Özel Okmeydanı Hastanesi emekçileri nöbet alanını halk lokantasına çevirdi

Özel Okmeydanı Hastanesi emekçileri yemekhanelerini nöbet ve direniş alanına çevirdi.  Burada sohbet ettiğimiz Sema, Melahat ve Kader direnişe devam eden 21 emekçinin 3-4’ü hariç hepsinin kadın olduğunu, nöbet tutulmasının önemli ekipmanların hastaneden kaçırılmasını engellediğini anlattı. Direnişçiler hastanenin kurucusu olan Ercan Kesal yönetiminin de bugünkü hak gaspında sorumluluğu olduğunu söyledi
Paylaş:
Pınar Erol
Pınar Erol
erol_pinar@hotmail.com

18 Aralık Perşembe günü Özel Okmeydanı Hastanesi emekçilerinin “lokanta” açılışına gittik. Hastanenin usulsüzce kapatılmasına karşı ve ödenmeyen alacaklarının ödenmesi için direniş ve nöbetlerini sürdüren sağlık emekçileri “Yangından mal kaçırır gibi hastaneyi boşaltanlara karşı, nöbet alanımızı halk lokantasına çevirdik” diyerek Okmeydanı Halk Lokantası’nı açıyorlardı.

Hastanenin Acil kapısının tam karşısındaki apartmanın birinci katında yer alan, bir salon ve bir kapalı balkondan oluşan bu mekân yıllardır kiralanarak hastanenin yemekhanesi olarak kullanılmış.  Biz de o gün bu kalabalık, coşkulu dayanışmanın en güzel haliyle, elle tutulacak kadar hissedildiği açılışa katıldık, yemeklerini yedik. Direnişi sürdüren üç kadın sağlık emekçisiyle tüm merak ettiklerimizi konuştuk. 

‘Burası bu açılışla bize destek gruplarına açıldı’

Acil Servis sorumlu hemşiresi Sema Aslantürk ile bu hastanenin “deprem riski” bahanesi gösterilerek çalışanların apar topar kapı önüne konmasının hemen ardından yaptığımız ilk haberimizde konuşmuştuk.  Açılışta direniş adına kısa bir konuşma yapan ve kurdeleyi kesen Sema bize Okmeydanı Halk Lokantası’nı şöyle anlattı: 

“Aslında biz zaten yemeklerimizi burada yapıyoruz, çayımızı, kahvemizi burada yapıyoruz. Gelenlere buradan ikram ediyoruz. Burada oturup kalkıyoruz. Zaten burası bizimdi. Bu açılışla sadece bize destek veren gruplara açıldı. Burası bizim dayanışmamızı devam ettiren bir yer. Direniş boyunca da zaten buradaydık. Bu dayanışmayı artıran bir eylem. Buraya gelen, dayanışmaya destek veren herkes beraber yemek yaparak, evlerinden getirerek, dayanışmayı büyütüyor. Herhangi bir ticari durumu yok. Dediğim gibi herkesin içinden ne gelirse getirdiği, yediği içtiği bir yer. Burası aslında bir direniş alanı, nöbet alanı. Tam da hastane kapısının karşısında. Biz buradayız. Hep buradaydık, hala buradayız. Bizi görmek istemeseler de buradayız. Sesimizi kesmek isteseler de buradayız. Görecekler de duyacaklar da. Keşke daha fazla destek alabilsek.”

Acil Servis sorumlu hemşiresi Sema Aslantürk açılış konuşması yaparken

Polis ve zabıta olağan sorgulamaları yapıp geri çekildi

Sema’nın bu şekilde tarif ettiği dayanışma lokantasının açılışında gerçekten herkes elinden gelen katkıyı vermiş. Hazırlanan yemekler, tatlılar servis masalarına dizilmiş. Ancak bu güzel etkinlik nedense sokağa yığılmış bir polis öbeğiyle karşılanmış.

Hemen etkinliğin öncesinde polis ve zabıta ekipleri birlikte kalabalık salona girerek sorularını sormuşlar: Burada kayıtdışı ticari bir faaliyet mi oluyor? Yasadışı bir faaliyet mi oluyor? Emin olmak istiyorlar. Direnişçi emekçiler, onları burada insanların kendi yemeklerini paylaştıkları, sadece davetli olanların geldiği bir toplantı olduğu ve yasadışı bir şey yapılmadığı yönünde ikna etmiş.

