İstanbul Çatalca’da yer alan Polonez fabrikasında 146 işçi sendikalaşma hakları gasp edilerek işten çıkarılmıştı. Mücadelelerinin 105. gününde Çayırova’daki Bifet fabrikası önünde yaptıkları eylemlerinde çoğunluğu kadın olan Polonez işçilerinin yanlarındaydık.
İşçiler şehrin bir diğer ucunda, İzmit’in İstanbul sınırında Çayırova’da yer alan Bifet fabrikasında Polonez markası için fason üretim yapıldığı bilgisini almışlardı. Bu sebeple sendikaları Tek Gıda-İş ile birlikte buraya gelmişlerdi.
105 gündür sürdürdükleri hak mücadelesi kadın işçilere çok şey öğretmiş, onları değiştirmiş. Oturma eylemi sürerken içlerinden kimilerinin dikkatini fabrika kapısının karşısındaki bir evde, bir yandan ev temizliği yaparken arada da balkonda durup kendilerini izleyen bir kadın çekiyor. Bak diyorlar, kadın temizlik yapıyor, bize bakıyor, biz burada eylem yapıyoruz. Kendilerini hem onunla özdeşleştiriyorlar, hem karşılaştırıyorlar. 105 gün öncesine kadar hiçbiri böyle bir eylemin içerisinde yer almamış.
Havva’nın mücadele seyir defteri
Havva Çınar 11 yıldır paketleme bölümünde çalışıyormuş. Onunla sohbetimizin ardından çantasından çıkarıp not aldığı defteri dikkatimizi çekiyor. Mücadele sürecinde tutmaya başladığı deftere her gün yaptıklarını, ne yiyip içtiklerini, desteğe gelenleri ve yaşadıklarını not aldığını söylüyor. Yaşananları anlattığı bir kitap yazmak istiyor. “Vatan Emniyetine götürüldük. İlk defa başıma böyle bir şey geldi ve ilk defa böyle bir ortamda bulunuyorum. Çok güzel bir ortam. Benim için çok büyük bir deneyim oldu.” diyor.
Arkadaşı Sırma İlhan da Havva gibi 11 yıldır Polonez’de paketleme bölümünde çalışıyormuş. “Aslında bizi sendikaya iten Pazar günleri az mesai almamız, sürekli zorbalığa maruz kalmamız oldu,” diyor. Zorbalığı şöyle anlatıyor:
“Biz Pazar günleri de geliyorduk. Bazılarımız gelmiyordu. Bizim bir vardiya sorumlumuz vardı. Toplantı yapılıyordu Pazartesi günü. Pazar günü gelmeyen işçiler ortaya toplanıyordu. ‘Niçin gelmiyorsunuz? Bugün niye geldiniz? Pazar gelmeyen Pazartesi işe gelmesin’ demeleri gibi zorbalıklarla karşı karşıya kalıyorduk.”
“Kadınlar orada temizlik yaparken biz sokakta oturmayı öğrendik mesela”
Sırma’nın iki çocuğu var. “Mücadele etmeyi öğrendik. Normalde evden işe, işten eve bir monotonumuz vardı. Bir de çok yoğun çalışıyorduk, pek bir aktivitemiz yoktu. Şimdi mücadelenin içerisinde kendimizi bulduk. Hareketli günlerden geçiyoruz şu anda. Değişik bir tecrübe oluyor. Haklı olup da haklı olduğunu anlatmak daha zormuş. Bunu öğrendik. Gerçekten zor bir mücadele. Ama bir yandan da güzel. Tecrübe ediniyoruz. Çok farklı insanlarla tanışıyoruz, çok farklı bir eylem içindeyiz. Bak kadınlar orada temizlik yaparken biz sokakta oturmayı öğrendik mesela. (Gülüyor) Çok değişik yani.”
Eşi kızıyor ama vazgeçmeyi düşünmüyor
Çocuklarının nasıl etkilendiğini soruyoruz. Bu kadar polisle karşı karşıya gelmelerinden etkilenmiş, üzülmüşler. “Bunu tahmin etmiyorduk,” diyor. Dayak yedikleri, hırpalandıkları olmuş, anlatıyor.
“Çocuklar tabii ki üzülüyor. Çünkü biliyorlar haklı olduğumuzu. Yani zor.” diyor ve ekliyor:
“Eşim ilk başta destekliyordu. Bizi ters kelepçeyle karakola götürdükleri zaman çok üzüldü. Tepkisi ondan dolayı yani. O yüzden zaman zaman kızıyor ama ben vazgeçmeyi hiç düşünmüyorum. Elimizden geldiği kadar, gücümüzün yettiği kadar haklı davamızı götüreceğiz. Hep beraber.”
