Yıllardır boş duran karşı daire birkaç hafta önce doldu. İki genç erkek taşındı. Bazen karşılaşıp selamlaşıyoruz.
Her selamlaşmamızda mutlaka ”abla” diyorlar. Abla! En sevmediğim hitaplardan biri. Abla! Her gün defalarca duyarız. Abla! Hay ablalara gelesiniz…
Çarşıda, pazarda, markette, sokakta, parkta hiç tanımadığınız insanların sizinle birinci dereceden akrabalık bağı kurması inanılır gibi değil.
Sosyal hayatta kadın ve erkeklere hitap ederken aile üyesi kişilermiş gibi seslenmek sorunlu ve aynı zamanda toplumumuzdaki ahlakçılığın dışavurumu. Tanımadığınız kişilerden mesela adres sorarken “abla, teyze, amca, dayı, abi” gibi akrabalık ilişkilerini temsil eden sözcükler duymak bir hayli rahatsız edici.
Başka bir örnek var ki bence içerinden en berbatı. Yenge!
Hiç tanımadığınız herhangi birinin sizi kafasında bir erkekle evlendirip sonra da sizi yenge ilan etmesi inanılır gibi değil. Evli misin? Bekâr mısın? Lezbiyen misin? Ne önemi var? Karşındaki erkeğin hiç görmediği bir başka erkekle arasında akrabalık bağı kurması, seni onunla evlendirmesi erkeklik üzerinden yürütülen bir sosyal ilişki değilse nedir? Tüm bu ilişkilenme ve bunun üzerinden üretilen bu hitaplar patriyarkanın topumdaki gücünü gösteriyor. Herkesin herkesle aile üyesi/akraba olması…
Bu durum akıllara siyasilerin en berbat söylemlerinden olan “Hepimiz kocaman bir aileyiz” cümlesini getiriyor. Aile. Hem de en kocamanından. Biz kadınların başına düşecek bundan daha büyük taş yoktur herhalde.
O kocaman aile yüzünden pazarda limoncunun yengesi, sebzecinin ablası, meyvecinin annesi oluveriyoruz. Kolay kolay kimseden “hanım/hanımefendi, bey/beyefendi ya da siz” gibi bağımsız, arada mesafenin ve saygının olduğu hitaplar duyamıyoruz. 90 milyon nüfusa dayanmış ülkede kaç kadın ve erkek birey olarak görülüp bu şekilde hitaplar duyuyor?
Mutfak penceresinden
Konu yeni komşulardan açılmıştı onlara döneyim. Daireye iki genç erkek taşındı demiştim. Taşındıkları süre boyunca sadece bir kez mutfakta gördüm birini. Mutfak pencereleri birbirine baktığı için ister istemez görüyorsunuz.
Başka bir gün mutfakta kahvaltı hazırlayan genç bir kadın gördüm. Eve gelen misafir kadın mutfağa geçmiş sabah kahvaltısı hazırlıyordu. Nasıl bir öğrenmişlik? Çocukluktan beri öğretilen kadınlık görevi. Kutsal ailenin cinsiyetçi iş bölümü.
Hepsi birden geçiverdi aklımdan gözlerim komşu pencereye takılmış halde bakakalırken. İçim biz kadınlar için inceden sızladı. Bu öğrenilmişlik, bu kabul, bu devamlılık ne zaman son bulacak? Misafir de olsan, eş de olsan, evlat da olsan, sevgili de olsan, kız kardeş de olsan, yoldaş da olsan aynı evde bulununca mutfak kadının görevidir algısı otomatikman devreye giriyor. Kadın mutfağa geçiyor, erkek salonda yemeklerin hazırlanmasını bekliyor.
Mutfakta çalışan kadını izlerken aynı zamanda aklıma yıllar evvel kısa süreli ilişkiler yaşayan genç bir erkeğin keyifle söylediği şu sözler geldi: “Geceyi bir kadınla geçirince sabah kalktığımda kahvaltım hazır oluyor, bu çok güzel.”
Özellikle ailesinin yanında yaşamak zorunda olan, maddi bakımdan güçsüz genç kadınların aile evinden çıkıp birey olarak nefes alabilmek için yaptıkları kaçamaklarda erkekleri memnun bırakma çabası geliverdi aklıma.
İster okusun ister çalışsın, genç, orta yaşta ya da yaşlı olsun, tüm kadınların içinde sadece kendilerinin yaşayabileceği, kendilerine ait evlerinin olması lüks olmadığı gibi tartışma konusu da değil. Yerel seçimlere giderken belediyelerin plan ve programlarında kadınlar için özel olarak yer verilmiş barınma hakkı başlığını göremiyoruz. Bırakın görmeyi, akıllarına dahi gelmiyor. Barıma hakkını akıl edenlerin de dilinde kadın değil, aile var. Kadınların erkeklere ve aileye eyvallah demeden yaşam kurabilmesi için yerel yönetimlerin, iktidarların ve devletin eşitlikçi politikaları olmalı. Ama yukarıda bahsettiğim gibi kadınları ve erkekleri aile bireyi olarak gören, akrabalık üzerinden hitap eden belediye başkan adayları ve siyasi partilerle mi olacak bu devasa değişim?
Kendine ait ev
Onlarla olmayacak. Feminist hareketin ve kadınların ısrarlı mücadelesi, tüm buralara yapacağı baskı ve dönüştürme gücü ile olacak.
En radikal değişimler günlük hayatımızda, günlük pratiklerimizde yaşanan değişimlerdir. Kadınların yalnız yaşama isteği, aile ortamından çıkma, hiç olmazsa evlenmek zorunda olmayan kadınlar için evlenmeden yaşama alternatifleri yaygınlaştıkça evlerin patriyarkadan arınması da artacak. Elbette sadece yalnız yaşamakla evler patriyarkadan temizlenemez çünkü o evlere erkekler de girip çıkacaktır; onlarla aramızdaki çeşitli bağlar nedeniyle. Erkeklerle kurduğumuz ilişkilerde cinsiyetçi işbölümünden, kadınlık görevlerinden sıyrılmış, yeni ve özgürlükçü ilişki modelleri denendikçe patriyarkadan arınmış evler ve hayatlar için önemli deneyimler, kazanımlar elde etmiş olacağız. Misafir gittiğimiz, ailemizle beraber ya da yalnız başımıza özgürce yaşadığımız evlerimizin içine patriarkayı sokmamaya çalışmak zannedildiğinden zor ve bir o kadar büyük kazanım. Bunun farkındayız ama bu zorlukları alt edecek aklımız, cesaretimiz ve gücümüz var.
Fotoğraf: sendika.org