Bu şekilde polis ve zabıta salondan ayrıldıktan sonra bir kutlama alkışı koptu ve açılış törenine geçildi.

Sema yaptığı kısa konuşmada hastanenin nasıl usulsüzce, kuralsızca kapatılmak istendiğini hatırlattı. Hak ettikleri tazminatların altında bir para alarak hastane yönetimiyle anlaşan arkadaşlarının aslında nasıl böyle bir duruma zorlandığını aktardı. Kendilerine de önerilen rakamların, hak ettikleri alacaklarının çok altında olduğunu ve bunu kabul etmeyerek birlikte direnişe devam ettiklerini, edeceklerini vurguladı.  

Konuşmaların ardından o akşam için yapılan yemeklerin dağıtımına geçildi. Önce çorba, ardından yemekler ve tatlılar salonu dolduranlara ikram edildi. 

Direnişe devam eden 21 sağlık emekçisinden 3-4’ü hariç hepsinin kadın olduğunu öğrendik. Okmeydanı’ndan, mahalleden desteğe gelenlerin çoğu da kadınlar, çocuklarını da alarak açılışa gelmişler. O gün yemek dağıtan, orada destek için bulunan yine bir kadın doktor. Başarıyla sürdürülen bu direniş özellikle kadınların omuzlarında yükseliyor, bu çok gözle görülür ve konuştuğumuz kadınların da anlattıkları bir şey. 

Sema’dan ilk konuştuğumuzdan bu yana neler olduğunu özetlemesini istedik. “Hep Şafak Grubu adına bir şeyler oldu. Buradaki emekçi adına bir şey olmadı” diye yanıt verdi.  

Haklarını alabilmek için makine ve ekipmanların kaçırılmaması için işçilerin fabrika önlerinde yaptıkları nöbet ve direnişlere aşinayız. Bugün bunun bir benzerini sağlık emekçileri olarak bir özel hastane önünde yapıyorlar. Sema da bunu anlattı: 

“Türkiye’de ilk defa sağlık çalışanlarına ve sağlık malzemelerine böyle bir şey oluyor. Bana göre bu, bir sağlık çalışanı olarak, kâbus gibi bir şey. Biz o zaman diliminde buradaydık. Sağlık malzemelerinin, insanları canlandırdığımız, uyuttuğumuz, ne bileyim insanlara sağlık götürdüğümüz malzemelerin hurdacılar tarafından ya da taşıyan arkadaşlar tarafından nasıl uygunsuz taşındığını gördük. Benim burada temizliğini kendi ellerimle yaptığım, hepimizin aman zarar görmesin diye üzerine titrediği ekipmanları düşüre düşüre, ite kaka, üstüne basa basa, çöp poşetleriyle, bize yok denilerek verilmeyen tıbbi atık poşetleriyle taşıdılar. Tam bir çöplük gibi taşındı. Bizi nasıl çöp gibi kapı önüne koydularsa malzemelerimizi de öyle taşıdılar.” 

Ancak nöbet ve direniş hastanedeki malzemelerin büyük kısmının tahliye edilmesini engellemiş. Bunu da yine Sema’dan dinledik: 

“Kendi çaplarında aldıkları gayrı resmi tahliye kararı ve hukuksuz, haksız, takip edilmeyen tahliye kararlarıyla zabıtanın mühürlediği asansörü açıp taşımak istediler. Daha sonra zabıtanın bizim başvurumuzla, etraftaki insanların başvurusuyla bir müdahalesi oldu. Orası kapatıldı. Ondan sonra buraya geldiler, tekrar taşıma yapmaya başladılar. Malzemeleri taşırken zorlandıkları için de büyük malzemeler kaldı yerlerinde.” 

‘İsterdim ki hak, aranan bir şey olmasın’

Sema sistemin nasıl hep hastane sahibi sermaye grubu lehine işletildiğini, emekçiler için ise işletilmediğini anlattı: “Biz yapmaya çalıştıkları işlemlerde müdahalede bulunup nerede şu evrakınız dediğimizde, önceden alınmamış evraklar saniyesinde geliyor. Nasıl oluyor anlamıyoruz. Onlar için geliyor yani, bu da üzücü. 