Üretimde bölümünde bir kadın usta: Bedriye Ünal
En deneyimli olarak bize işaret edilen Bedriye Ünal ile sendikanın aracının içinde konuşuyoruz. Bedriye üretim bölümünde usta. Polonez’de 18 yıl çalışmış. Eşinin karaciğer nakli olması gerektiğinde bir altı ay ara vermiş. 12 yıllık çalışmasının ardından eşinin rahatsızlığında çıkış yapmak zorunda kalmış ve o esnada 12 yıllık tazminatını vermeleri için müdürlerle çok konuşmuş.
“Ben bir gideyim, eşimin işlerini halledelim öyle geri döneyim dedim. Ama onlar bütün tazminatınızı değil, az bir para verebiliriz dediler, 20 bin lira verdiler 2017’de bana. 2018’de tekrar başladım. Aslında 50-60 bin lira tazminat almam lazımdı. Ve onlar beni çıkarsalardı işsizlik sigortasından da faydalanacaktım ama onu da yapmadılar. Dolayısıyla ben 10 yıllık tazminatımı bırakıp çıktım çünkü hastam benim için daha mühim. İşte borçla harçla işimizi hallettik ve tekrar geri dönmek zorunda kaldım altı ay sonra.”
Üretimde sekiz kadın hariç çalışanlar erkek işçilermiş. Makinelerden sorumlu usta olan Bedriye ustalar arasındaki tek kadınmış. Üstlerinde de üretim bölümünün genelinden sorumlu şefler varmış. Usta olarak kendisinin maaşı diğer işçilerin ancak bin lira üzerindeyken şefler 6-7 bin lira daha fazla maaş alıyormuş. Beyaz yakalı olarak geçen şefler sendikalaşma sürecinin içinde de yer almamış ve şu anda da içerdeler. “İşçiler dışarıda olduğu için onlar götürmeye çalışıyor şu anda,” diye anlatıyor.
“Sen sadece çalış. Para dedin miydi yok!”
“Siz bir kadın işçi olarak çok deneyimli olduğunuz ve usta olduğunuz halde yüksek bir ücret alamıyor muydunuz?” diye soruyoruz.
“Yok, sen sadece çalış. Para dedin miydi yok!” diyor ve gülüyor.
Bedriye’nin bir kızı ve bir oğlu var ve ikisi de evli. Fabrikadan çıkmadan üç ay önce oğlunun düğününü yapmış. “Borçluyum o yüzden zaten. Dedik çalışalım borçları kapatalım ama o da olmadı,” diye anlatıyor.
Bedriye Polonez’de sendikalaşma sürecinde işten ilk çıkarılan 13 kişiden biri. “Zaten ben öğlen sendikaya üye oldum, akşamına beni çıkardılar. Bizi çıkarınca da öbür arkadaşlarımız bize desteğe çıktılar,” diye anlatıyor.
Onları sendikalaşmaya iten sebepleri şu şekilde anlatıyor:
“Üretimde de mesai vardı. Mikserler olsun, hazırlık olsun bazen Cumartesi, Pazar da üretime gelirdik. Ama biz bazen gelmiyorduk. Gelmiyorduk, yoruluyorduk çünkü üretim işi ağır. Yani suyun içindesin, soğuğun içindesin. Erkeklerin yaptığı işi yapıyorsun. Büyük makinalarda çalışıyordu kadın işçiler soğuğun içinde. Kangal sucuklar olsun, parmak sucuklar olsun hepsinde böyle.
“Bize üç ayda bir ikramiye veriyorlardı bunlar. Üç gün devamsızlık yaptığın zaman o ikramiyeyi kaybediyordun. Yasal mı bilmiyorum ama bize dayatılan oydu. Üç gün devamsızlık yaptığın zaman, hasta da olsan, rapor da alsan ikramiyeyi kaybediyorsun. Sen orada o koşullarda çalışıyorsun, insansın. Hastalanacaksın, cenazen olacak. Ama hemen kesiyorlardı üç gün gitmediğin zaman. Cumartesi gelmesen ikramiyeyi alamıyordun.”
