İpek Sokak’taki, hemen herkesin mücadele tarihinde yer alan bir mekan olarak Makine Mühendisleri Odası’nın önü, 19 Kasım akşamında bir başka eyleme şahit oldu. 20 yıldır Oda’nın teknik görevlisi olarak çalışan uzay mühendisi Sema Keban, elinde megafonla sesleniyordu: “Yaşanan süreç; Oda’nın bütün bileşenlerine ve bunca yıldır bedeller ödenerek oluşmuş mücadeleye daha fazla zarar vermemelidir. Dolayısıyla bu durumu Oda’nın geleneğine ve toplumsal mücadelesine uygun bir pratikle çözmek artık herkesin tarihsel ve kaçınamayacağı sorumluluğudur. Gelecek bizi, bu sorumluluğa uygun hareket edip etmediğimizle yargılayacaktır.”
Sema’nın ‘yaşanan süreç’ dediği şuydu: Oda’nın son yıllarda giderek önceki dönem demokratik işleyişinden uzaklaşması, çalışanların ücretlerinde düzelmeye gitmeyeceğini açıklaması, buna itiraz ederek içeride iş bırakma eylemi yapanların soruşturmaya maruz kalması, yer değişikliği ile sürgün edilmesi ve bunu kabul etmediği için son olarak da Sema’nın işten çıkarılması idi.
“Odalarımıza da emeğimize de sahip çıkacağız! MMO’da düşük ücretlere, baskı ve işten atmalara son!” diyerek bir basın açıklaması yapan Sema ile açıklama sonrasında MMO’nun bir odasına geçerek söyleştik.
“Emeğin değeri bilinmiyor”
20 yıldır MMO’da çalışıyordu Sema. “Teknik görevli olarak çalıştım. Teknik görevli bizde hem oda üyesi olup hem burada bilfiil emeğini harcayarak çalışanlara deniyor. Bir de bizim dışımızda mühendis olmadan, üye olmadan normal büro personeli dediğimiz arkadaşlar da çalışıyor. Ben daha çok burada büro kısmında; eğitimler, sempozyumlar, sonra basın yayın çıkarma kısmında çalıştım. En son basın yayındaydım zaten. Dolayısıyla burası, yani Oda aslında komisyonlarında, kurullarında falan da aktif olarak çalıştığım, yer aldığım bir yer. Birtakım tartışmaların yürütüldüğü, kararların alındığı organlarda da en kötü ihtimalle raportör olarak yer alıyor, o komisyon ya da kurul için bir çalışma yürütüyoruz; düşüncelerimizi, fikirlerimizi oralarda ifade edebiliyoruz.”
“İş yaşamın boyunca, işten çıkarılma sürecine dek en zorlandığınız zamanlar ne oldu? Çalışırken seni en çok zorlayan ne oluyordu?” üzerine konuştuğumuzda ilk olarak “Kişisel olarak çok çalıştık mı çalıştık evet dönem dönemde çok yoğun da çalıştık. Ben evli veya çocuklu olmadığım için bu anlamda ciddi bir sıkıntı yaşamadım” dedi. Ancak sohbet ettikçe kendisini en çok yoranın emeğin değerinin bilinmemesini olduğunu anlattı. Örnekler verdi.
“Kötü yaparsanız azarlanırsınız, iyi yaparsanız önemi yok”
“Sorumluluğunun arttırılması ama bunun kim tarafından, ne zaman, nasıl yapılacağına dair bir planlama yapılmadan sadece üzerinize atılıp yapılmasının beklenmesi ya da hiç ilgilenmemesi en çok zorlandığım zamanlar oldu. Bazı işleri yürütüyorsunuz. Mesela kimsenin o işin yapıldığından, nasıl yapıldığından haberi olmuyor ya da o işlerin olup olmadığı umurunda değil. Onu kimin yaptığının farkında değil. Sadece o işi yapamadığınızda dönüp bakıyorlar. En kötüsü bu benim için bu. Mobbing diyemeyeceğim, çünkü mobbingde süreklilik şart. Ancak bazen tek tek işlerde onların size görev olarak verilmesi bile sıkıntılı oluyor.
