Feminist hareketin meşhur “Görünmeyen emek sesini yükselt” sloganı İzlanda’da 48 yıl sonra bir kez daha kadınların bir günlük greviyle ete kemiğe büründü. Bu kez sadece kadınlar grevde değildi, LGBTİ+ bireyler de grevdeydi. Aynı şekilde greve İzlanda Başbakanı Katrin Jakobsdottir de katıldı.
Elbette görünmeyen emeğin sesini çok çeşitli şekillerde ve zamanlarda sık sık yükselttiği eylemleri hem örgütlüyoruz hem de tanıklık ediyoruz. Ama ülke genelinde etkili olan grev ile ses yükseltmek ayrıca heyecana neden olmuyor değil.
Dünyada ve ülkemizde ikinci dalga feminist hareket yıllardır kadınların ev içi emeğini görünür kılmaya, anlatmaya, öğretmeye çalıştı. Ev kadınlarına yönelik “ev kadınları çalışmıyor” algısıyla mücadele etti. Aksine evde kadınların uyandıkları andan uyudukları ana dek aralıksız şekilde hem de çok çeşitli işlerde çalıştıklarını hesap kitap yöntemleri dâhil ispatladılar. Kadınların evde yaptıkları işlerin aynısının piyasadaki karşılıklarına işaret ederek ev içi işlerin karşılığını görünür kıldılar. Patriyarkanın en büyük inkârı olan ev kadınlarının evde çalışmadığı, kadınların ücretli çalışma yaşamına girmek istemeyip evde bedavaya koca parası yiyerek yaşamayı seçtikleri yalanını kadınların yoğun, çeşitli ve uzun çalışma saatleri üzerinden ortaya koydular.
Kadınların evde yaptıklarının sadece ev işleri ile sınırlı kalmadığını, aynı zamanda annelik adı altında çocukları büyütme ve bakım emeği gibi devlet, sermaye ve erkek üçlüsü tarafından üstlenilmesi gereken zor ve masraflı işleri üstlendiğini söyleyen feministler bu durumun siyasal olduğunu, o nedenle siyasetin gündeminde olması gerektiğinde ısrar ettiler.
Ev içi kadın emeği sömürüsünün olduğu yerde erkek şiddeti kaçınılmaz olduğundan feminist politikanın başat gündemleri arasında erkek şiddeti de haklı yerini aldı. Ev içi kadın emeği sömürüsü derken bahsettiğimiz sömürü biçiminin kapitalist sistemdeki ücretli emek sömürüsünden farklı olduğunu, bu sömürünün köle emeği sömürüsüne daha yakın olduğunu belirtmek gerekiyor. Çünkü ev içinde aile ve erkekler tarafından sömürülen milyarlarca kadın bu işleri sadece karın tokluğu için yapmakta. Bu nedenle kadınlar sömürülenlerin de sömürdüğü kategorisinde yer alıyor.
İzlanda kadın grevinde iki talep
Kadınların ücretli çalışma yaşamında karşılaştıkları eşitsizliği anlayabilmek için bu arka planı bilmek gerekiyor. Patriyarkayı yok sayarak kadınların neden eğitimde, ücretli çalışma yaşamında, sendikalarda, siyasette, bilimde, kısaca yaşamın her alanında ikinci cinsiyet olduğunu anlamak mümkün olmaz. Topluma göre kadınların ait oldukları esas yer ailedir, evdir. Kadınların ilk görevi erkeğin eşi, çocuğun annesi olmak, bu görevleri yerine getirmektir. Ancak bu kadınlık görevlerinden sonra olmak istedikleri başka şeyler olabilirler. O da olanaklar ölçüsünde.
Özellikle çocuk bakmak en zor işlerden olduğu ve çocuk bakmak babadan ziyade anne ve kadın akrabalar/yakınlar üzerinden çözülmesi gerekli görev olduğu için hâlâ erkeklerin en az zaman ayırdıkları “faaliyet” babalıktır.
İzlandalı kadınların 24 Ekim 1975 yılında Kvvenafri (kadınlar için bir gün) adını verdikleri greve kadınlar yüzde 90 oranında katılarak cinsiyete dayalı ücret eşitsizliğine karşı seslerini duyurmuş iş bırakmanın yanı sıra tüm gün çocuk bakmayı ve yemek yapmayı da reddetmişler. Yasa değişikliğine ve kadın başkan seçilmesine neden olan bu eylemden 48 yıl sonra yine İzlandalı kadınlar ücretli ücretsiz çalıştıkları her yerde bir günlük greve gittiler.
24 Ekim’de yapılan iş bırakma eyleminin nedeni ücret eşitsizliği ve cinsel şiddetti.
Ücret eşitsizliği sorunu çözülmek istenmiyor
Eşitlik konusunda dünyanın bir numarası diye gösterilen İzlanda’da ücret eşitsizliği yüzde 18’lere kadar çıkabiliyor. Dünyanın en zengin ülkesi İsviçre’de kadınların erkeklerle arasındaki ücret farkı yüzde 20. İzlanda gibi İsviçre’de de kadınlar ücret eşitliği ve ev içi işler nedeniyle kadın grevi yapıyor. Avrupa’nın en güçlü ülkesi Almanya’da kadınlarla erkekler arasında ücret farkı yüzde 18, Fransa’da yüzde 15,8 oranında.
Ücretli çalışma hayatında erkekler kadınlardan daha çok kazanıyor. Bu sadece ücret farkı olarak yansımıyor emeklilik ve sosyal güvence gibi alanlarda da kadınları daha dezavantajlı duruma sokuyor. Düşük ücretlerle çalıştırılarak erkeklerden daha yoksullaştırılan kadınlar, emekli olduklarında da erkeklerden daha yoksul emekliler grubunu oluşturuyor.
Kadınların daha yoksul ve itaatkâr olması, ev içinde istenilen her şeyi yapması ve erkeklere kaliteli, konforlu hayat sağlamsı ise ancak erkek şiddeti ile mümkün oluyor. Erkek şiddeti birçok şeyle ilgili olabildiği gibi en çok patriyarkanın ev içi ekonomi politikalarının yürütülebilmesi ile ilgili. Aynı şekilde kadınları kontrol etmek için erkekler şiddet uyguluyor.
İzlandalı kadınların greve giderken ev içi emek sömürüsü ve cinsel şiddet başlığını seçmeleri bu nedenle önemli ve bağlantılı. Yıllardır feminist mücadele kadın emeği sömürüsü ve erkek şiddeti arasındaki ilişkiyi gösterme çabası içinde. Erkek şiddetinin “kafam kızdı, vurdum” formülüne sıkıştırılamayacağı, esas olarak kadın emeği sömürüsü ve kadınlar üzerinde erkeklerin kontrol kurma amacıyla ilgili olduğu inkâr edilemez.
Erkek şiddeti erkekler kadınları ezip sömürdükçe var olacak. Bu nedenle erkek şiddeti ile mücadelede bütünsel politikalara ihtiyaç var. Bu da ancak patriyarkal sistemi kabul edip ona karşı topyekûn mücadele ile mümkün. Bunun olabilmesi için kadınlar dünyanın dört bir yanında “Siz buna eşitlik mi diyorsunuz?” ve “Bu evde grev var” demeye devam edecek.
Fotoğraf: Jinhagency