9. Yargı Paketi: “Kadınların hakları geriletilmek isteniyor”

Tatil öncesi meclise getirilmesi beklenen 9. Yargı Paketi’nin içindeki “etki ajanlığı” düzenlemesinin kadın ve LGBTİ+’ların güçlenme ve dayanışma mekanizmalarını nasıl etkileyeceğini Mor Çatı ve Kadının İnsan Hakları Derneği ile konuştuk.
Paylaş:

31 Mart’ta gerçekleşen seçimlerin ardından art arda yasal düzenlemeler gündeme geldi. Eğitim müfredatı değiştirildi, sokaktaki hayvanlara dönük infazın “çözüm” olarak gösterildiği düzenleme gündeme getirildi, “kamuda tasarruf” adı altında yüz binlerce kamu çalışanının haklarına kısıtlama getirildi, seferberlik yetkisi cumhurbaşkanına verildi, “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı” açıklandı, patron ve işçi sendikaları ile toplantılar düzenlendi…

Sonuçlar benzer bir yere işaret ediyor. Önümüzde emeği bekleyen sorunların daha derinleşeceği, özellikle en açıktan “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı”nda belirtildiği gibi esnek ve ev eksenli çalışmanın kadınlar için çalışma modeline dönüştürülmesi yönlü politikaların hızlanacağı…

Bu trafik içerisinde gündeme gelen bir başka düzenleme ise 9. Yargı Paketi. Noterlerin çalışma saatlerinin düzenlenmesinden tutalım da 6284’ün en önemli yaptırımı olan “tazyik hapis” kararına erkeklerin itirazının aynı torbaya konulduğu bu tasarının, Meclis’in tatile girmesinden hemen önce gündeme geleceği belirtiliyor. Bu paket içerisinde önemli bir madde de var ki, kadın ve LGBTİ+’ların güçlenme ve dayanışma mekanizmalarını da hedef alıyor. “Etki ajanlığı” adı altında, fon ve dayanışma alarak ayakta duran sivil toplum kuruluşlarını hedef alan bu düzenlemenin kadın ve LGBTİ+’ları nasıl etkileyeceğini Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve Kadının İnsan Hakları Derneği’nden Dr. Ezel Buse Sönmezocak’a sorduk.

“Kazanılmış haklar geriletilmek isteniyor”

Dr. Ezel Buse Sönmezocak: Malumumuz, son yıllarda Türkiye’de yasa yapım süreçleri demokratik süreçlerin işletildiği, toplumsal katılımın sağlandığı, diyalog ve müzakere süreçlerinin yürütüldüğü, şeffaf ve demokratik yasa yapım süreçleri olarak işletilmekten çok uzak. Birbirinden çok farklı konularda kanun değişiklikleri aynı “torba”nın içine atılıyor, ilgili yasal değişikliklere neden ihtiyaç duyuldu, bu ihtiyacı karşılamak için yasa değişikliği öncesi nasıl çalışmalar yapıldı, yasal değişiklik önerisi hangi süreçte kimlerin görüş öneri ve uzmanlığıyla oluşturuldu, bunlar kamuoyuyla paylaşılmıyor.  Yasa değişikliği taslakları da kamuoyuyla paylaşılıp görüş alınmıyor. Adeta, gizli saklı bir şekilde, bir takım basın mensuplarına “sızdırılan” metinler üzerinden hayatlarımızı doğrudan etkileme gücü olan yasa değişikliklerine ilişkin analiz yapmak durumunda kalıyoruz. Bu 9. Yargı Paketi’nde de olan bu, öncelikle bunu ifade etmek gerekir. Kadın örgütleri olarak, kadınları doğrudan ilgilendiren Medeni Kanun değişikliklerinden 6284 sayılı Kanun’da değişikliklere kadar çeşitli değişiklik önerisi getiren bu “paket”in hazırlanmasında hiçbir şekilde dahil değiliz, buna itiraz ediyoruz. Hukukun üstünlüğüne dayalı ülkelerde yasalar toplumdan kaçırılır şekilde gizli saklı hızlıca geçiştirilmez. Ama Türkiye’de çok uzun yıllardır olan şey bu. Çünkü bu değişikliklerin hepsinin bir amacı var, o da küçük küçük parçalarla, kadınların kazanılmış haklarına saldırmak ve bu hakları geriletmek.