Üzüldüğüm konu şu. Sistemin böyle çalışmaması gerekiyor. Ben bir yerleri aradığım için ya da etraftaki insanlar bir yerleri aradığı için gelmemeliler. Süreç, prosedür nasıl ilerlemesi gerekiyorsa o şekilde davranılmalıydı. Israrla söylenen bir şey vardı bize en baştan beri. Hani bizi en başta deprem riski var diye çıkarmışlardı ya. Başvuruları, güçlendirme ve askıya alma faaliyetiyle ilgiliydi. Ama bizi kapama kararıyla çıkardılar. Günün sonunda işten çıkışlarımız böyle oldu. 

Buradaki tahliye süreci de hiç askıya almayla ilgili gözükmedi bize. Ona uygun işlemler de yapılmadı. Her çağırdığımızda birileri geldi, her sıkıntı olduğunda bir yere başvurduk. Gelen insanlar o an işini yapmış olabilir. Ama buraya gelen süreci ben yürütmemeliydim. Ya da dışardaki halk yönetmemeliydi. Sürekli bir yerlerden şikayet gitmemeliydi. Olması gereken neyse o olmalıydı. Zaten şu andaki durumumuz da böyle değil mi? Olması gerekenler olmadığı için bu direnişteyiz biz şu anda. O yüzden hakkımızı arıyoruz. Ben isterdim ki hak, aranan bir şey olmasaydı. Zaten bu var olan bir şey ya, aramak zorunda kalmasaydık keşke. Bu üzücü.”

Sema bu hastanede sadece kendilerinin değil bir sürü hastanın da mağdur edildiğini anlattı. Burada yapılan tahliyelere ilk olarak sözleşmeli firmalar başlamış. Onlara da yardımcı olduklarını, yol gösterdiklerini anlattı. “Bu çok hukuki, ahlaki, edepli giden bir direniş. Kimseye zarar vermeden” dedi. 

Sema’ya hastanede devam ettirdikleri nöbet sırasında yaşanan silahlı saldırıyı nasıl yorumladığını da sorduk. Bize şunları anlattı: “O gece burada en az kişiyle kaldığımız grup vardı. Aramızda, hep ön planda olan abilerimizden birini ilk defa evine göndermiştik, artık üstünü başını değişsin, çocuğunu görsün diye ve bu herkes tarafından biliniyordu. Gündüz de kameranın açısı değiştirildi, esnaf tarafından da görüldü. İçeride teknik bir şeyler yapıldı. Biz içerde olmadığımız için bazı şeyleri çok göremiyoruz. Biz bu konuda derdimizi anlatabildik diye düşünüyorum. Zaten genel olarak burada göz önünde üç kişi var. Biz kalan 21 kişiydik. 18 kurşun sıkıldı. Yani bunu ben kendim değerlendirmek istemiyorum, kamuoyu nasıl değerlendiriyor, ben bunu da merak ediyorum. Bu hoş bir durum değil. Bir de buraya sıkılan kurşunlar sadece bize değil sağlık sistemine, Okmeydanı’na, bize destek veren gruplara, buradaki ailelere, aslında tümüne sıkılmıştı. Benim açımdan durumun değerlendirmesi böyle. Gerçekten çok üzücü bir olay ama bizi korkutmadı. Korkutmadı çünkü biz hak, emek, iş davasındayız.” 

Sema’nın bize aktardığı diğer konular ise şunlar oldu. Maaş farkları olduğunu, kadınların maaşlarının düşüklüğünü de aslında bu direniş sürecinde öğrenmişler. Bu da onlar için çok üzücü olmuş. “Türkiye’nin ortalaması belli ve bu insanların buradan aldığı maaşlar kendi geçimlerini sağlayabilecekleri maaşlar değildi” dedi.

Yaşanan tahliye süresince de ön planda hep kadınlarmış. Ve o tahliyede kadın örgütlerinin onlara dayanışma için getirdikleri pedler, kendilerine ait tel tokalar da alınıp götürülmüş. “Bu bile bu süreçte bize nasıl davranıldığının örneğiydi. Üzücü. Kişisel eşyalarımız gitti. Küçük eczane poşeti içerisindeki ilaçlarımız dahi gitti” diye anlattı Sema yaşananları.

