Kadınİşçi olarak 10 Mart’ta düzenlediğimiz “Kadınlar Sendikaların Neresinde?” başlıklı forumun devamı olan “Sendikalarda kadın ve LGBTİ+’ların temsili ve örgütlenmesi” başlıklı forumu 5 Mayıs Pazar günü düzenledik. Programın moderatörlüğünü Necla Akgökçe üstlendi. Sendikalara katılım ve temsilin oldukça önemli bir mesele olduğunun altını çizerek sözü konuşmacılara bıraktı.
İlk sözü farklı sendikalarda hem uzman hem de yönetici olarak çalışan Özge Yurttaş aldı. Basın-İş Sendikası’nın önceki dönem genel sekreterliğini yapan Özge, Kadınİşçi’nin düzenlediği forumu dertleşebileceği bir alan olarak gördüğünü söyleyerek deneyimlerini paylaşmaya başladı. Sendika.org’un kuruluşunda da yer alan Özge burada muhabirlik ve editörlük yapmış uzunca bir süre. DİSK’e bağlı Dev Sağlık-İş Sendikası’nda basın yayın ve örgütlenme uzmanı olarak devam etmiş emek alanındaki çalışmalarına. Sonrası Basın-İş.
Sendika yönetimlerinde yer alan bir kadın olarak deneyimlerini anlatmadan önce kendi feministleşme hikayesini bizlerle paylaşan Özge gençlik yıllarında sosyalist hareket içerisinde yer alırken kadın hareketinden uzak bir düşünüşe sahip olduğunu dile getirdi. 2006’daki Novamed grevine destek olmak için Ankara’dan başladığı yolculuk onun hayatında bir dönüm noktası olmuş: “Kadın mücadelesiyle bağımı kurmam Ankara’dan Novamed grevine gitmemle mümkün oldu. Muhabir olarak gittim. Bir otobüs kadın Antalya’ya gittik. Direnişteki kadınlar kendi deneyimlerini anlatıyorlardı. Serbest bölge koşulları ve o koşullarda kadınların direnişe geçmesi beni çok etkilemişti. O zamana kadar çalışma hayatına atılmayı, kadınların hayatını kolaylaştıran bir şeymiş gibi düşünürdük. Ben orada kadınları dinleyince öyle olmadığını gördüm. Ev içindeki konumları iş yerinde de sürüyordu. Hamilelik sürelerine dahi patron karar veriyordu.”
“Komisyonda tek kadın bendim, 10 erkek vardı. Öneriyi kabul etmediler. Ben de o zaman 33 yaşındayım, çocuk değilim yani. Bana ‘Tüzük çok önemlidir küçük hanım’ filan diyor erkek sendikacılar.”

Sendikalarda çok hızlı bir şekilde erkek ittifakı kuruluyor
Novamed grevindeki kadınların deneyimlerini dinlemek Özge’nin dönüşümüne giden yolu açmış. Öte yandan sendikacı erkeklerin direnişçi kadınlara yönelik davranışları, hitapları da bir o kadar dikkatini çekmiş ve üzmüş. Zira sendika yönetimlerinde yer alan ve sendikalardaki duruşuyla hala takdir ettiği erkeklerin de kadın örgütlenmesinden ne kadar uzak olduğunu görmek zihninde sorgulamalar yapmasını sağlamış. Öyle ki “Direniş alanında Mustafa Öztaşkın kadınlara ‘bunlar’ diye hitap etti. Bu bana çok dokundu. Başkan, sendikal harekette çok değerli bir isimdi ama direnişçi kadınları ‘bunlar’ diye gösteriyordu. Benim feminist mücadeleyle tanışmam bu grevle oldu. Yani ben özel alan üzerinden değil de ücretli emek üzerinden feminist hareketle bağ kurdum diyebilirim” diyerek özetledi kendi yol hikayesini.
Kadın emeği ve kadın işçi mücadelesi ile ilgilenmeye başladıktan sonra sendika.org’da kadın emeği haberlerini de yapmaya başlayan Özge, sendikalardaki çalışmalarına da böyle bir arka planla başlamış. Dev Sağlık-İş’te taşeron sağlık işçilerinin örgütlenme süreçlerini yürütmüş, bir süre DİSK’in kadın komisyonunda yer almış.