Bir örnek vereyim, Makina TV diye bir YouTube kanalımız var. Oranın işlerini yapan arkadaşların ayrılmasının ardından orada canlı yayını yapmamı benden istediler. Ben de, bilmiyorum, dedim. Bu sistemi kullanmadım çünkü. Canlı yayın sonuçta, hata yapma lüksü de yok. Öğren yap, dediler. İtalyanca bilmiyorum ama konuş demek gibi bir şey. Üç gün içinde öğrenmem gerekiyor. Nasıl yapayım ben diyorum, ‘yapacaksın’ deyip kapattılar. Onu siz artık nasıl öğrenirseniz, ne kadar yapabilirsiniz. Kötü yaparsanız bir şey var tabii, bir azarlanırsınız en kötü. Yapabilirseniz, kurtarabilirsiniz, hiçbir önemi yok. Oldu artık, tamam. Ondan sonrası da o iş sizin üzerinize binerek gidiyor. Hiçbir olumlama olmadan tabii. Emeğinizin de bir değeri yok orada.”
Peki ek bir iş olarak bu tür işler yapması, ücretine yansıyor muydu? “Tabii hayır.”
Yapılan, emek verilen, kafa yorulan işlerin değer görmemesi Sema’nın en sık dillendirdiği durum: “Kurumun son zamanlarda yarattığı şey de gerçekten emeğin değerinin bilinmemesi. Emeğin değeri var elbette ama bunun bilinmemesi, umursanmaması buradaki en büyük sıkıntılardan biridir diyebilirim.”
“Bu ücret politikalarıyla geçinemiyoruz”
İşten çıkarılma sürecine geldiğimizde Sema, Oda’nın demokratik işleyişinin giderek azaldığına dikkat çekti: “Bu kurumun bir özelliği demokrat kurumlarımızdan diyoruz, farklı bakıyoruz buralara.Gerçekten biz herkesle her şeyi tartışabilirdik, eleştirebilirdik, söyleyebilirdik.Bunlar azalmaya başladı süreç içerisinde.Hatta 2018’di sanırım, bir hafta arayla iki tane soruşturma açıldı bana, saçma sapan gerekçelerle. Odönemde emekliliği gelen arkadaşlarımızı işten çıkarmaya çalıştılar ve pek çok arkadaşımız ağlayarak gitti zaten.Neticede yıldırma diyeyim.Hani bezdirip senin gitmeni, ayrılmanı sağlamaya çalışıyorlar. Kişisel söyleyeyim. Bençok inatçıyım. Bu şekilde pes etmem, gitmem.”
Sema, hem bu yaşananların hem de Oda’nın son dönemlerde ücretlerde iyileştirmeden kaçınma tutumunun etkisiyle iş bırakma sürecine gittiklerinden bahsetti. “Ücretlerle iyileştirme istedik. Önce bu iyileştirmenin burada şube yönetimi tarafından yapılmayacağı, şube gelirlerinin buna uygun olmadığı söylendi. Ardından bir sonraki toplantıda, ‘paramız olsa da politik olarak vermeyi doğru bulmuyoruz’ dendi. ‘Temmuz’da bir iyileştirme yapılmayacak o yüzden.’ Sonra bir dizi toplantı görüşme trafiği yaptık. Ardından biz dedik ki ‘bizi muhatap almıyorsunuz, görünür kılmıyorsunuz, muhtemelen sesimizi duymuyorsunuz. O zaman biz bir uyarı eylemi yapacağız, iş bırakma biçiminde yapacağız bunu.’
Çünkü bu ücret politikalarıyla geçinemiyoruz. Bizim sahada çalışan çok arkadaşımız var. Aslında büro kısmımız olmasa ağır çalışma kolunda sayılırız. Tehlikeli işler yapıyorlar. Ama büroyla ortak baktığı için bakanlık burayı ‘orta tehlike’ sınıfında tutuyor. Şimdi arkadaşlarımız bu psikolojiyle; borçlarımı nasıl ödeyeceğim, nasıl yarın hayatta kalacağım veya kiramı ödeyebilecek miyim… gibi şeyleri düşünerek, bunları dert ederek sahaya çıktığında iş kazası geçirme ihtimalleri de yüksek. ‘Bu psikolojiyi anlayın’ dedik.
Gerçekten geçinebiliyor olsak, bunu yapmayız. Yıllardır ücret alamadığımız dönemler oldu, çok geç aldığımız dönemler oldu. Ama ücretlerimiz ortalamanın üzerinde ve iyiydi. Böyle bir derdimiz yoktu o zaman. Ama şimdi var, demek ki iyi değil, yeterli değil yani. Bu yüzden iş bırakma eylemi yaptık. Süreç de ondan sonra başladı.”
Oda’nın cevabı: Soruşturma, sürgün, sınavdan bırakma!
