiren bizi, bunlar oldu işte. Çok fedakârlık da iyi değilmiş.

Çocuklarımıza annelik yapamadık biz ya, annelik yapamadık. Çocuklarımızın yüzünü göremedik. Ben işe gittiğim zaman kızım ağlıyordu, kaldığım zaman da mutlu oluyordu. Yüzünü görmedim, büyütemedim çocuklarımı, yalan değil. Annem büyüttü benim çocuklarımı. Çocuklarım anneme “anne” diyor. Beni çok dinleyemiyorlar. Mesela bir yere çıkacağı zaman hayır dediğimde, oğlum beni dinlemiyor ama annem hayır dediği zaman onu dinliyor. Zoruma gidiyor. Hani kendi hatam değil de… Ya ben çok sefillikle büyüdüğüm için çocuklarım da öyle olsun istemedim. Daha güzel hayat yaşasın istedim, arkadaşlarından geri kalmasın istedim. Arzu Şentürk gibi çocuklarımı Miami’ye, İtalya’ya Fransa’ya götürmüyorum ki. Yeri geldi ben Kınık’a götürdüm, yeri geldi mi Bergama’ya. Fazla bir yere gidemeyiz biz. İzmir diye geçiyor ama İzmir’i bile bilmeyiz biz.

“İzmir’i bile hiç bilmiyorum”

Ama yoldan geçerken bütün tarlaları parsel parsel saydınız. Hep çalışmak için geldiniz buralara?

Evet, bura bizim ova olduğu için biliyoruz, hepsinde de çalıştık. Bu tarlalarda çalıştık. Bu bölgenin her yerini biliriz. İzmir’i bile hiç bilmiyorum, kaybolurum şu an gitsem. Denizi bile mesela 10 sene önce bildik, yüzme bilmiyorduk, yeni bildik, çocuklarımız yeni gördü. Ha çocuklukta biz bir şey görmediğimiz için çocuklarımız da geri kalmasın, dedik. Hep daha çok çalıştık, daha çok fedakârlık yaptım evlatlarım için. Çünkü babası çalışmadığı için ben anne babalık yaptım onlara.

Eşin niye çalışmıyor?

Çalışmıyor. Bana diyorlardı ki, ters olmuşsun sen. Mühendisler, müdürler; sen erkek olacakmışsın, o kadın olacakmış diyorlardı. Onlar hak veriyordu bana çalışırken, o kadar çalıştığımı biliyorlardı, takdir ediliyordum. Mesela Agrobay’da ödül aldım çok çalışmaktan, mühendislerim tarafından. Benim mühendislerimle hiçbir sorunum yoktu, arkadaşlarımla hiçbir sorunum yoktu ama işte buraya getiren insan kaynakları oldu bizi. Ben Agrobay’da hep oturup oturup ağladım, her bitkinin kökünde gözyaşlarım vardı.

“Hep sigortasız çalıştım”

Agrobay işçilerinin başlarda talebi işe geri dönmekti. Ancak şimdi şimdi kodlarının kaldırılması, son iki ayın maaşı ve tazminatların ödenmesi talepleri ile yürüyüş başladı. Esma, belli bir dönem direnişe dahil olsa da sonrasında evi geçindirmek zorunda olduğu için gündelik işlere gitmeye devam etmiş. Ancak Ankara’ya yürüyüş meselesinden sonradan haberdar olsa ve buna karşı çıkan bir eşi olsa da katılmakta ısrarcı olmuş. “Hayır dedim, kalamam. Yarın davayı kazansak, insanlar diyecek ki, zehir zıkkım olsun biz yürüdük, biz kazandırdık ama sen parasını yemeye geliyorsun. Bunu dedirtmem kendime dedim. Dur orada dedim (eşime). Ben çocuklarıma kaç senenin kazancını, helalini getirmek istiyorum, dedim.”

Bugün yürüyüşte olmasa kızı ile birlikte fabrikada günlük 600 liraya çalışıyor olacaktı. Agrobay’da işten çıkarıldıktan sonra yaptığı gibi. “Hep yevmiye işine gittim. Aralık ayına kadar tarlada biber toplamaya gittim. İzmir Foça’ya zeytine gittim, sabah beşten akşam beşe. 15 kişi bir küçük arabanın içinde; kaza olur, bela olur, ölürsün artık. Yapacak bir şey yok. Hep sigortasız çalıştım. Sigortalı iş buldum ama servis olmadığı için girmedim. Çünkü dört sene çok yol çektim, çeken bilir derler ya, ben çok çektiğim için… Artık dedim yürümeyeceğim, yoruldum. Doğduğumdan beri çalışıyorum ya, 8 yaşından beri. Yoruldum, vücudum o kadar yorgun ki şu an.”

Bu süreç, Esma’nın bu yorgunluğuna yorgunluk kattığı kadar duygu dünyasını da oldukça etkilemiş. “16 yaşında evlendim. Çok yoruldum, o kadar yoruldum ki. Bir de işten çıkarıldım, baskı oldu. Psikolojim o kadar alt üst ki bazı şeyleri hatırlayamıyorum, oturup ağlıyorum. O kadar kafam alt üst ki, hiç anlatamam kimseye. Hiçbir şey görüldüğü gibi değil ya.”

* Röportaj çözümü ve haber yapımında emeği geçen: Betül Kocaaslan ve Rahime Karvar

* Fotoğraflar: Bahar Gök

Paylaş:

Benzer İçerikler

70 gündür fabrika önünde direnen Polonez işçileri kadın örgütlerini ve feministleri dayanışmaya çağırıyor. Bu çağrıyı ilettiğimiz ve iletimize cevap veren kadın örgütleri “boykot ve dayanışma eylemleri yapalım” fikrinde ortaklaşıyor. O halde gelin Polonez’de kadın işçilerin taleplerini yaygınlaştırıp, seslerine ses katalım…
Türk-İş dün 81 ilde “Zordayız, geçinemiyoruz” diyerek eylem çağrısı yaptı. Ancak işçiden habersiz, fabrika ve işyerlerinden uzak bir eylemden beklenileceği üzere zayıf görüntüler ortaya çıktı. İstanbul’daki eylem bunun en sarih örneği oldu.
AKP’li yöneticilerin baskı uyguladığı Menemen Belediyesi’nde kadın işçiler sürgüne gönderildi. Onları yıldırmak için süpürgeyi araç olarak kullandılar. Tazminatsız atıldılar fakat sessiz kalmadılar. Belediye önünde 83 gündür direniyorlar. Eylemci işçilerden Umut yaşananları anlattı.
Bornova’da üretim yapan Kristal Yağ işçilerinin asgari ücrete tepkileri sert oldu. TİS masasından kalkan işçiler bir ayı aşkın süredir grevdeler. Emekçilerin market alışverişlerinde yaşadıkları adeta bir trajedi. Poşetleri neredeyse boş. Kristal Yağ Fabrikası işyeri temsilcisi Gülnaz’la görüştük.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!