15 Aralık günü Türkiye’nin çeşitli illerinden, ilçelerinden gelen Tekgıda-İş Sendikası üyeleri, AKP Genel Merkezi önünde buluştular. Amaçları, özelleştirmeler sonrasında kendilerine dayatılan 4-c statüsünü protesto etmek ve bu statüde çalışmayacaklarını dünya âleme duyurmaktı. Çünkü Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), yaprak tütün fabrikalarının da kapanacağını, 10 bin dolayında işçinin 4-c statüsünde başka kamu kurumlarına gönderileceğini açıklamıştı. 4-c statüsü düşük ücretler, güvencesiz çalışma, yıllık izin ve kıdem tazminatından yoksun olma anlamına geliyordu. Önce Türk-İş Genel Merkezi önünde toplanan işçiler öfkeliydiler.
Aradan neredeyse 13 yıl geçti; fakat direnişin üçüncü gününde, 17 Aralık’ta Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda -10 derecede seslerini duyurmak için eylem yapan işçilere tazyikli su sıkanları da, onlara karşı kol kola girerek mücadele eden işçileri de dün gibi hatırlıyoruz. Direnenlerin hafızasının kuvvetli olması gerekir.
Abdi İpekçi Parkı’nda meramını anlatmaya çalışan işçilere yönelik saldırının amacı onların gözünü korkutarak geri çekilmelerini sağlamaktı ama işçiler iyice öfkelendiler, direniş o günden itibaren başka bir boyut kazandı. Sakarya Caddesi’nde çadırlı bir işçi cumhuriyeti kuruldu neredeyse; 78 gün boyunca direniş alanı tüm muhalefet partilerinin, sendikaların, solcuların, komünistlerin, feministlerin uğrak yeri oldu, büyük bir dayanışma sergilendi. Türk-İş başlangıçtan itibaren işin büyümesi taraftarı değildi ama tabandan gelen güç karşısında boyun eğmek zorunda kaldı. Direniş Tekgıda-İş tarafından yürütüldü.
Kadınlar ilden ile sürülmüşlerdi
Tütün işçileri içinde kadınların sayısı epey fazlaydı. Direniş boyunca çadırlarda komitelerde oldular, düzeni sağladılar. Onlarla birlikte çocuklar da oradaydı. İçlerinde AKP’ye oy vermiş olanlar da vardı. Hepsinin ortak söylemi “Hay ellerim kırılsaydı da bunları desteklemeseydim”di…
Esasen tütün geleneksel olarak bir kadın sektörüdür ve 2000’li yılların başında da 30 bin çalışanı olan TEKEL işletmelerinin 10 binini kadınlar oluşturuyordu. (1) Tütünün tüm süreçlerinde; ekiminden toplanmasına, yaprak tütün fabrikalarında diziliminden kıyılmasına, sarılmasına kadar her alanda kadınlar çalışırlar. TEKEL’in bölüm bölüm AKP hükümeti tarafından özelleştirilmeye başlaması ile birlikte çeşitli illere sürülen, çocuklarını, yakınlarını evde bırakarak ekmek parası peşinde ilden ile sürüklenen pek çok kadın vardı. Çünkü bulundukları illerde de TEKEL onlar için düzenli bir ekmek kapısıydı ve yıllardır buralarda çalışıyor, evlerini onlar geçindiriyorlardı. Dolayısıyla bu eylem onların eylemiydi.
Abdi İpekçi Parkı’ndaki eyleme en önde katılan ve sıkılan gaz ile tazyikli su nedeniyle astım krizi geçirip 10 gün hasta yatan, iyileştikten sonra eylem çadırına geri dönen Aynur kendi deneyimini şöyle anlatıyordu:
“Ben Aynur Erbaş, 17 yıllık işçiyim. Evliyim, çocuğum yok, şu anda Adıyaman’da çalışıyorum. Malatya, Samsun, Adıyaman… Çok fabrika gezdim ben. Özelleştirme sürecinde yaşadıklarımız bunlar, biz özelleştirme mağdurlarıyız. Bir yer özelleştirilince bizi başka bir yere yolladılar. Yaşadıklarımız anlatılmaz, kelimelere sığmaz. Şimdi buradayız, gördüğünüz işin son noktasıdır. Biz özelleştirme sürecinde de inanılmaz eylemler yaptık. Malatya sigara fabrikası mesela, kapatma kararı almıştı, biz eylemlerimizle kapatılmasının önüne geçmiştik. 97 yılından beri dolaşıyorum ben, yatmadım hiç; Samsun’da üç, Malatya’da iki vardiya halinde çalışıyorduk.”