9. Yargı Paketi’nde de bu saldırılar devam ediyor. En dikkat çekici madde, kadının soyadına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen Paket’e eklenen madde. Bilindiği üzere, Anayasa Mahkemesi 22/2/2023 tarihinde E.2022/155 ve 2023/38 K. Sayılı kararıyla, kadının evlenmeden önceki soyadının evlendikten sonra da tek başına kullanılamamasının Anayasa’nın eşitlik ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşmış ve Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesinin birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. 9 ay sonra yani Ocak 2024 itibariyle karar yürürlüğe girmiştir fakat AYM’nin 187’deki iptal kararına rağmen yasa koyucu maddede değişiklik yapmadığı için şu an Nüfus Müdürlükleri’nde evlilik sonrası kendi soyadını kullanmak isteyen kadınlar yasada dayanak olmadığı ve kendilerine bir bilgi gelmediği gerekçesiyle geri çevrilmektedir. Hatta son zamanlarda Nüfus Müdürlükleri, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen, kadınlara bu konuda “yasal değişiklik yapılacağı, bu nedenle bu değişiklikler gerçekleşene kadar işlem yapmayacakları” cevabını veriyor. Burada bir hukuk devletinde beklenen şey, Anayasa Mahkemesi kararının uygulanması, yani MK 187’ye evli kadınların evlenmeden önceki soyadının evlendikten sonra da kullanabileceklerini garanti altına alan bir hüküm eklemek olmalı. Çünkü AYM, kadınlara kendi soyadlarını kullanmalarına izin verilmemesinin Anayasanın eşitlik maddesine aykırı olduğunu ilan etmişti. Fakat Yargı paketi taslağında gördüğümüz şey şoke edici. Çünkü, sanki ortada Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılığa işaret eden bir AYM kararı yokmuş gibi, AYM’nin iptal ettiği hüküm aynen geri getirilmek isteniyor! Üstelik, eski hükmü aynen tekrar ederken yasa koyucu bunu son derece patriyarkal bir yorumla gerekçelendiriyor! Yani AYM kararı, örneklerini ne yazık ki giderek daha çok gördüğümüz üzere, bir kez daha, uygulanmıyor! Bu kabul edilemez. Bu sadece kadınların sorunu değil, demokratik bir hukuk devletinde yaşamak isteyen herkesin sorunu olmalı. O nedenle tüm kamuoyunu bu konuda ses çıkarmaya davet ediyoruz.

“Anti-demokratik bir yöntem”

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı: 9. Yargı Paketi’nin torba kanunlarda olduğu gibi farklı konuları içermesi başlı başına bir sorun. Bu yöntem, başlı başına ve muhatapları ile tartışılarak oluşturulması gereken düzenlemeleri bir arada geçiren anti-demokratik bir yöntem. Söz konusu kadınları ilgilendiren konular olduğunda, çok uzun yıllardır deneyimli kadın örgütlerinin görüşlerine başvurulmadığı gibi, erkeklerin çıkarlarına hizmet eden taleplere daha fazla kulak verildiğini ve buna bağlı olarak kadınlar açısından hak kayıpları yaşandığını görüyoruz. 9. Yargı Paketi’nde, kadınların anayasa mahkemesi başvurusu ile kazandığı soyadlarını kullanma haklarının ellerinden alınacak olması bunun açık bir göstergesi.

“6284 işlevsizleştiriliyor”

Bu pakette en çok eleştirilen başlıklardan biri tazyik hapis kararına itiraz yolunun açılması. Bu karar 6284’ün temel yaptırımlarından biri iken bu taslağın kabul edilmesi bu konuda nasıl sonuçlara yol açacak?

