Toplumsal Tarih toplumsal cinsiyeti de görmüş

Toplumsal Tarih Şubat sayısında “ezberleri sorgulayan emek tarihini ele alırken” feminist tarihçilerin makalelerine yer veriyor. Bunun yanı sıra erkek tarihçiler de bu kez kadınları görmezden gelmemişler. Hadi hayırlısı, diyelim…
Paylaş:
Necla Akgökçe
Necla Akgökçe
nakgokce@gmail.com

Toplumsal Tarih, Şubat 2024 sayısında Türkiye’de Emeğin 100 Yılı Aşan Tarihi: Ezberleri Sorgulayan Tarih Yazımı isimli özel bir dosya yaptı. Geleneksel tarih yazımının, sınıfı görmeyen yapısının eleştirildiği, son dönemlerde epey ürün vermeye başlanılan emek tarihi alanında, yeni eğilimlere ve çalışmalara yer veren dosyada, kadın emek tarihi yazımına ilişkin kadınların yazdığı önemli makaleler de bulunuyor.

Bunun yanı sıra ezberleri sorgulayan -bence erkek tarih yazıcıların ezberleri, söz konusu olan- cümlesini haklı çıkarabilecek biçimde karşı cinsin yazmış olduğu makalelerde de bazen bir parametre olarak bazen de belli bir direniş ve fabrika deneyimi aktarılırken orada bulunan kadın işçiler özelinde “kadın işçi” de ele alınıyor. Memleketteki erkek tarihçilerde ortaya çıkan bu “yeni” eğilimde; kadın ve toplumsal cinsiyet perspektifleriyle tarihe yaklaşarak, kadın ve LGBTİ+ deneyimlerine büyüteç tutan feminist tarihçilerin bitmez tükenmez çabalarının rolü olduğu gerçeğini unutmuyoruz. Ama yine de takdire şayan bir durum.

Kadınlar hep maişet için çalıştılar

Önce kadın tarihçilerden başlayalım. Hatice Yıldız’ın Bursa İpek Sanayisi ve Kadın İşçiler isimli makalesi; 1800’lü yıllardan itibaren makineleşerek ihracata yönelik üretim yapmaya başlayan Bursa ipek sanayide, kadın emeğinin rolünü, zaman içinde bu emek biçiminde yaşanan dönüşümleri ele alıyor. Birincil kaynaklara dayanılarak yazılan makale, 1800-1910 yılları arasında şehirde artan koza ve ham ipek ipliği üretiminin küresel pazarlarla ilişkisine bağlı olarak Bursa filatürlerinde kadın emeğinin ağırlaşan çalışma koşullarını ve kadın emekçilerin sömürü ve baskılara karşı ne türden direnç ve eylemlilik biçimleri örgütlediklerini anlatıyor. Yıldız, kadın işçilere yönelik şiddet, kötü muamele ve 17 saate varan uzun çalışma koşullarını da ele alarak, o yıllarda kadın işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin özgün sorunların da görünür olmasını sağlıyor.

Yazar, feminist dikkati ile resmi tarihin ve erkek egemen tarih yazıcılığının bazı kalıp yargılarını sorgulayarak, onların geçersizliğini de gösteriyor. Bu noktada örnek vermek sanki zorunlu. Bursa gazetesi Ertuğrul’da çıkan köşe yazısından hareketle “kadınların ipek sanayiinde çeyiz parası için çalıştıkları” kalıbının hatalı olduğunu, “zorunlu insani ihtiyaçlarımızı başka bir yolla karşılayamadığımız içindir ki bu gayri meşru emre(itaate) mecburuz” diye yazan kadınların, erken kapitalizm döneminde geçim sıkıntısı nedeniyle çalıştıklarını anlatıyor. Ayrıca yine bu mektuptan hareketle, çalışma saatlerinin uygunsuzluğu nedeniyle, kadınların, işe gidip gelirken cinsel tacizle karşı karşıya kaldıklarını da gözler önüne seriyor. Kadın emek tarihine ilişkin bilgilerimiz arttıkça, yeni belgeler ve farklı kaynaklar ortaya çıkmaya başladıkça, tarih, bizim için de okunabilir hale geliyor. Bu tür çalışmalar ayrıca belge ve bilgileri değerlendirirken feminist bakış açısının ve teorik yaklaşımların ne kadar elzem olduğunu göstermesi nedeniyle de öğretici.