Sosyal medya hesabında “Sendikalarda neden saçlarım beyazladı, neden bazı erkek sendikacılar hala benimle küs? Bunları anlatacağım” paylaşımını neden yaptığını açıklayan Özge “15-16 yıl olmuş sendikalarda çalışmaya başlayalı. Kadın meselesine dair ne zaman bir konu açsam hep birileriyle karşı karşıya geldim. 2013’te Arzu Çerkezoğlu DİSK Genel Sekreteri olduğunda, kadın çalışmalarını daha kalıcı bir hale getirmek için işe koyulduk. İlk hedefimiz kadın çalışmalarına tüzüksel bir güvence sağlamaya çalışmak oldu. 2016’daki genel kurulda bunu Basın-İş’in öneri olarak sunduk. O dönemde zaten bu küçük ama etkili sendikada birçok feminist kadın bulunuyordu. Bu tüzük değişikliği önerisi sürecinde kadınların yaşadığı zorluklar, Türkiye’de kadınların sendikalardaki kısa bir özetini sunuyor bizlere. Tüzük değişikliğini biz önerdiğimiz için tüzük değişikliği komisyonuna ben gittim. Komisyonda tek kadın bendim, 10 erkek vardı. Öneriyi kabul etmediler. Ben de o zaman 33 yaşındayım, çocuk değilim yani. Bana ‘Tüzük çok önemlidir küçük hanım’ filan diyor erkek sendikacılar. O komisyonda sosyalist hareketten bir kadın olarak vardım, bir de yine sosyalist hareketten bir erkek vardı. Onun özel bir fikri yoktu tüzük önerisine dair. Ama bir kadınla ittifak kurmaktansa, erkeklerle ittifak kurdu. Mevzu kadınların talebi olunca, diğer kesenler ortadan kalkabiliyor.”
“Ben hep ‘arıza’ oldum. Çok bağıran, çok sinirli olan oldum. Hiçbir erkek sendikacıya sinirli, arıza denildiğini duymadım. Erkek sendikacılar işverenle uzlaşmaz, işçinin hakkını arayan oluyor genelde.”
Uzlaşmayan sendikacı kadınlara bakış: Arızalı
Sendikaların kadın üyelere yönelik politikasının yalnızca eğitim ve özel gün etkinlikleriyle ilgili çalışmalar olduğuna dikkat çeken Özge, kadın işçiler deyince sendikacıların aklına ilk gelenin eğitim olmasını şaka yollu dile getiriyor. “Kadın işçilere sürekli eğitim veriyorlar ama kadın işçiler bir türlü ‘eğitilemiyor’.”
Kendisinin sendika yönetimlerinde yer aldığı dönemde karşılaştığı cinsiyetçi söylemleri ve önyargıları da anlatan Özge, erkeklerin masaya vurunca tavizsiz sendikacı, vuran kadın sendikacı olunca arıza olarak bakıldığını dile getirdi: “Ben hep ‘arıza’ oldum. Çok bağıran, çok sinirli olan oldum. Hiçbir erkek sendikacıya sinirli denildiğini duymadım. Erkek sendikacılar işverenle uzlaşmaz, işçinin hakkını arayan oluyor genelde. Ben de işverenle konuşuyordum, arkamdan sendikayı arıyorlardı. ‘Bu sektere kimsenin sözü yetmiyor mu’ diye. Erkek uzmanlar beni arayıp azarlayabiliyorlardı, bunu bir erkeğe yapamazlar. Kadın sendikacı olduğunuz zaman daha fazla etiketle, önyargıyla uğraşmak zorunda kalıyorsunuz. Erkekler yargılanmıyor, yaftalanmıyor, hayatlarına devam ediyor.”
Peki kadınlar sendikalarda neden sürekli bu tür zorluk ve engellerle karşılaşıyor? Özge bu konuyu şöyle açıkladı: “Türkiye’de sendika-kadın ilişkisi çok sorunlu. Ücretli kadın emeği çok el değmemiş bir alan. Beden politikaları, aile politikaları hep mücadelenin konusu oldu ama ücretli emek hala tam gündem olamıyor. Ben bunun iki taraflı zorluklardan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Bir yandan Türkiye’deki kadın hareketi bu alanla zor ilişki kuruyor. Öte yandan sendikal hareket bir krizde. Mevcut çalışma rejiminin ihtiyacını karşılayamayan bir sendikal model var. İşçilerin sadece yüzde 13’ü sendikalı. Bu sendikalı işçilere baktığımızda kadın-erkek arasında örgütlenme farkı çok fazla. Sömürünün yoğun olduğu, kadınların yoğunlukta olduğu alanlar ise sendikalaşamıyor.”