Özelleştirme sürecini en ağır biçimde yaşayan kadınlar TEKEL direnişi sırasında “Yıllardır oralarda yan gelip yatıyorlar” diyen R.T. Erdoğan’a ateş püskürüyorlardı, çünkü yaşamları tütün tozları arasında, vardiyalarda geçmişti.
Çocuklar kocalara ve akrabalara bırakıldı
Aralarında çocuklarını kocalarına, akrabalarına, yakınlarına bırakıp gelenler de vardı. Batman’dan yedi çocuğunu bırakıp gelen Ferice Bedel de, çok küçük olan ikiz bebeklerini görümcesine teslim edip geldiğini söylüyordu. 20 yıldır TEKEL’de çalışıyordu. Tütün fabrikalarında koca koca kolileri kaldırmaktan bel fıtığı olduğunu belirterek, çalışmadan kaynaklı meslek hastalıklarına da dikkat çekiyordu. Kadınlar arasında en sık rastlanan hastalıklardan biri de astımdı, tütün tozları solumaktan kadın işçilerin büyük bir bölümü astım hastası olmuştu.
Muş’tan eyleme katılan Şengül Yılmaz ise özelleştirme sürecinden adım adım 4-c’ye kadar nasıl geldiklerinin altını çizerken, günübirlik sendikal politikaların yanlışlığına da dikkat çekiyordu:
“İşletmeler kapatıldı. ‘Olsun, fabrikalar duruyor’ dediler. Fabrikalar kapatıldı, pazarlamalar kapatıldı, ‘Olsun, işletmeler duruyor’ dendi, hep böyle oldu. İşçide bir bilinç oluşmadı, oluşturulamadı. Çalıştığımız süre bir ay da olsa ‘Tamam olsun’ dendi, bazı sorunlar görmezlikten gelindi. Kitlesel anlamdaki eylemler çok daha önce yapılabilirdi. Çünkü o zaman biz üretiyorduk; fabrikalar çalışıyor, pazarlamalar işliyordu, üretimden gelen gücümüzü kullanabilirdik. Bugün artık gidecek yer kalmadı.”
Direniş alanında kadınlar farklı zorluklarla karşı karşıya kalırlar. En önemli sorunlardan biri de tuvalet sorunuydu; soğukta beklemekten, yerlere oturmaktan bazı kadınlar, idrar yolları enfeksiyonuna yakalanmışlardı. Çadırlarda genç kadınların yan sıra emekliliği gelmiş kadınlar da vardı, hatta onların sayısı bir hayli fazlaydı. Bazı çadırlarda üstü battaniyelerle örtülmüş, babalara teslim edilemeyen bebekler uyuyordu. Tüm direniş ve eylem alanlarında olduğu gibi patriyarkal görevler, ev işleri orada da devam ediyordu. Yemekler genellikle sendikalardan, sivil toplum örgütlerinden, siyasi partilerden gelen kumanyalardan oluşuyordu ama çadırda yemek pişiriliyorsa, tencerenin başında mutlaka bir kadın bulunuyordu.
İstanbul Cevizli’den gelen Aysel Avcı, sabah okula geç kalmamaları için çocukları kendisinin telefonla uyandırdığını belirterek, direnişin yanında “annelik görevlerini” de sürdürdüğünü anlatıyordu. Başka bir kadın ise evde çocuğu okula gönderen erkeğe, ne giydirmesi, yanına ne alması gerektiği konusunda her gün telefonla talimat verdiğini söylüyor, “Erkekler işte, biraz beceriksizler” diyordu.
Hak aramayı öğrenmek
TEKEL direnişi, evden işe işten eve şeklinde bir hayatları olan kadınları bu rutinden çıkararak Ankara’nın Sakarya Caddesi’ndeki eylemcilere dönüştürdü. Gaz da yediler, tazyikli suya da maruz kaldılar; kocalardan ve çocuklardan bağımsız, sabah akşam çadırlarda ziyaretlerle, konuşmalarla, eylemlerle geçen bu süreç onlar açısından çok da güçlendirici oldu. Grev yerinde bazı geleneksel görevler sürdürülse de erkeklerin bakımına bırakılan çocuklar patriyarkal aile içinde farklı işbölümlerinin olabileceğini de gösterdi kadınlara. Erkekler çocuk bakabiliyor, yemek de yapabiliyordu pekâlâ.