İkinci makale ise Gülhan Balsoy’a ait. Kadınlar Nasıl İş Bulur; Suat Derviş’in Gözünden İş, İşsizlik ve Güvencesizlik isimli makale, Suat Derviş’in 1937 yılı ocağında Tan Gazetesi’nde Kadınlar Nasıl İş Bulur, başlıklı yazı dizisinden hareketle kadınların iş bulma pratiklerini ve bunlarla dönemin emek rejimi arasındaki bağlantıları anlatıyor.

İş bulma da çalışmaya dair bir deneyimdir

Gülhan’ın makalesinden, kadınların iş bulma deneyimlerinin üretim sürecinde karşılaştıkları eşitsiz ve güvencesiz çalışma şartlarından bağımsız olamayacağını, kadınların çoğu zaman bu şartlar nedeniyle işten çıktığını ve işsizlik korkusu ile yine güvencesiz koşullardaki başka işlerde çalışmak zorunda kaldıklarını, nasıl bir kısır döngü içine düştüklerini anlıyoruz. Yazarın yazı dizisinden hareketle ortaya çıkardığı bir başka gerçek ise kadın-erkek ücretleri arasındaki ciddi eşitsizlik. Suat Derviş’in görüştüğü kadınların ifadelerinden kadınların erkeklerin aldığı ücretin yarısını aldıklarının anlaşıldığını yazıyor Balsoy.

Derviş’in evdeki patriyarkal ilişkiler nedeniyle telaffuz edilmekten kaçınılsa da usta başı tacizlerini de gündeme getirmesi, Gülhan’ın bunu meseleleştirmesi, ücretli emek alanında kadınlar açısından pek fazla değişim olmadığını göstermek açısından da dikkate değer.

Doğrudan kadın emek tarihine ilişkin bilgiler aktarmasa da artı değerin el konulduğu mekân olarak bir fabrikayı ele alması sebebiyle kadın emek tarihçileri için de bir yöntem önerisi getirmesi bakımından Y. Doğan Çetinkaya’nın Görkem Akgöz’le yaptığı söyleşi de ufuk açıcı nitelikte.

Emek tarihine toplumsal cinsiyet perspektifi ile bakan ve bu konuda yazıları olan Görkem Akgöz, Bakırköy Pamuklu fabrikasını araştırma alanı olarak ele aldığı yeni çıkan kitabında, kadın işçilerin deneyimlerine de yer verdiğini anlatıyor. Modernleşme ile birlikte öne çıkan fabrikada, kadın işçilerin işgücü piyasalarına katılımındaki rolüne de vurgu yaptığını anlatan Akgöz, emek ve toplumsal cinsiyet konusuna yoğunlaşan, birbirlerini kronolojik ve tematik olarak takip eden bir dizi yayın üzerine çalıştığı müjdesine de veriyor.

Erkekler de yazmış

Erkek tarihçilerin yazılarında kadın işçiden bahsettiklerini yazmıştık. Y. Doğan Çetinkaya İşçi Sınıfı Nedir? Kavram ve Osmanlı İmparatorluğu’nda İşçi Sınıfı isimli makalesinde 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başında yaşanan işçi sınıfının monolitik olmayan yapısına dikkat çektikten sonra vasıfsız işçiler bağlamında kadın işçileri ele alarak, cinsiyete dayalı hiyerarşilere, genç kadınların çalıştırılma sürecindeki patriyarkanın rolüne de vurgu yapıyor.

Üretim sürecinde yer alan kadın işçiyi gören ikinci makale ise Hakan Koçak’a ait olan Müstahdemden Satış Elemanına, Cemiyetten Sendikaya Mağaza Emekçilerinin Tarihi. Koçak mağaza emekçilerinin tarihini anlatırken, erkek tarihçilerin çok sık yaptığı gibi “mağaza emekçileri” deyip, tarihsel özneyi erkekler adına genelleştirme yoluna gitmiyor, o anda orada bulunan kadın işçiye dair de deneyim aktarımı yapıyor.

