NEET* Kadınlar Anlatıyor: “Çok çalışırsan hayal ettiğin şey olur, diyorlardı ya; olmuyormuş”

“Hayalet değil, gerçek: Türkiye’de her iki kadından biri NEET” başlığıyla yaptığımız söyleşi** büyük ilgi gördü. Kadınların NEET olma konusunda yalnız olmadıkları, benzer duyguları paylaştıkları bir kez daha ortaya çıktı
Paylaş:

Yüksek lisans tezim, eğitimde ve istihdamda olmayan (NEET) genç kadınların yoksullaşması üzerineydi. Tez süresince görüştüğüm kadınlar “Bunları konuşmak bana çok iyi geldi” derken, söyleşinin yayımlanmasının ardından okurlardan da benzer şekilde “Bu yazıyı okumak bana çok iyi geldi; kendimi yalnız hissediyordum ama değilmişim” şeklinde geri bildirimler geldi. Bunun üzerine bunları konuşmanın, paylaşmanın, görünür kılmanın ne kadar önemli olduğunu fark ettik. Yazı dizisinin hikâyesi de böyle başlamış oldu.

NEET kavramı eğitim ve istihdam alanından uzakta olan gençleri tanımlamak için kullanılıyor. Bu tanımın içine uzun süredir işsiz olanlar, kısa süredir işsiz olanlar, ailevi sorumluluğu olanlar, umutsuz olanlar, hastalık veya engellilik sebebiyle iş aramayanlar ve diğer sebeplerden dolayı eğitim ve istihdamın dışında olanlar dahil[1]. Ancak yaş aralığı araştırmaların içeriğine göre değişiyor. 15-34 yaş aralığındaki genç kadınların oranı ise 2024 TÜİK[2] verilerine göre %40,3. İstatistiklerin de gösterdiği üzere NEET kadınların oranı oldukça yüksek. Son zamanlarda ev genci olarak da anılıyorlar, bu bir yandan işsizlik sorununu örtüyor mu? Peki bu kadınlar ne hissediyor, nasıl yaşıyorlar?

NEET genç kadınların yaşadığı yetersizlik ve belirsizlik hissi zamanla derinleşiyor; süreç ve sosyal etkileşimler de giderek daha gurur kırıcı bir hâl alıyor. Bu duygusal yük, beraberinde güçlü bir gelecek kaygısını getiriyor. Maddi engeller, sosyal hayattan geri çekilme eğilimi ve çeşitli kaygılarla baş etmede yaşanan güçlükler, çoğu zaman görünmez kaldığı için daha da izole bir sürece dönüşüyor. Uzayan iş arama süreçleri kaygıyı artırırken, aile ve çevrenin beklentileri bu baskıyı daha da yoğunlaştırıyor. NEET genç kadınlarla gerçekleştirdiğim görüşmelerle yapacağımız bu söyleşi serisi, bu grubun deneyimlediği ortak duyguları ve zorlukları görünür kılmayı hedefliyor.

Yazı dizisinin bu bölümünde Ayşe (isim değiştirilmiştir) ile konuştuk. Ayşe 24 yaşında, sosyal hizmet bölümünü İstanbul dışında okumuş, lisans döneminde yaz aylarında çalışmış, çeşitli STK’larda gönüllü olarak çalışmış, mezun olduğunda İstanbul’a ailesinin yanına geri dönmüş ve hiç vakit kaybetmeden iş aramaya başlamış. İstanbul’da 7 ay boyunca iş ararken paketleme işinde güvencesiz ve asgari ücretten daha az maaşla çalışmış, bir süre de araştırma şirketinde çalışmış, sonra bir STK’nın sosyal hizmet biriminde iş bulmuş. Ancak 6 ay sonra bütçe yok denilerek aniden işten çıkarılmış. Bu işten çıkarılma sürecinde staj yaptığı STK’da işe girecekken orada da iş olmayınca yeniden iş arama süreci başlamış ve 9 ay boyunca bu süreç devam etmiş. Dokuz ayın sonunda iplik fabrikasında 4 aylık çalışma deneyiminin ardından oradan da ayrılmış ve şimdi ücretli öğretmenlik yapmayı planlıyor.

“Yaşamıma ağlıyordum”

İşten çıkarıldıktan sonraki 9 aylık iş arama sürecin nasıldı? O dönem neler yaşadın?