Ezel: Yargı Paketinde kadınların kazanılmış haklarına bir diğer saldırı da 6284 sayılı Kanun’da yapılmak istenen bir değişiklikle ilişkili. Bilindiği üzere 6284 sayılı Kanun kapsamında verilen tedbir kararlarına uymamanın Kanun’da “zorlama hapsi” olarak kavramsallaştırılan bir yaptırımı var. Biz biliyoruz ki 6284 sayılı Kanun kapsamında verilen kararlar failler tarafından yerine getirilmiyor, kadınlar çantalarından çıkan 6284 tedbir kararlarına rağmen şiddete uğruyor ve öldürülüyor. Kanun kapsamında verilen tedbir kararlarının caydırıcı etkisinin olması amacıyla da tedbir kararlarına aykırılık halinde Kanun hâkim kararıyla failin 3 ila 10 güne kadar zorlama hapsine tabi tutulabileceğini hüküm altına alıyor. Yapılmak istenen değişiklik, ancak bir hâkim tarafından verilen bu zorlama kararlarına karşı itiraz yolunun açılmasını öngörüyor. Yani, pratikte zaten 3 günlük verilen ve çok zor verilen tazyik hapsi kararları, şimdi bir de itiraza tabi tutulacak ve bu kararlar iptal edilebilecek. Kanun’un öngördüğü tedbir kararlarına ısrarla uymayan, aykırı davranan failler için bir caydırıcılık mekanizmasının içinin boşalması riski var. Tazyik hapsi kararının verilmesi zaten bir hâkim tarafından ve olgulara bakılarak, yani ortada verilen tedbir kararına aykırılık var mı yok mu buna bakılarak verilen kararlar, buna karşı itiraz yolunun açılmasının hukuki bir gereği yok, ama itiraz, pratikte tazyik kararlarının ortadan kalkması ve dolayısıyla 6284 sayılı Kanun’un etkisinin iyice azaltılması, işlevsizleştirilmesi anlamına geliyor.  

“Tazyik hapsi zaten sıklıkla uygulanmıyor”

Mor Çatı: Tazyik hapsi ile önleyici tedbirin ihlali durumunda caydırıcı olması sebebiyle bu kısa süreli hapis öngörülmüş. Daha önceki kadına yönelik şiddet yasalarında var olmayan bu düzenleme, feministlerin deneyimlerine dayanarak, buna dair ihtiyacın ortaya konması ile 6284 sayılı Kanun’a konmuştu. Fakat uygulamada tedbir kararlarına, yani kişiyi rahatsız etmeme, konuta yaklaşmama gibi önleyici tedbirlere uyulmaması ile çok sık karşılaşıyoruz ve bunun yaptırımı olan kısa süreli hapsin de sıklıkla uygulanmadığını görüyoruz. Verilen tedbir kararları ile zorlama hapsi arasında oransal bir uçurum var ve bir tür cezasızlık gibi işliyor. Burada tartışılması gereken tedbir kararlarının ihlal edilmesi ve buna dair yaptırımların uygulanmaması nedeniyle birçok kadının tedbir kararına rağmen öldürülmesi iken caydırıcı yaptırıma itiraz yolu bir ihtiyaçmış gibi öne sürülüyor. Ayrıca vurgulamak gerekiyor ki 6284 sayılı kanun şiddeti önlemek üzere bir kanun, ceza kanunu değil. Bu nedenle de tazyik hapsi, yani tedbir kararına uyulmaması sonucunda verilen kısa süreli hapis düzenlemesine itiraz yolunu açmak hukuki açıdan tartışmalı ve 6284 sayılı kanun sebebiyle verilen tedbir kararlarını kamuoyunda ceza kararı gibi algılama refleksini pekiştirecek bu düzenleme.

“Sivil toplumun kriminalize edilmesi kabul edilemez”

Yakın zamanda Gürcistan’da benzer bir yasanın meclisten geçtiğini ve protestolara yol açtığını biliyoruz. Bu pakette, Gürcistan’daki düzenlemeye benzer şekilde sivil toplumun alanı daraltılıyor. “Etki ajanlığı” adı altında fonlarla, dayanışma ile kadın ve LGBTİ+ lehine üretilen projeler ve haliyle patriyarkaya karşı mücadele hedefte, diyebilir miyiz?