Üretim bölümünde çalıştıkları yerin soğuk olduğunu da anlatıyor. Üzerlerinde 40-50 klima çalışıyormuş. Bir arkadaşları zatürre olmuş, işten çıkmış ama uzun süre iyileşememiş.
“Ben borcumuz var dedim çalıştım. Ama sonunda da bıçak kemiğe dayandı,” diye anlatıyor.
Eylem alanında iki kez bayıldı
Zam taleplerini defalarca müdürlere söylemişler. En azından Ramazan’da oruç tutan işçilerin fabrikada yemedikleri yemekler için bir ücret ya da karşılık almalarını talep etmiş, karşılık bulamamışlar. Promosyonlarla ilgili şikâyet kutularını doldurmuş yanıt alamamışlar. Sendika duyulur duyulmaz ise yüzde 25 zam yapılacağı söylenmiş. Sendikaya girmesinler diye toplantılar yapılmış.
“Biz kabul etmedik çünkü 18 yıldır çalışıyorum orada bana bir olumlu geri dönüş yapmamışsın. Sendikayı duyunca mı bana yüzde 25 zam diyorsun. Yöneticime, Taner bey ismi, ‘Ben 18 yıldır burada çalışıyorum, buranın bir şeffaflığı kalmadı, hep yalan konuşuyorsunuz, ben bile üye oldum’ dedim. Dedim ve akşamına işten çıkarıldım. Öyle oldu,” diyor ve gülüyor.
Kendisine üretim bölümünde kadın işçilere yönelik hakaret veya rahatsız eden davranışlar olup olmadığını da sorduk.
“Bizde hakaret unsuru yoktu üretim alanında. Çoğunluk erkek olduğu için bize onu uygulayamıyorlardı. Paketleme çoğunluk kadın olduğu için paketlemenin ustası yapıyormuş onu; biz de dışarıda duyduk.” diyor.
O gün itibarı ile 105 günü bulmuş olan mücadele sürecinin ev hayatını nasıl etkilediğini öğrenmek istediğimizde ise oğlunun onunla konuşmadığını öğreniyoruz. Anlatıyor:
“Ben ilk kez böyle bir süreç yaşıyorum. Şöyle etkiledi, mesela benim oğlan benimle konuşmuyor şu anda. Grevdeyken bayıldım iki sefer evde. Üşütmüşüm. Sabah yedide gidiyorsun, akşam yedide, onda geliyorsun bazen. Üşüttük orda işte. Evde bayıldım iki sefer. Oğlum da “Gitmeyeceksin. Anne gitme ne olursun, hasta oluyorsun” diyerek bana tepki gösterdi. Şu an benim oğlum benimle konuşmuyor. Kızım da tepkili, o da hasta olacağım diye. Eşim destekliyor. O da hastalandığımda üzüldü tabii. Hastalandıktan sonra çok korkmaya başladılar. Ondan yani, yoksa hakkımı almamı destekliyorlar.” diye anlatıyor.
“Ağır hakaretlere maruz kalıyorduk”
Nigar Üstün ile de sendikanın aracının içinde konuşuyoruz. O altı senedir paketleme departmanında çalışıyor ve hat sorumlusu olarak görev yapıyormuş.
Bir hatta ortalama 10-12 kişi çalışıyormuş. “Hijyene çok önem verdiğimiz için daha çok kadınlar çalışıyordu. Şimdi aynı şeyi söyleyemeyeceğiz, fason işçilerle devam ettiği için firma. Aynı tutumu sergileyemiyorlardır diye düşünüyoruz çünkü günlük değişen çalışan işçiler var. Ama bizim dönemimizde gerçekten hijyene önem verilen bir kadroyla hizmet veriyorduk.” diyor.
Paketleme bölümündeki baskıları şöyle anlatıyor:
“Bizim de üstlerimiz, ustalar, usta başları vardı. Onların baskıları, hakaretleri çok fazla oluyordu. Tonaj bazında çalışıyorduk biz. Mesela bir ayda sekiz yüz ton, dokuz yüz ton bir hedefimiz oluyordu. İşte günlük bir tonaj belirleniyordu. O hedefimizi tamamlamaya çalışıyorduk. O tamamlanmadığı zaman çok ağır hakaretlere maruz kalıyorduk. Personelin dikkatsizliği, vesaire, ağza alınmayacak çok fazla şeyler söylüyorlardı. Lavaboya giderken bile ‘Neden on dakikada geldin? Yedi dakikada gelmeliydin’ gibi gibi. Çok sıkıştırıyorlardı. Çıkarken bir dakikayı arıyorlardı. İnsanlar bir şekilde tahammül ediyorlardı, sonuçta yıllarını vermişler oraya.”