İşten çıkarıldığım gün akşam İngilizce dersim vardı, ilk olarak orayı bıraktım. Sonra işten çıkarıldığımı aileme söylemedim. Bir hafta işe gidiyormuş gibi evden sabah çıktım, akşam iş saatinde eve geldim. O süreçte CV hazırlayıp başka yerlere başvurdum. O zaman hâlâ umudum vardı. Çok üzgündüm ama umudum vardı yine de. Şubatta (STK’da) başlanabilir dendi, olmadı. Martta başlanabilir dendi, olmadı. Ama ben bu süreçte hiç çalışmıyordum ve staj yaparken aldığım parayı da durdurmuştuk, normal işe başlayacağım için. Bir sürü işe başvurdum. Getir’in iş portalı vardı. Oradan müşteri hizmetleri, asistanlık… Kariyer.net’ten kaç tane işe başvurdum ama hiçbir yerden dönüş almadım. Hiçbir yerden. Şunu merak ettim: İnsanlar nasıl iş buluyor? Çünkü gerçekten çok basit, nitelikli olmaya gerek olmayan işlere de başvurdum. Ben mi bir şeyi yanlış yapıyorum? CV mi yanlış, başvurma yolu mu yanlış bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Ama sürekli hissettiğim şey “Yapamadım, başaramadım. Hayal ettiğim şey değilmiş. Çok çalışırsan hayal ettiğin şey olur.” diyorlardı ya; olmuyormuş. Kendimi gerçekleştiremiyorum gibi. Yaşam anlamımı, amacımı bulamıyorum. Sistem bu, yapısal bir şey; bunu sürekli kendime hatırlatıyordum ama bunun içinden çıkamadım. Çıkabilecek olsam bile mental sağlığım çok kuvvetsiz hissettim. Zihnen çok yorgun hissettim. Sürekli negatif bir zihnim var. Belki bu kadar hissetmeseydim, başka yollar gerçekten üretebilirdim ama bu da benim. Çocukluğumda annemin temizlik işçisi olması, babamın fayans işçisi olması, hiçbir zaman ikisinin de güvenceli işinin olmaması… Bunlar benim birey olmamda çok etkiliydi. “En azından ailemi kurtarabilirim” diyordum. Maddi anlamda kurtaramasam bile, benim hayal ettiğim şeyi yaptığımda çok mutlu oluyorlardı. Onu da yapamadım. Üzerimde kendim dışında bir sürü sorumluluğun da yükleri vardı. Yaşamaktan hiçbir zevk almıyordum ve hiçbir şey yapmıyordum. Kendime çorap bile almıyordum. Dışarı neredeyse hiç çıkmıyordum. Hiçbir hayat enerjim ve neşem kalmadı. Hep yatıyordum evde. Her zaman öğlene kadar yatıyordum. Telefonda artık sürekli Instagram, sosyal medya kaydırıyorum. Kitap okumuyorum. Artık doğru düzgün bir şey de izlemiyorum. Çünkü ufacık iyi gelecek bir şey bile, film izlemek bile, sanki artık çok fazla enerji istiyordu benden. Bomboş bir çuval gibi, belki ot gibi yaşıyordum. O kadar çabaladım ama olmadı. Sosyal sermayemiz de yok, ailemin de böyle bir sermayesi yok, maddi sermayemiz de yok. Torpil yapacak insan bile yoktu. En başından beri buna karşı olduğumu söylüyordum üniversitede falan da, “Allah böyle bir şeye mecbur etmesin” diyordum. Çünkü zaten yeterince çok çabaladığımı düşünüyordum. Ama annemler, amcamlar falan, böyle her buldukları insana sürekli benim işsizliğimi anlatıyorlardı. Bu artık çok çok çok rahatsız ediciydi. LinkedIn’den mesleğe veda eden, sivil topluma veda eden insanların yazılarını okuyup ağlıyordum. Ağladığım şeyler artık diziler, filmler değildi; bayağı yaşamıma ağlıyordum sürekli. Hiç, hiç, hiç yolunda giden bir şey yoktu.

Söz hakkım yok

Peki, insanların sana bakışı nasıldı? Nasıl hissediyordun?