Ebe Melahat-Durmaz doğumunu yaptırdığı çocukla açılışta

59 yıllık ebe hakları için direnişte

Melahat Durmaz Özel Okmeydanı Hastanesi’nde doğum ebesi olarak 28 yıl, öncesinde de 31 yıl kamuda çalışmış. Bu hastanede önce gündüzleri çalışırken daha sonra geceye geçmiş. Geceleri doktorun çağırıldığı ana kadar doğumhanede tek başına görev yapan ebe olarak yüksek sorumluluk taşıyan bir pozisyonda burada bir ömürlük emek harcamış. Sekiz yıl önce göğüs kanseri geçirdiğinde bir süreliğine yine gündüz çalışmasına ve daha hafif işlere geçse de daha sonra yine doğumhanenin gece sorumlusu olarak görev yapmaya devam etmiş, kendi ifadesi ile hastalığını yine burada çalışarak atlatmış. “28 yıl bu hastanede, bu semtte bebekler doğurttum. Şimdi az önce getirmişti bir tanesini annesi. Benim doğurttuğum bir bebek, şimdi 8 yaşında” dedi.

Deprem riski bahanesi ile apar topar kapı önüne kondukları günü ve sonrasındaki direnişlerini şöyle anlattı:

“Ben gececi olduğum için, öğleden sonra dört gibi gündüzcü arkadaş aradı, ‘Melahat Abla, bizi çıkartıyorlar, gel eşyalarını al’ dedi. Hemen giyindim, geldim koşa koşa. Zaten bu mahallede oturuyorum. Bir geldim baktım ki bütün millet burada. Doğumhaneye çıktım baktım, toplanmış arkadaşlar. Dedik ‘E, şimdi ne yapacağız?’ Çıktık buraya. Akşam burada toplandık ve direnişe geçtik. Kimseden bir laf yok. ‘Şunu yapacağız, bunu yapacağız’ diyen yok. Zaten beş-altı aydır da aylıklarımızı geç alıyorduk. Bundan şüpheleniyorduk da bu kadar, böyle olacağını bilemiyorduk. Sonra devam ettik direnmeye. Bazı arkadaşlarımız, senesi az olanlar ikinci haftada aldılar paralarını. Hak ettiklerinin toplamını vermedikleri halde razı oldular. Mesela 500 liralık tazminat alacağına verdi 100 lira 150 lira. Böyle kapattılar. Biz 21 kişi kaldık. Biz almadık. En kıdemli de benim, 28 sene. İlk buraya yerleşen, doğumhaneyi açan benim, kapatan da ben oldum. Biz devam ediyoruz.”

Böyle insanlara hastane mi satılır

Melahat Durmaz 78 yaşında ilk kez direnişe geçmiş olmasını şöyle anlattı: “Ben 30 sene devlette çalıştım, böyle bir şeyle karşılaşmadım. İlk defa böyle bir şeyle karşılaştım. Benim direnişim de ilgi çekti. 78 yaşındayım. Ve direniyorum (gülüyor). Herhalde ancak bir tane olur benden. 78 yaşında ilk defa böyle bir şey yapıyorum.” Burada 28 yıllık tazminatı, alacağı olduğunu hatırlattı. Kız kardeşi de burada çalışıyormuş, 15 yılı varmış, tazminat olarak 500 bin lira teklif etmişler, haksız olduğu, eksik olduğu halde kabul etmiş. Almış ve gitmiş. “Ama benimki fazla olunca, 28 sene olunca, bırakmak istemedim. Hakkım neyse almak istiyorum. Hakkımızı alana kadar mücadele edeceğiz” dedi.

Direniş ve nöbetin nasıl sürdüğünü de anlattı: “O gün buradan kiralık olan malzemeler gitti, bazı şeyleri de alıp gittiler. Ama biz koruduk malzemeleri 39 gündür burada. Biz olmasaydık belki tamamını alırlardı. Şimdi önemli şeyler duruyor daha. Mesela bu yemekhaneden de bizi çıkarmak istediler. Ama biz el koyduk. Biz belli bir süre için buraya oturduk yani. Burası hastaneye ait değil, kiralık. Ercan beyin zamanında yapılmıştı burası.”

İlk patronlarının Ercan Kesal olduğunu hatırlattı: “O bizi bunlara sattı. Böyle bir insanlara hastane mi satılır? İnsan bir araştırır, eder. Tamam para önemli de, bazı şeyleri de düşünmek gerekir, çalışanları en azından.” 