Yani temelde iki sorundan bahsetti Özge. Birincisi sendikalar örgütlenemiyor, ikincisi kadınlar sendikalarda örgütlenemiyor. Ayrıca, bu durumun cinsiyetlendirilmiş emek piyasası ile doğrudan ilişkili olduğunu belirtti. Kadınların örgütlenme ihtimalinin çok zor olduğu sektör ve işlerde çalışması, yoğun olarak kayıt dışı ve atipik istihdam modellerinde çalışması, kadınların sendikalarda örgütlenmesinin önündeki yapısal engellerden. Öte yandan bir de işin sendikalardaki boyutu var. Sendikaların erkek egemen yapısı, kadınların özgün koşul ve taleplerini dikkate almayan bir örgütlenme anlayışı, kadınların sendikalarda aktif olarak yer alamamasına sebep oluyor.
“Kadınları güçlendirecek düzenekler olmadığı sürece, o düzeneklerin söz ve karar hakkı olmadığı sürece temsille çözebileceğimiz sorunlar değil bunlar.”
Kadın üyelerin yoğun olduğu sendikalardaki yöneticiler de erkek
Kadınların sendika yönetimlerinde, kadrolarında yer almasının tek başına yeterli olmadığını, kadınları güçlendirecek ve kadınların gündemlerine alan açacak mekanizmaların oluşturulmasının şart olduğunu söyleyen Özge yine kendi deneyimleriyle örneklendirdi: “Sendikalarımız çok erkek egemen. Benim anlattıklarım sendikalardaki bütün kadınların yaşadıkları şey. Ben devrimci bir kadroydum. Bir kadın olarak bütün bu zorlukları aşmak için farklı motivasyonlarım ve destek mekanizmalarım vardı. Her kadın bu motivasyonlara sahip olmak zorunda değil. Sendika işçilerin kendi örgütü olmak zorunda. Kadınların yoğun olduğu sendikalarda da yöneticiler hep erkek. Yöneticiler kadın olsa sorunlarımız çözülür mü? Çözülmeyebilir. Temsil siyaseti sorunlarımızı çözmüyor. Kota olsun ama kadınların kendi özgün gündemlerini ortaya koyabilecekleri alanlar olmadığı sürece koşullarda bir değişiklik olmaz. Kadınları güçlendirecek düzenekler olmadığı sürece, o düzeneklerin söz ve karar hakkı olmadığı sürece temsille çözebileceğimiz sorunlar değil bunlar.”
Son olarak, kadınların sendikalara katılımı için çocuk bakımı, eviçi emek gibi gündemlere dair politika geliştirilmesi gerektiğini vurgulayan Özge şunları söyledi: “Toplantılar iş çıkışına konuluyor, kadınlar katılamıyor. Ya çocuğu olmayan ya da çocuk bakımını geride bırakmış kadınlar ‘rahat’ bir şekilde sendikal çalışma yapabiliyor. Benimle aynı dönemde hizmet sektöründeki bir arkadaşım vardı. Çok güçlü ilişkileri vardı ama süreçten düştü çünkü ikinci çocuğu oldu.”
“Sendikalar hetero ve erkek bir kimliğe sahip. Bu egemen kimliğe bir şey yapmamız gerekiyor.”