Açıkçası çok gururum kırıldı. Üzülüyorlardı. Bana acıdıklarını düşünüyordum. Bana üzülüyordu insanlar ki ben insanlardan yardım isteyen biri değilken. Çok temel bir şey hakkında insanlar sürekli bir şey yapmak istiyordu ama bu dayanışmacı bir yerden değil gibiydi. Dayanışmacı olanlar da vardı. Ama yardıma ihtiyacı olan kişi olmak bana hiç iyi hissettirmedi. Bu yüzden “Yeter ki bir işim olsun, herhangi bir işim olsun, insanlar artık bunu düşünmeyi bıraksın” dedim. Mesela önceden, ne zaman evleneceksin, ne zaman işe gireceksin soruları ben rahatsız etmezdi. Demek ki derinden yaşamıyormuşum. Mesela annem çevremize soruyordu Ayşe’yi alırlar mı, diye “Söylerim ama girdikten sonra buradan çıkmaması lazım, kendi işini bulursa da çıkmaması lazım” diyen oldu. Bana referans oluyor ama sonsuza kadar orada çalışmam bekleniyor. Aynı şeyi başka bir akrabamla da yaşadık. Fabrikaya yeni girdiğim zamandı. “CV’ni şuraya ilettik” dediler. Ben de “Ben buraya girdim, Almanya için para biriktireceğim” dedim. “Ama iş olursa referansa ayıp olur” dediler. “Biri bana referans oldu diye o işi reddedemeyecek miyim? Ya da bırakamayacak mıyım?” dedim. “İşe girdikten birkaç ay sonra çıkarsan olmaz; referansa ayıp olur.”  Belki ben o işi yapamayacağım, belki onlar benden memnun kalmayacak ama benim söz hakkım yok gibi… İnsanların senin hayatındaki bu kadar temel bir şeye dahil olmasına izin verirsen -hadsiz insanlarsa tabii-  böyle şeylerle karşılaşıyorsun. Benim işten çıkıp çıkmayacağıma işveren bile değil, referanslarım karar veriyor. Hiç iyi hissetmedim o yüzden; o yüzden kimse bana iş bulsun istemiyorum. Bunun altında ezilmek istemiyorum. Ben oraya kendi yeteneğimle girsem bile o kişi bana sebep olsun istemiyorum.

Modern Zamanlar bir dönem filmi değil, gerçek ve hâlâ yaşanıyor

Fabrikada çalıştığından bahsettin, orda süreç nasıl başladı ve devam etti?

Yaklaşık 9 aylık işsizlik sürecinden sonra akrabamızın daha önce çalıştığı bir fabrika vardı. Oraya gittim. Böyle yoldan geçeni işe aldıkları bir yer. Vardiyalı çalışma sistemi var, üç vardiya çalışıyorsun. Bir iplik fabrikası. Oraya gittim ve orası tabii ki “Yarın gel başla” dedi. İlk gittiğimde, içeri girdiğimde şok oldum. Modern Zamanlar filmi gibiydi içerisi herkes aynı işi yapıyor, siyah beyaz. “Bu film çekiliyor hâlâ” demiştim. Her makinenin başında kameralar var. Kadınların yumak yaptığı makineler. 16 kafalı makineler, 20 kafalı makineler var ve sayaç var. 8 saat boyunca o makineyi kaç kez döndürdüğü sayıyorlar. Az döndürülürse “Bu kadar olamaz, daha fazla döndürmelisin” diye kadınlar birbirleriyle yarışmaya başlamıştı. Öyle bir ortama evrilmişti. Şeflerden hiç kimseyle 4 ay boyunca tanışmadım. Çok büyük bir hiyerarşi vardı. İlk girenler mavi önlük giymiyor; pembe önlük giyiyorsun, yeni geldiğin belli olsun diye. Ben pembeden maviye geçemeden çıktım işten. Zaten 6 ay sonra maviye geçiyorsun.

Fabrikadaki asansörü kadınlar kullanamıyor

Fabrikada seni en çok zorlayan şey neydi?

Beni en çok zorlayan şey, asansör. Yük asansörü. Ve bu asansörü kadınların kullanması yasak. Ama mavi yaka işçilerin yüzde 99’u kadın. Zaten sadece şefler erkek, meydancılar erkek… Bir de bazı büyük makineler var, onlar erkek. Ama hadi yüzde 98’i kadın olsun, mavi yakalı herkes neredeyse kadın.

Ve asansörü kadınların kullanması yasak. Ben bunu sordum. “Neden biz kullanamıyoruz?” Birisi, bir kadın dedi ki, daha önce bir erkekle bir kadın asansörde öpüşürken yakalanmış; o yüzden artık kullanılmıyormuş ama biz kullanamıyoruz sadece! Birisi “Yük taşındığı için, yoğunluktan dolayı” dedi. Ama yük taşıma işi sadece sabah vardiyasında olan bir şey. Bu asansör meselesi beni şok etmişti. Ve yemekhane dördüncü kattaydı ve biz eksi birdeydik. Her gün 5 kat yukarı çıkıyorduk yemek yemek için.