İş bırakma sonrası yönetim önce sessiz kalmış. Ancak sonrasında gündeme görev yeri değişiklikleri, soruşturmalar gelmiş. Sema süreci şu şekilde anlatıyor:
“Biz içeride iş bırakmadan bir gün önce tarihi bildirdik. O tarihe uygun planlama yapılsın istedik. Özellikle saha için. Kontroller yapılıyor çünkü. Onu dikkate almak yerine bize görevlendirme yazıları gönderdiler. Normalde WhatsApp ile yapılan bildirimler bu kez mail üzerinden yapıldı. Eylemin ertesi günü de iş bırakma eylemi yaptığımız için değil, ‘görev yerinde olmadığımız’ gerekçe gösterilerek soruşturma açıldı. Biz yanlış yolda olduklarını anlatmaya çalışırken, yine toplantıya, görüşmeye devam ederken, bu kez görev yeri değişiklikleri yaptılar. İzin kullanmaya zorladılar. İki arkadaşı sınavdan bıraktılar, oryantasyon sürecinin sonunda bir sınava girip sahaya öyle çıkabiliyor arkadaşlar çünkü. En sonunda bana geldi, bana da görev yeri değişikliği diye geldi.
Görev yeri değişikliğine sağlık koşullarım nedeniyle itiraz ettim. Kartal’da Makine Hangar diye bir çalışmamız var bizim, oraya gitmemi istediler. ‘Bu’ dedim, ‘hem esaslı değişiklik hem de ben sağlık sorunları dolayısıyla gidemiyorum.’ Politik bir karardı. Rapor istediler. Yani böyle bir kurumda bunu vermeyi de uygun bulmadığımı söyledim. ‘Bir anksiyete sorunum var benim. Bir rapor var mı bilmiyorum ama olsa da size vermeyeceğim’ dedim. ‘Sözlü beyan esastır. 20 yıldır buradayım. Birbirimizi de tanıyoruz. Yalan söylemediğimi de biliyorsunuz. Hatta çok istiyorsanız işyeri hekiminden bilgi alabilirsiniz’ dedim.
Sonra ‘görev veri değişikliğini de reddediyorsun, o zaman biz seninle artık çalışamayız’ diyerek geri dönüş yaptılar ve nasıl ayrılmak istiyorsun’a getirdiler. Ben de ayrılmayacağımı söyledim. İki ay sonra tekrar ‘nasıl ayrılmak istiyordun, bize bir şey söylememiştin’ diyerek geldiler. Ben tekrar istifa etmeyeceğimi söyledim. Yine bir hafta on gün kadar bir sessizlik oldu. Böyle böyle iş hakkının feshine geldik en son. Bu kararı aldılar.”
“Yanlışlarını söylemeye devam edeceğim”
Peki bundan sonrası için ne yapmayı düşünüyordu Sema? “Bugün bir eylem gerçekleşti. Bu eylemin oturduğu yer şu aslında. Biz bugüne kadar bütün süreçleri içeride, oda kurullarında işletmeye çalıştık. Bizim bir talebimiz var, somut. Bu talep karşılansın ya da karşılanacağına dair somut bir şey söyleyin bize, dedik. Ocak ayında şu kadarı zorluyoruz biz, bunu yapacağız, derseniz, biz oraya kadar zorlarız belki süreci. Ama böyle bir somutluk da yok. ‘Ne vereceğimizi biz karar veririz, biz bir değerlendiririz, bir bakarız’ diye daha üstenci bir yaklaşıma gidilince bu hikaye gerçekleşmiş oldu. Açıklamayı arkadaşlarla beraber yapmak istedik ama biliyorsunuz bir sürü kaygı, gerginlik çalışanlar açısından. Ama hepsi buradaydı, destek olmaya geldiler. En azından birlikte iş bırakma sürecinde yer alan arkadaşlar. Bu açıklama artık buradaki adımların, politikaların uygulanma biçimlerinin dışarıya ve kamuoyuna bir yansıtılmasıydı. O yüzden önemliydi. Yapmam gerekiyordu yani.
Bundan sonra yani hukuki cephede arayışım devam edecek. Bu arada iş akdimi çok hızlı feshedip çok hızlı da haklarımı verdiler. Ama işe iade davası ya da maillerimin alıkonulması -ki bu bir suç-, buna dair hukuki süreç devam edecek. Aynı zamanda yine buranın üyesiyim ben. Artık çalışan değilim sadece. Buradaki kurullarda, komisyonlarda yer alıp gene düşüncelerimi paylaşmaya, yanlış yaptıklarını söylemeye de devam edeceğim.”