Çok yoğun mesai dayatması olan bölümde senenin ilk altı ayı vergi kesintisi olmayan aylarda fazla para vermemek için mesaiye çağırmazlarken senenin son altı ayında da zorunlu mesai yaparak ücretlerini kesintiye uğrattıklarını anlatıyor:
“Ne bileyim hiçbir resmi tatilde biz izin kullanamadık. Gel dediler geldik. Bayramın sadece birinci günü izin kullanıp, ikinci üçüncü dördüncü gününde çalışıyorduk. Bu emeğimizin karşılığı bir gece yarısı mesajla kapının önüne konmak değildi” diyor.
“Sendikalı olursanız kelleleriniz gider”
Nigar da ilk çıkarılan 13 personelden birisi olmuş. Gece vardiyasında çalışmış. Ustabaşı tarafından gece 01:30’da toplantıya çağrılmış. “Sendikalı olmayacaksınız, eğer olursanız kelleleriniz gider” diyerek baskılar tehditler olmuş. “Tabii biz vazgeçmedik. Haklarımızı sonuna kadar aramak istedik. Bu olayın sonunda da sabah çıkışım verildi.” diye anlatıyor.
Onların ardından kalan arkadaşları da işi bırakmışlar. Çok yüksek kaliteli makinelerde ve kesici aletler de olan bir ortamda çalışıyorlar. Geride kalan işçilerde kendilerine zarar verebilecekleri kaygısı da oluşmuş. “Bizler işten çıkarıldıktan sonra onlar da belli aralıklarla yapamadıklarını söylediler ve bize destek oldular. Süreç bu şekilde başladı. 13 kişinin ardından 30 kişi, sonra 40 kişi sonra bir 30 kişi daha sonunda 146 kişiyle biz kapının önünde mücadele etmeye devam ettik” diye aktarıyor.
Mücadele içinde geçen 105 günün hayatlarını nasıl etkilediğini soruyoruz, Nigar anlatıyor:
“Artık sendikada olmamız gereken saatlerde burada oluyorduk. Ben eve gittiğimde aklım hep burada kalıyor. Artık öyle bir hal aldı ki sanki evimiz burasıymış gibi oldu. Nasıl çalıştığımız süreçte çalışma yerimiz fabrikanın içiydi ve orayı benimsemiştik, şimdi bu 100 günlük süreçte fabrikanın dışı bizim evimiz olmuş gibi. Arkadaşlarımızı merak ediyoruz, sürecin nasıl geçtiğini merak ediyoruz. Takip etmek için sürekli gece-gündüz orada olmak istiyorsun. Çünkü gerçekten çok onur verici bir şey. Destek vermeye gelen arkadaşlarımız oldu. Bizler de onların yanında olmak istiyoruz. Bütün hayatımız oraya bağlandı. Hakkımızı aradığımız için ailemiz de tüm çevremiz de bu süreçte yanımızda oldu” diyor.
Eylem sonlanıyor
Oturma eylemi devam ederken Bifet fabrikası içerisinden haber gelmesi üzerine Tek Gıda-İş uzmanı Yunus Durdu işçilerden ve desteğe gelen sendikacılardan 3-4 kişiyi alarak yetkililerle görüşmek üzere fabrika içine giriyor. Görüşme heyetine kadın işçilerden kimse alınmaması dikkatimizi çekiyor. Mücadelenin sonucunda yaşanan müzakere süreçlerinde de mücadeleyi omuzlayan kadın işçilerin olması gerekiyor, önümüzdeki dönemde bunu görmeyi umuyoruz.
Çıkışta bir Bifet fabrikası yöneticisi yanlarındaydı ve fabrikanın Polonez marka için üretim yapmayacağını açıklıyor. 30 Ekim Çarşamba günkü eylem böylece sonlanıyor.
“Sendika yoksa Polonez’e boykot var”
Bu arada kurulan Polonez İşçileri Dayanışma Komitesi Polonez ve Migros markalı işlenmiş et ürünlerinin boykot edilmesi çağrısını yapıyor. Mücadele eden Polonez işçileri için, kadın işçiler için dayanışma çok önemli. Herkesi ve özellikle de kadınları “Sendika yoksa Polonez’e boykot var” sloganıyla sürdürülen bu dayanışmaya destek vermeye davet ediyorlar.