Fabrika için sanayi devrimi dönemindeki filmler gibiydi içerisi benzetmesini yapmıştın. İşçi sağlığı, iş güvenliği açısından alınan önlemler nasıldı?

Sadece şu kadarını söyleyeyim bir ecza dolabımız var ama dolabımızda tentürdiyot bile yok. Sargı bezi yok. Gece vardiyasından biri elini kesmiş. Ben de tam ecza dolabının yanındaki makinedeyim. Bana “Çabuk koş koş!” dedi ama niçin koş dediğini anlamadım, yine de gittim yanına. İşte ecza dolabını açtırdı. Pamuk vardı içinde sadece. Ve eli yarılmış, kesilmiş. Yarığa pamuk koymak anlamsız; içine kaçar falan. Sonra yine de pamuk koyduk. Açılmış, önceden açılmış bir tentürdiyot vardı; onu döktü. Sonra makinesinin yanına gitti. Gece vardiyasındaydık; şefler yok, bizim ustamız o an yoktu. Sonra kendi makinesi arkada bir yerdeydi; oraya gitti. Onun peşinden gittim. Eline saracak hiçbir şeyimiz yok. Temiz bir bez parçamız yok. Önlüğümün cebini kopardım ve onun eline sardım. Sonra üst kattan başka bir usta geldi ve onu dışarı çıkardı. Araba yok… ambulans çağrılmadı. Yara ambulans çağrılacak kadar büyük değildi. Fabrikanın arabası yok. Taksi çağrılmamış; tam 40 dakika kapının önünde oğlunu beklemiş arabayla gelmesi için. Sonrasında bir 15–20 gün raporlu oldu zaten. Ve böyle tam eklemine yakın yeri yarıldı. Ve biraz daha, biraz daha büyük olsa, işte parmağı kopmuş olsaydı mesela ne yapardık bilmiyorum.

Ailenin bu süreçlere bakışı ve senden beklentileri nasıl?

Ailemin benden beklentisi inanılmaz büyük. Ailedeki üniversite okumuş tek insanım. Şu an geniş ailemde de bir sürü şeyi ilk yapmış insanım ve herkesin benden inanılmaz beklentisi vardı. Belki de bu yüzden bu kadar başarısız hissettim zaten, bilmiyorum. Ama annem ve babam şu an şok içindeler; bir yandan da benim kurtulacağımı ve mutlaka başaracağımı düşünüyorlar.

Kendine dair kurduğun bir hayal, bir şey var mı?

Kendi işimi yapabilmek, istiyorum. Değer görmek. Beden işçiliğini iyi yaptığım için değil, zihnimi iyi kullanabildiğim için değer görmek istiyorum. Benim kendimle ilgili en büyük hayalim bu.

*Öğretimde, istihdamda ve eğitimde olmayan (Not in Education, Employment, or Training)
**https://www.kadinisci.org/hayalet-degil-gercek-turkiyede-her-iki-kadindan-biri-neet/


[1] Eurofound (2017), Living and working in Europe 2016, Publications Office of the European Union, Luxembourg.
[2] TÜİK (2025). İşgücü İstatistikleri, 2024. Mart 2025. Erişim adresi: https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Isgucu-Istatistikleri-2024-54059

Paylaş:

Benzer İçerikler

“Bulunduğum yerin bir duvarını tecrübeler, bir duvarını insanların referans beklentileri oluşturuyor. Bunların ikisi de bende yok. Böyle düşününce onları nasıl yıkacağımı bilmediğim bir alandayım gibi hissediyorum. Çıkmazdayım” diyor bu yazıda konuştuğumuz Zeynep
Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda özgün karnesini hazırlıyor. Bu çalışmaya göre Türkiye, OECD’nin 36 ülkesi arasında 36. sırada. Skorda küçük bir iyileşme olsa da ilerleme hızı hâlâ yavaş. Endeksi hazırlayanlardan Doç. Dr. Emel Memiş, eşitsizliği yaratan yapısal engeller kaldırılırsa dönüştürücü eşitlik sağlanabileceğini söyledi ve ekledi: “Gerileme olsa da umut var, eşitliğe doğru ilerleme kaçınılmaz.”
NEET kadınlar ihtiyaçlarını erteliyorlar, sosyalleşmeyi erteliyorlar, sağlığı erteliyorlar, hatta kendilerinden vazgeçiyorlar. Yalnızlaşıyorlar, küçülüyorlar ve görünmezleşiyorlar. İstihdama katılmak için çabalıyorlar olmadıkça “hayalet gibi hissediyorlar.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!