5 ekim’de eylemde olmak neden önemli ve ötesi üzerine notlar

7 ekim 2023 günü, dünyanın en büyük açıkhava hapishanesi olan gazze’nin duvarları yıkıldı. israil buna, 1948’den beri süren tehcir saldırısını artırarak ve bir soykırım süreciyle cevap verdi. yer kürenin her yerinde halklar sokakları doldurdu, ablukayı kırmak için yıllardır denize açılan özgürlük filoları, akdeniz’de bir hayalet gibi dolaşıyor. 5 ekim, filistin’in yanında işgalin karşısında olanların harekete geçtiği gün olacak
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

öncelikle israil’in yapısına değinmek istiyorum. yahudilik bir din, dünyanın her yerinde yahudiler var. ama bu insanlar bir ulus oluşturmuyor, dilleri bile birbirinden farklı örneğin seferad yahudileri ladino konuşurken, eşkenazların kullandığı dil yidiş. ortadoğu ve kuzey afrika’da yaşayan yahudiler ise arapça konuşuyor. osmanlı yönetimi altındayken de filistin’de yahudiler var ama nüfusun sadece yüzde 5’ini oluşturuyorlar. bugün ise, israil’in nüfusu filistin topraklarında yaşayanların neredeyse iki katı. bu demografik değişiklik, ikinci dünya savaşı sonrasında, katliamlarla, saldırılarla yürütülen bir yerinden etme politikası ve avrupa’dan buraya göçlerle sağlandı. israil, yerleşimci sömürgeci bir devlet ki birçok yazar ve filistin direnişi, sınırlarının belli olmayıp, sürekli genişlemesini de göz önünde bulundurarak israil’den bir devlet değil, bir oluşum olarak söz ediyor. bugün de avrupa’dan israil’e göç etmeye karar veren herhangi bir yahudi, çok büyük desteklere ulaşıyor. herkes askerlik yapıyor, “siviller” silahlı, yerleşimcilerin filistinlilere karşı işlediği suçlar cezasız kalıyor hatta teşvik ediliyor. yerleşimci sömürgecilik, sadece bir devlet politikası değil aynı zamanda vatandaşların uyguladığı bir şiddet ve baskıya dayanıyor.

öyleyse israil’de gördüğümüz muhalif eylemler neyin nesi? bunu anlamak için öncelikle filistin halkının yapısına bir göz atmak gerek. filistinliler, tehcir sürecinde topraklarını terk etmek zorunda kalmış olanlar yani diaspora, gazze ile batı şeria’da yaşayanlar ve israil vatandaşı araplar olmak üzere üç ayrı grupta toplanıyor. o eylemlerde gördüğümüz insanların çoğu israil vatandaşı filistinliler. 7 ekim’den sonra yapılan eylemlerde, netanyahu’nun rehineleri geri almak için adım atmamasına karşı ve onların ailelerinin de başını çektiği muhalif gruplar da oldu. bunun dışında israil’de işgal politikalarına karşı çıkanlar çok küçük bir azınlık.

hiçbir şey 7 ekim’de başlamadı

osmanlı imparatorluğu döneminden beri filistin’de işgal karşıtı hareketler var. filistin direnişi tarihin çeşitli aşamalarında çeşitli biçimler almış, farklı örgütler tarafından yürütülmüş. nakba sonrası özellikle 1960’larda, dünyanın her yerinde ulusal kurtuluş mücadelelerinin yükseldiği dönemde filistin bir odak ve ilham kaynağı oldu, bu işin türkiye’de en çok bilinen kısmı sanırım. bildiğiniz şeyleri tekrar etmek istemiyorum, yakın tarihten devam edeceğim. çok yakın bir zamanda filistin halkı, çok önemli bir kitle eylemi örgütledi. filistin toprak günü olan 30 mart 2018’de başlayan büyük dönüş yürüyüşü çerçevesinde her cuma günü birlerce gazzeli sınıra yürüyordu. 27 aralık 2019’a kadar süren bu eylemlilik ağır saldırıyla karşılaştı, israil askerleri her seferinde bu insanlara saldırdı, keskin nişancılar eyleme katılanların gözlerini, dizlerini hedef aldı. kalıcı şekilde sakatlananlardan tedavi görüp tekerlekli iskemlesiyle tekrar eyleme katılanlar oldu. toplam 223 filistinli hayatını kaybetti, aralarında kimliklerini belirten giysiler içindeki gazeteciler ve sağlık görevlileri de vardı. 9204 kişi, birçoğu kalıcı olacak şekilde yaralandı.