Grev sırasında neler yaşadıklarını, kadınların neler öğrendiğini şöyle anlatıyordu bir kadın işçi:
“Kadınların emeğine saldırıldığı zaman nasıl aslan kesildiğini, gözünün hiç korkmadığını gördüm, eylemimizde bu beni bir kadın olarak çok umutlandırdı. Düne kadar hiçbir dünya görüşü olmayan, sadece aldığı maaşı düşünen kadınların 31 günlük eylemde çok çok şeyler öğrendiğini gördüm. Arkadaşlara, ‘Yarın öbür gün bir hak arama eylemi olduğunda gider misiniz?’ diye soruyorum, hepsi ‘Evet’ diyor.”
TEKEL Direnişi, açlık grevinden vapur işgaline, FSM köprüsüne bayrak asmadan kadın işçilerin Emine Erdoğan’ı ziyaret etme teşebbüsüne kadar çeşitli eylem biçimlerine sahne oldu. Türkiye’deki iki büyük işçi konfederasyonu ve KESK, sık sık TEKEL işçilerini destekleyen eylemler, basın açıklamaları yaptılar. Dünya sendikaları ve ITUC tarafından da desteklendi eylem. TTB ve SES emekçileri, saldırılarda yaralanan, soğukta hastalanan işçilere sağlık desteği vermek için bir revir kurdu. Ankaralı feministler de direniş alanında kadınları yalnız bırakmadılar.
Eve dön çağrısına karşı çıktılar
Direnişin 49’uncu gününde İstanbul’dan yola çıkan feminist kadınlar, Ankaralı feministlerle de buluşarak Sakarya Caddesi’nde kurulu direniş çadırlarındaki işçi kadınları ziyaret ettiler ve ardından, kadınların eylemde hem çok etkin hem de kararlı olduğu yönündeki görüşlerini basınla paylaştılar.
Memleketin tüm muhalif kesimini bir araya toplayan bu direniş, ne yazık ki istenilen biçimde sona ermedi.
1 Mart günü, Danıştay’dan çıkan karar ile 4-c kapsamında işe başlamak için işçilere verilen 1 aylık sürenin yürütmesinin durdurulduğu duyuruldu. İşçiler bu durumu sevinçle karşıladılar ama tam kazanım olana kadar eylemi sürdürmeye kararlıydılar. 2 Mart günü, Tekgıda-İş Başkanı Mustafa Türkel, sendika olarak çadırların sökülmesi kararı aldıklarını, 15-20 günlük bir aranın ardından 1 Nisan’da yeniden gelip oturma eylemi yapacaklarını, bu sırada gittikleri şehirlerde eylemlerin sürdürüleceğini bildirdi. Bu konuşma işçiler tarafından protesto edildi. İşçilerden bazıları “Çadırları sökmek ihanettir, çadırlar kalacak, direniş sürecek” sloganları ile sendikanın kararlarına karşı çıktılar. Sendikayı destekleyen işçiler çoğunlukta olunca, çadırlar birer birer sökülmeye başlandı ve 2 Mart akşamı direniş sonlandırıldı.
TEKEL Direnişi, kadınların eylemlerde en önde yer alışları, direnişi sürdürmeye yönelik kararlı tutumları, direniş alanını çekip çevirmedeki görünmeyen emekleri ile tarihe geçti.
Direniş sırasında güçlenen evdeki erkeklerin “Artık eve dön, çocuklar perişan” gibi çağrılarına kulak asmayan, onlara itiraz edip sonuna kadar alanı terk etmeyen kadınların hayatlarında da bazı dönüşümlere yol açtığını düşünmek ise iyimser bir yaklaşım olmasa gerek.
Fotoğraflar: Necla Akgökçe
Kaynaklar
Servet Akbudak “78 Gün” TEKEL Gerçeği ve Ankara Direnişi,
Petrol- İş Kadın Dergisi Sayı.34, Şubat 2010, Ankara 2011
.