Radyoloji teknisyeni Kader Güneşdoğdu

Kader Güneşdoğdu da direnişi sürdürenlerden. O da bize hem hastanenin önceki Ercan Kesal dönemine hem de mücadelenin nasıl sürdüğü, sürmesi ve büyütülmesi gerektiğine dair önemli şeyler söyledi.  Kader 18 yıl 10 aydır bu hastanede radyoloji teknisyeni olarak çalışıyormuş. Aslında bugün yaşadıkları hak gaspında hastanenin kurucusu olan, hem doktor hem de oyuncu, senarist ve yazar olan Ercan Kesal’ın sorumluluğunun altını çizdi: “2021 yılına kadar Özel Okmeydanı Hastanesi Ercan Kesal yönetimindeydi. Ondan bütün haklarla, Şafak Grubu’na teslim edildi. Aslında orada da haklarımız gasp edilmiş oldu çünkü tazminatlarımızı vermeden ve bize haber vermeden bir gün içerisinde, hatta iki-üç saat içerisinde olay gerçekleşti.” Kader, dört-beş yıldır da Şafak Grubu ile çalıştıklarını, sekiz aydır ise maaşlarının geç yattığını hatırlattı ve ardından 10 Kasım günü yaşananları bir de o anlattı: “Öğleden sonra vasıfsız bir elemanını hastaneye gönderiyor hastane yönetimi. 17 saniyelik bir film çekiyorlar. Ve ‘depreme dayanıksızdır’ ibaresi kullanıyor kendi ağzıyla ve tüm gruplarına yolluyor. Bizim tepkilerimizle o akşam İlçe Sağlık buraya çağırılıyor. İlçe Sağlık da ‘Bu karar böyle verilmez, karot alınması gerekiyor. Karot sonucu iki gün sonra çıkar. Siz bu kararı böyle alamazsınız’ diyor.” Bu şekilde orada çalışanların tartışmaya müdahil olmalarıyla karot alınmış. Dev Sağlık-İş devreye girmiş ve çalışanların çoğu, yaklaşık 60 kişi o gün sendikalı olmuş. Bu arada aynı gün doktorları tasfiye etmiş, işten çıkarmışlar.

“Ama bizlerin iş akitlerini sonlandırmadılar, sadece doktorlarınkini sonlandırmışlar o gün” diye anlattı Kader ve ekledi: “O günden bugüne biz direnişteyiz. 39 gündür burada haklarımız için mücadele ediyoruz. ‘Bize haklarımızı verin, biz sizle artık çalışmak istemiyoruz, siz işinize bakın, biz de işimize bakalım’ diyoruz. Onlar şunu söylemişti çünkü ‘Bizle çalışmaya devam edeceksiniz, biz kapatmayacağız.’ Ki aşikâr artık kapatıyorlar.” 

39 gündür çok çeşitli kurumların, STK’ların, Okmeydanı halkının, çevre halkın ciddi bir destek verdiğini de söyledi. “Ciddi bir kamuoyu, güçlü bir dayanışma ağı oluştu. Masaya da arada oturttuk onları. Ama bizlere sürekli şu taleplerle geldiler. Mesela ben 19 yıllık radyoloji teknisyeniyim, bana 629 bin gibi bir rakam öneriyorlar. Ben asla bunu kabul etmedim ve ‘Benimle görüşemezsin zaten, avukatımla görüşmek zorundasın’ dedim” diye anlattı. Kader buradan sözü özel sektörde sendikalaşmanın yok denecek kadar az oluşuna getirdi ve “O yüzden bizim durumumuz bir emsal teşkil edecek” dedi.

Ercan Kesal döneminde de bu hastanede sendikalaşmaya gidildiğini ama arkadaşlarının hemen işten çıkarıldığını anlattı. “Ercan Kesal’ı da söyleme sebebim, kendisi sol, sosyalist, demokrat olarak algılanıyor. Bunu kabul etmiyoruz. Buranın çalışanı ve kendisiyle de çalışmış biri olarak şunu söyleyeyim. Çok iyi mobing uygular. Ve bütün hakları ilk önce o gasp etti. Ayrıca madem iyi niyetliyse neden böyle bir gruba sattı?” dedi Kader.  

Ona göre özel sektörde örgütlenmek daha kıymetli ve daha önemli. Sürdürdükleri direnişin de bir kazanım olduğunu düşünüyor ve şunları söyledi: “Bu yaşadığımız da onlar için emsal olacak. Onlar da ayaklanıldığında kazanılabileceğini görecek ki bu süreç zaten bir kazanımdır. Çünkü değişik biçimleriyle insanlar örgütlendi, hesaplaştı kendileriyle. Buranın tabanı MHP-AK Parti’lidir. Ve bunlar direnerek bir şeylerin kazanılabileceğini gördüler. Çünkü bu adamlar giderken bütün hakları gasp etmek üzerinden gittiler. Bizim sayemizde birtakım şeyler oldu. Yani parasını alanlar da buradaki direnişin sayesinde almış oldular.”