Sendikalar hetero ve erkek kimlikli
KAOS GL Sendika Çalışma Grubu adına konuşma yapan Seçin Tuncel de özel sektör ve kamu çalışanı LGBTİ+’ların çalışma deneyimlerine dair hazırladıkları raporu anlattı. İstihdama katılım biçimleri, işyerinde maruz kaldıkları ayrımcılıklar, kimliklerini açıklama ya da gizlemek gibi tercihlerin yer aldığı rapor 200 kişinin katılımıyla oluşturulmuş. Rapor araştırmasına katılanların kamuda çalışanların 3.2’sinin kimliğini açık bir şekilde ifade ettiğini söyleyen Seçin, özel sektörde bu oranın arttığını belirtti. “Özel sektörde çalışanların yüzde 21’i açıkça kimliğini söylüyor. Ankete katılanların yüzde 78’i bir işe başlamadan önce iş yeriyle ilgili nasıl bir iş ortamı olacağına dair bir ön araştırma yapıyor. Ayrımcılığa uğrayacaklarını düşünüyorlar. Ankete katılanların yüzde 30’u iş yerinde nefret söylemine maruz kaldığını söylerken ‘başınıza iş yerinde bir şey geldi mi?’ sorusuna 32 kişi evet yanıtını vermiş. Bu kişilerden 1’i yönetime bildirmiş. 1 kişi de sivil toplum kuruluşuna haber vermiş fakat hiçbiri olayı yargıya taşımamış. Çünkü ‘daha fazla mağdur edileceğimi biliyordum’ demişler. Onlara sahip çıkacak bir sendika olsaydı böyle olmazdı. Sendikalar hetero ve erkek bir kimliğe sahip. Bu egemen kimliğe bir şey yapmamız gerekiyor.”
Kapalılığın bu kadar yaygın olmasından dolayı istihdamda homofobi ve transfobinin gerçek boyutlarının analizinin de zorlaştığını belirten Seçin, LGBTİ+’ların iş yerinde kendilerini korumak için geliştirdikleri bu stratejinin birçok olumsuz sonucu olduğunu ve bu konuda sendikaların politika geliştirmesi gerektiğini vurguladı: “İnsanların birçoğu kapalı olarak hayatlarını devam ettiriyorlar. ‘Senin nasılsa çocuğun yok, sen nöbete kal’ denilebiliyor mesela. Kapalı olmak, depresyonla birlikte fiziksel hastalıkları da tetikliyor. Çalışma hayatında ayrımcılığa karşı sizi koruyan belgelerin olması gerek. Sendikalardan bu savunuculuğu bekliyoruz aslında ama sendikaların buna dair söylediği bir söz yok. Sadece kota da olmamalı talebimiz. Sendikalara hakim olan kadınlara karşı seksizmi ve aynı zamanda heteroseksizmi sorunlaştırmamız lazım.”
Eşitlik birimleri LGBTİ+’larla çalışmalı
Sendikaların yanı sıra dayanışma ağlarını da yeniden kuvvetlendirmenin önemine dikkat çeken Seçin 27 Nisan 1987’de trans seks işçisi kadınların açlık grevini hatırlattı. “Seks işçisi translar Gezi Parkı’nda 27 Nisan 1987’de açlık grevi yapmıştı. 2009’da Ankara’da Tekel Direnişi sırasında Pembe Hayat Derneği’nden trans kadınlar direniş alanında yemek dağıtmışlardı. ‘Seks işçileri Tekel işçilerinin yanında’ pankartlarıyla gelmişlerdi alana. Kimse de bu translara buradan gidin demedi. Bir dayanışma bağı kuruldu. O nefret söyleminin rüzgarına kapılmamak gerekiyor.
LGBTİ+ hareketinin de egemen kültürden etkilendiğini ve kimlikler arasında görünürlük bakımından eşitsiz durumlar oluştuğunu anlatan Seçin: “2010’lardı galiba. İngiltere’de Pride filmi çıkmıştı. Filmde LGBTİ+’ların maden işçileriyle dayanışma hikayesi anlatılıyordu. O eylemliliği yapanları biz Ankara’ya çağırmıştık. Filmdeki bütün görüntüleri getirmişlerdi. Filmde hep beyaz gayleri gördük. Stonewall isyanından bahsediyorlar. Siyah trans kadınların mücadelesi aslında ama tarih yazımında bunlar farklılaşıyor. LGBTİ+ hareketinin kendisi de o egemen kültürden etkileniyor. Seks işçisi kadınlar, lezbiyenler daha az görülüyor. Biseksüel kadınların, lezbiyenlerin çok fazla emeği var ama savunuculuk anlamında ön planda değiller. 2024’te ilk kez bir lezbiyen raporu çıktı mesela.”
Son olarak sendikaların eşitlik dairelerinin LGBTİ+ bireylerle birlikte örgütlenme modeli oluşturması gerektiğini dile getiren Seçin, çalışma alanlarında koşulların herkes için eşitlenmesi gerekliliğinin önemine dikkat çekti.