dünyanın her yerinde filistin’le dayanışma grupları ve artık herkesin aşina olduğu bds (boykot, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırımlar) hareketi var. filistin halkının, israil kolluk gücüyle daha sık karşılaştığı batı şeria’da, özellikle 2019 sonrası hem bilinen direniş grupları hem de çoğunlukla gençlerin oluşturduğu bağımsız gruplar eylemde. batı şeria’daki mahmut abbas’ın başında olduğu filistin yönetiminin özellikle güvenlikle ilgili konularda işgal gücüyle işbirliği yaptığını da hatırlatayım. gazze’de, çeşitli direniş gruplarının kurduğu ortak operasyon odası uzun zamandır israil’in ünlü demir kubbesi’ni deliyor. filistin direnişinin birçok liderinin cezaevlerinde olduğunu, eylemcilerin ve halkın sık sık cezaevine girdiğini, orada çok kötü koşullarda tutulduklarını, idari tutukluluk denen bir uygulamayla esaretlerinin sürekli uzatıldığını ve esir takasının, filistin direnişi açısından gelenekselleşmiş, önemli bir araç olduğunu da hatırlatayım. bunlar el aksa tufanı’nı anlamakta biraz olsun yardımcı olabilir diye düşündüm.

filistin direnişinin yapısı

bugün filistin direnişinin ana gövdesini hamas, filistin halk kurtuluş cephesi ve islami cihad örgütü oluşturuyor, gazze’de 2006 yılında seçimleri kazanmış olan hamas tahmin edebileceğiniz gibi en büyük direniş gücü. referanslarla düşünmeye alışmış olanların yadırgadığı bu beraberliği anlamamıza yardımcı olabilir diye, fhkc politbüro üyesi mervan abdülal’ın, geçtiğimiz günlerde, hasan nasrallah’ın ölüm yıldönümünde verdiği bir röportajdan alıntılar paylaşacağım. abdülal, siyaset ideolojiden önce gelir diyen nasrallah’ın geleneksel ideolojik sınıflandırmaları aşarak doğu ile batı’yı birbirine bağlayan ve solla milliyetçiliği özgürlük ve haysiyet bayrağı altında islami direnişle birleştiren bir lider olduğunu, ondan aldıkları temel dersin, kurtuluşun milliyetçi, solcu ve islamcı akımların bütünleşmesinin bir sonucu olacağını söylüyor ve bu görüşle latin amerika’daki kurtuluş teolojisi arasında bağ kuruyor ve diyor ki “islamcı kurtuluş teolojisi olarak adlandırılabilecek bir şey ortaya çıkıyor: direnişe dönüşen inanç, adalet ve haysiyete dayalı bir söylem ve direnişi popüler kültüre yerleştiren uygulamalar.”

israil’in yerinden etme politikaları, zaman zaman artarak zaman zaman azalarak yıllardır sürüyor, geçtiğimiz yıllar bu politikanın yükseldiği bir dönem olmuştu. somut olarak anlatmak gerekirse, bir sabah silahlı yerleşimciler evinize geliyor, sizi oradan atıp kendileri yerleşiyorlar! yani gelişmeleri anaakım medyadan takip etmeyi tercih edenlerin düşündüğü gibi, tehcir 7 ekim’de başlamadı. hepsi bu değil tabii. israil direnişe, hamas’la mücadele bahanesine başvurarak soykırımla cevap verdi. insansız hava silahlarıyla, direnişin liderlerini katletti, filistin halkına her zaman destek vermiş olan lübnan’ı bombaladı, nasrallah dahil olmak üzere lübnan hizbullah’ının önderlerini katletti, yine direnişe destek veren iran’a, yemen’e saldırdı. ama en önemlisi filistin halkını yığınlar halinde öldürdü. kadın ve çocukların hedef alınması, yaygın olarak kabul edilen bir savaş suçu olmanın ötesinde anlamlar taşıyor, çocuklar filistin halkının geleceği, kadınlar da doğurganlıklarıyla o halkı sürdürenler. nitekim filistin feminist kolektifi, filistin halkını yeniden doğurma gücü ve kararlılığına sahip olduklarına dair bir açıklama yayınladı.