‘Direnişte kadınlar güçlü bir pozisyondaydı’

Kader bu direnişte kadınların güçlü bir pozisyonda olduğunu, öncülüğünü kadınların yaptığını düşünüyor, “Kadınlar sesini çıkardı” dedi. Halen de direnişi sürdürenler içerisinde kadınların çoğunlukta olduğunu söyledi. “Kadınlar direniyor daha çok, 3-4 tane erkek var. Kadınların eli değen her şey güzelleşiyor ve güçleniyor, büyüyor” diye ekledi.

Ona hastanede çalıştıkları süre içerisinde kadın çalışanların nasıl sorunlarla karşılaştıklarını da sorduk. “Her işyerinde olduğu gibi burada da kadınları yaşadığı sorunlar olmuştur” dedi. Çünkü ona göre bir kadın çok kez bulunduğu yerde bir erkeğe oranla daha fazla baskıya, mobinge maruz kalıyor. “Bunlar kadının bedeni ve kadının kişiliği üzerinden yansıtılabiliyor” dedi ve örnekler verdi: “Bir erkeğe bir yerde sigara içebilirsin denilirken, kadın aynı yerde böyle sigara içemez denilebiliyor. Ya da sen burada böyle oturabilirsin ama bir kadın burada oturamaz denilebiliyor. Yıllara dayalı tecrübeme dayanarak bunları söylüyorum.”

Ama bu hastanede kadın çalışanların bu tür tutumlara karşı da hep bir duruşları olmuş. “Kadınlar burada bunları kendilerine yedirmemeye de uğraştı. Ben bunu burada gördüm” dedi Kader ve ekledi: “Şunu söyleyebilirim burada kadınların algıları güçlü, refleksleri güçlü. Daha güçlü bir şey yaratmak sadece onların içlerinde yaratılacak örgütlü bir duruma bağlı. Bu daha güçlü bir şeyi ortaya çıkaracaktır.”

Kader ayrıca genel olarak sağlık sektöründe hem özel sektörde hem kamuda güçlü bir sendikal örgütlülük olsa bunun çok ciddi bir güç olacağını düşünüyor. “Sağlıkta hiçbir hukuksuzluk gerçekleştirilemez. Herkes maaşını, haklarını zamanında alır. Özlük haklarını kolay kolay kimseye yedirmez” dedi.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Van’da kayyumun işten çıkardığı 223 işçi arasında kadınlar da var. Onlardan Berivan Tibelik belediyenin kadınlara yönelik hizmetlerinin kayyum tarafından ortadan kaldırıldığını, engelli kadrosunda çalışan Devlethan Duman önce ayrımcılık ve mobinge maruz kalıp sonra işten çıkarıldığını, Elif Gemicioğlu işten çıkarılmasının tek sebebini Kürtçe öğretmek için işe alınmış olması olarak gördüğünü, Ceylan Saybak ise Van’da kayyum uygulamasının bir çete düzenine döndüğünü anlattı
Tapeten Mensucat fabrikasında çalışan kadın işçiler, kötü çalışma koşulları, eş değerde işe eşit ücret alamama, hijyenik olmayan çalışma ortamı, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve sendikal haklar için grevde.  EMEP Milletvekili Sevda Karaca ve TEKSİF Örgütlenme Uzmanı Pembe Maden, “ Tapeten patronu kadın işçilere aileleri üzerinden gözdağı vermiş. Sendikalı kadın işçileri kadın sağlığını ciddi biçimde etkileyen, erkek işçilerin çalıştığı kimyasalla işlem yapılan bantlara sürmüş” dediler.
57 işçi, güvenlik görevlilerini aşarak içeri girdi ve fabrikanın 3. katını işgal etti. Kapıların önünü yığınakla kapattılar. İşten çıkartılan Omsa çalışanları 69 gündür eylemdeydi. Hak ettikleri kıdem ve ihbar tazminatlarını bu işgal sonrasında aldılar. İki kadın işçi, eylem sürecini ve işgali Kadın İşçi’ye anlattı
Kocaeli’nde sendikalaşma mücadelesi verdikleri için işten çıkarılan Omsa Metal işçisi kadınlar direnişlerini sürdürüyorlar. 
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!