Stefo Benlisoy’un 2. Meşrutiyet’ten itibaren sosyalist ve işçi hareketi içinde aktif olarak yer alan, Rizospastis Gazetesi’nin İstanbul muhabiri Stefanos Papadopulos’un mektuplarına dayanarak, Mütareke Dönemi İstanbul İşçi Hareketi‘ni ele aldığı yazısında da kadın işçilerin yaşadıklarına yer veriliyor. Papadopulos’un kadınların işçi hareketindeki rolünü önemsediğini, emek örgütlenmesi içindeki yerini sık sık vurguladığını anlatan Benlisoy’un makalesindeki bu bilgiler, feminist emek tarihi yazıcıları için de yararlı…

Zafer Aydın’ın 1969 Singer İşgali isimli makalesinde, çerçeve yazısı olarak ele aldığı Ergün Kuzu’nun annesi Ayten Kuzu ile yaptığı röportaj, satın aldığı Singer dikiş makinesi sayesinde “tüccara parça başı dikiş” yapan Ayten Hanım’ın deneyiminin, günümüzde ev eksenli veya fabrikaya bağlı parça başı işler yapan kadın işçilerin tarihi açısından ne kadar kıymetli olduğunu belirtmeden geçmek olmaz.

Okunmalı

Mustafa Kemal Coşkun’un makalesi ise erkek deneyimlerine odaklanması sebebiyle yukarıda verdiğim yazılardan biraz farklı. Yazarın öfke meselesinin sınıf kinine nasıl dönüşeceğini anlatmak için Seremoni filmini örnek vermesi ise gerçekten nazire gibi olmuş. Hizmetçi Sophie’yi cinayete kadar götüren yıkıcı öfke sadece sınıf üzerinden açıklanabilir mi? Bence hayır. Sophie’nin öfkesinde, cinsiyeti nedeniyle yaşadığı baskı, şiddet ve sömürünün oynadığı rolü atlayamazsınız. Bu örnek bize bir yandan da kadın işçi deneyimleri söz konusu olduğunda sınıf analizinin ne kadar yetersiz kaldığını da gösteriyor. Öfke, haysiyet, sınıf kini, hınç sadece erkeklere özgü duygular değil. Bu duyguların tetiklediklerini “sınıf bilinci” genellemesi içinde ele alarak cinsiyetli yapısını görmezden gelmek, en basitinden kendi analizinize zarar verir, diyelim ve bırakalım.

Toplumsal Tarih dergisinin şubat sayısı yıllardır unuttuğum dergi okuma hazzını bana yeniden hatırlattı. Bence bu sayı bir süre daha raflarda durur. Mutlaka okuyun.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Ev kadınlığı belirtilenin aksine bize mutlu, güzel giden bir yaşamı vaad etmiyor. Aksine feda edilmiş bir yaşam, kimliği yok edilmiş, emeği değersizleştirilmiş kadınları işaret ediyor. Bu sebeple, kadınlığın doğası kurgusunun ardındaki kadınlık idealinin aksine normları yıkmak, geleneğe isyan etmek yaşamı yeniden inşa etmek gerekiyor.
Caliban ve Cadı isimli eseriyle tanıdığımız maddeci feminist, otonomist, aktivist ve akademisyen Silvia Federici, ‘Ücret Patriyarkası’* isimli kitabıyla bu kez bize Marx’ın temel metinlerini tekrar gözden geçirme ve patriyarkanın ücret halini tartışma imkânı sunuyor.
Önümüzdeki dönemde küresel ve ulusal ekonomiler karmaşık ve çok sayıda zorlukla karşı karşıya kalacak. Üretim zincirlerinde kesintiler, gıdaya erişim, bölgesel savaşlar, enerji fiyatlarının ve enflasyonun yükselişi, göçler ve iklim krizi bunların başlıcaları. Bir an önce yaşamı merkeze alan, eşitliğe duyarlı, çevre yıkımının önüne geçecek ekonomik modellerin hayata geçirilmesi gerekiyor.
Kadın mühendis, mimar ve şehir plancıları, uzaktan çalışmanın yeni meselesi “buradayımcılık”tan ve “hazır ve nazırcılık”tan mustarip. Bu nedenle “bağlantısızlık hakkı”nı daha fazla dillendiriyorlar. İşsiz kalma ve temel ihtiyaçları karşılayamama konularında erkeklerden daha kaygılılar.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!