Ezel: Etki ajanlığı adı altında yeni bir suç ihdas edilmek istendiği görülüyor pakette. Kamuoyunda haklı itirazların sonucu, bu maddenin tekrar ele alınacağına ilişkin haberler çıktı. Dolayısıyla şu an bir yorum yapmak doğru görünmüyor, bu düzenleme tamamen mi ortadan kalkacak, ya da ne şekilde düzenlenecek bilmiyoruz. Ama mevcut haliyle, “ülkenin iç ve dış çıkarlarına aykırı şekilde”, “yabancı ülkelerin ve kurumların çıkar ve talimatları doğrultusunda” gibi son derece belirsiz ifadeler, ceza hukukunun en temel ilkelerinden birisi olan “suçun kanuniliği” ilkesine açıkça aykırı. Kanunilik ilkesi uyarınca hangi fiillerin suç teşkil ettiğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi gerekmektedir. Kamuoyunda haklı tepki çeken etki ajanlığı suçunun gördüğümüz hali son derece belirsiz. Fakat her halükârda, etki ajanlığı vb. isimlerle, özellikle muhalif kurumları ve sivil toplumu kriminalize ederek kontrol etme ve baskı altına almaya yönelik bir düzenlemeye karşı çıkıyoruz. Sivil toplum kurumları, tıpkı kamu kurumları ve yerel yönetimler gibi, meşru faaliyetlerini yürütmek için uluslararası kurumlardan kaynak alabilirler, bu son derece yasal ve meşrudur. Uluslararası kurumlardan faaliyetlerin yürütülmesi için alınan kaynaklar üzerinden sivil toplumun “ajan” vb. kavramlarla kriminalize edilmesi kabul edilemez. Bu konuda pakete bir madde eklenecek mi nasıl bir düzenleme gelecek, takip ediyoruz.

“Şiddeti izlemek bu madde ile suça dönüşebilir”

Mor Çatı: Sivil toplumun çalışmalarını sürdürebilmek için aldığı fonlar, batıdan para almak söylemi ile bir suçmuş gibi sunulabiliyor. Halbuki sivil toplum örgütlerinin çalışmalarını sürdürebilmeleri için bu kaynaklara ihtiyaç duymasının yanı sıra, aslında bu kaynakları sunan batı fonları Türkiye devletine ve yandaş sivil toplum kurumlarına da kaynak veriyor. Bu hedef gösterme, sivil toplumun çalışmalarını itibarsızlaştırma amacı taşıyor. Etki ajanlığı düzenlemesi de yine kaynak almayı bir suç gibi göstererek hedefe koyarken, izleme ve araştırma yapmayı da suça dönüştürüyor. Örneğin Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarını izlemek bu madde ile bir suça dönüşebilir. Bu madde, sivil toplum kuruluşları ve kadın örgütlerini kolayca hedefe koyabilmeye olanak tanıyacak ayrıca bu hedefe koyma kamu hizmetlerinin izlenememesi ve hesap verebilirliğin tamamen ortadan kalkması anlamına da geliyor. Halihazırda nitelik ve nicelik açısından pek çok sorun barındıran kamu hizmetlerini izleme imkanlarının ortadan kalkması, hizmet niteliği ve hizmete erişimin gitgide kötüleşmesi anlamına gelecek. 

Fotoğraflar: Çatlak Zemin, Ekmek ve Gül

Paylaş:

Benzer İçerikler

Türkiye nüfusun giderek yaşlandığı bir ülke artık. Ama ücretli emek alanında 40 yaş kadınların yaşlı, erkeklerin birikimli olarak görüldüğü yaş olmaya devam ediyor. Kadınlar pek çok sorunla baş başa kalıyor.  Yaşlılığın bir cinsiyeti var, diyerek hazırladığımız raporumuzu, bu alanda politika üreterek mücadele yöntemleri geliştirecek olan kadınlarla paylaştık.
CarrefourSA Esenyurt depo direnişinin ikinci gününde kadın işçiler Gülşah, Emel, Perizade ve Esra ile konuştuk. Esra “Bugün onlara olanın bize de olacağını biliyoruz,” Gülşah “İçeride can güvenliğimiz yok” Emel “Bir beyaz yakalı bir kadın çalışanı taciz edebilir mi?” Perizade ise “Biz illallah ettik buradan, sesimizi duymaları gerekiyor” diyor.
Toplamda dört kadın işçinin çalıştığı Nazimiye Belediyesi’nde kadınların tamamı işten çıkarıldı. Onlardan biri olan Nihal, belediye başkanının kendisiyle değil erkek kardeşiyle görüşüp “Ablanı işten çıkaracağım, bayanlarla çalışmak istemiyorum” dediğini söyledi.
“Bu kampanyayı ilerletirken kadın meclisimiz şimdiye kadar hep önüne koymuş olduğu komisyon kurma meselesini bu süreçte biraz daha ilerletecek. Kadın Meclisi’ne bağlı Kadın Emek Komisyonumuz, buralarda açığa çıkan, kadınların emek yaşamında yaşadığı sorunları bütünlüklü olarak ortaya koyacak bir çalışmayı gerçekleştirecek.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!