gelinen noktada…

ortadoğu da denilen batı asya onyıllar boşunca çok ağır şeylere sahne oldu ama daha önce burada hiç kıtlık yaşanmamıştı. israil, filistin halkına kıtlığı dayattı, yiyeceğe ulaşmaya çalışanlara ateş açtı. süregiden evleri başlarına yıkma ve yerinden etme stratejisiyle birlikte açlık halkı direniş örgütlerine ihanet etmeye zorlamak için bir silah olarak kullanılıyor.

çok yakın bir zamanda, trump ve netanyahu görüşmesinden çıkan planın da en önemli çizgilerinden biri, direnişi teslim almak. dünya üzerinde 150 hükümet filistin devletini tanıdı, bunu sağlayan öncelikle sokakları dolduran halk yığınları. ama plan direnişin silahsızlandırılmasına dayanıyor ki bu, direnişin kırmızı çizgisi. ordusu olmayan bir devlet, üstelik de yanı başında israil gibi bir oluşum varken tanınsa ne olur!

bm filistin raportörü francesca albanese’in çok sarih bir biçimde ifade ettiği gibi, israil’in cezasızlığı, batı ülkelerinin ikinci dünya savaşı’nda soykırım konusundaki vicdan azabından değil, israil’in dünya emperyalist sistemi içindeki rolünden ve üretip sattıklarından kaynaklanıyor. yakın tarihte latin amerika’dan güney asya’ya nerede bir darbe, iktidara karşı mücadele edenlere yönelik katliam varsa, işin içinde muhakkak israil var. dünyanın en büyük silah üreticilerinden biri, bu silahları filistinlilerin üzerinde deniyor. bölgede, emperyalizmin en güçlü aparatı olması da var tabii.

sesimizi yükseltmek yetmiyor

bütün bunlar filistin’le dayanışmanın emperyalizm karşıtı evrensel mücadelenin pusulası olmasının sebebi. ama bence işin bir de iç politika yanı var. türkiye’nin bölgedeki işlevleri açısından israil’le rakip olduğu aşikâr. aynı zamanda, israil’i tecrit etme konusunda gerçek adımlar atmadığı gibi, son planı ilk destekleyenlerden biri oldu. bir şey daha var; filistin davası, kendini islamcı ya da müslüman olarak tanımlayan geniş kesimler açısından çok önemli, bu daha önce gönülsüz olarak akp’ye destek verenleri uzaklaştıran, önemli bir kırılma noktası olduğunu hep birlikte gördük.

o yüzden, 5 ekim’de eylemde olmak çok önemli. diğer yandan şunu da hatırlatmak istiyorum. türkiye’de, esasen eylemi yapanların kendilerini ifade etmesine dayanan simgesel işlerin çok sevildiği hepimizin malumu. bu büyük sokak eylemleri ise çok anlamlı ama esas etkili olacak olan, bu eylemleri israil’e karşı tam ambargoyu bilfiil hayata geçirecek bir yöne çevirmek, örneğin petrol akışını engellemek.

biraz uzun yazdım, sonuna kadar sabreden herkese teşekkür ediyorum.

Paylaş:

Benzer İçerikler

“filistinle dayanışma dünyanın her yerinde sürüyor. geçtigimiz günlerde hanzala adlı gemi, uluslararası sularda israil askerlerinin saldırısına uğradı. bu gemide emek hareketinden iki isim vardı; abd’den christian smalls ve tunus’tan hatim auni. filistin için atılan en ufak bir adım, yükseltilen her ses önemli ve türkiye’de de emek hareketinin yapabileceği  daha fazla şey var.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!