Özge İzdeş: “Kadının esnek istihdamla ciddiye alınacak gelir edinme ihtimali yok”

Yeni dönem OVP’yi ve “güvenceli esnekliği” konuştuğumuz Özge İzdeş konunun altını çok net çiziyor: “Kadının; hele tek gelirle, tam zamanlı bir işle bir hanenin geçinemediği bir Türkiye ekonomisi ortamında esnek istihdamla ciddiye alınacak bir gelir elde edip kendi başına ekonomik özgürlüğünü, kendinin ve çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir gelir elde etme ihtimali yok.”
Paylaş:

Esnek çalışma, iktidar ve sermaye tarafından her fırsatta gündeme getiriliyor. Özellikle güvenceli istihdama katılma konusunda erkeklerle arasında uçurum olan kadınların hedef alındığı esnek çalışma modelleri, “iş ve aile yaşamının uyumlulaştırılması” adı altında, kadını “aile içi”nden tarifleyen politikalarla eşgüdümlü olarak daha sık karşımıza çıkmaya başladı.

Son olarak 2025-2027 dönemini kapsayan, Mehmet Şimşek’in kemer sıkma politikalarının derlenip toparlandığı Orta Vadeli Program ve burada yer alan “güvenceli esneklik” meselesini, kadınlara nasıl yansıyacağını Doç. Dr. Özge İzdeş Terkoğlu ile konuştuk. Özge, bir konunun altını çok net çiziyor: “Kadının; hele tek gelirle, tam zamanlı bir işle bir hanenin geçinemediği bir Türkiye ekonomisi ortamında esnek istihdam altında ciddiye alınacak bir gelir elde edip kendi başına ekonomik özgürlüğünü, kendisinin ve bazen çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir gelir elde etme ihtimali yok.”

“Büyüme ve enflasyon beklentileri tutmadı”

2025-2027 dönemini kapsayan yeni Orta Vadeli Program (OVP) 5 Eylül’de yayımlandı. Öncelikli olarak OVP’lerin bu derece sık güncellenmesi meselesini sormak istiyorum. Bugüne kadar açıklanan bütün programlar, daha yılını doldurmadan geçersiz hale geliyor ve hükümet her yıl “hedefleri” güncellemek zorunda kalıyor. Bunun nedenini ne?

Orta Vadeli Program’ın kendisini açıp okuduğumuzda aslında ilk girizgahta gizli de olsa nedenini kendisi bile söylüyor. Bir yandan “yapısal tedbirleri hayata geçirdik, önemli bir kısmını geçirmeye devam ediyoruz” diyorlar. Bir yandan da büyüme rakamlarının aslında tahmin edildiği üzere 2024 yılı için gerçekleşmeyeceğini artık gördüklerini söylüyorlar. Daha ilk başta bunu söylüyorlar. Bir önceki orta vadeli programda, ekonomik büyümenin 2024 yılında yüzde dört olmasını öngörüyorlardı. Ama hayır, öyle olmuyor. Dolayısıyla beklentiyi yüzde üç buçuğa indirmiş durumdalar şu anda. Ve burada da iç talepteki daralma nedeniyle bunun böyle olduğu söyleniyor. Şimdi bu bizi diğer meselelere bağlıyor ister istemez. O da uygulanan politikaların talep daraltıcı politikalar olması konusuna, özellikle iç talebi kısma, kemer sıkma politikalarının büyümeye etkisi nedir sorusuna getiriyor.

Şimdi makro ekonomi açıdan kemer sıkma politikası dediğimiz şeyin sonuçlarına baktığımızda tipik olan şey şudur, Keynesyen modelden bildiğimiz üzere, kemer sıkma politikalarıyla birlikte kamu kesimi harcamalarının azalması ya da vergilerin arttırılması toplam talepte daralmaya ve ekonomik durgunluğa neden olur. Büyüme rakamının beklenen değerin altında olmasına ilişkin revizyon OVP’de de talep daralmasıyla açıklanmaktadır. Ancak bu daralmanın geçici olduğu iyimserliği mevcuttur. IMF’nin “genişletici kemer-sıkma” diye tarif ettiği beklenti bugün yapılan nispeten küçük vergi artışının, kısa vadede talebi daraltmakla beraber çok uzak olmayan bir vade olarak tarif edilen gelecekteki olası daha büyük ve yıkıcı bir mali düzenleme ihtiyacını azaltabileceği ve böylece geleceğe ilişkin hem hanelerin hem de yatırımcıların güvenini arttırarak tüketim ve yatırım harcamalarını arttıracağı beklentisidir. Gelecek yıllara ait büyüme beklentisi 0.5’er puanlık büyüme beklentisi bu beklentiyle uyumlu görünüyor. Bu tabii ki eleştirilen, gerçeklikle uyumu sorgulanan bir bakış açısı… Ancak bununla beraber IMF yayınlarında bu argümanın geri dönüşünü vurgulayan makalelerin de çıktığını görüyoruz. Benzer bir iyimserlik içindeler.

Bunun dışında enflasyon beklentisinin de tutmadığını görüyoruz. Programın merkezinde enflasyonu düşürmeyi hedefleyen istikrar politikaları olmakla beraber temel hedefin revize edildiğini görüyoruz. Bir önceki OVP’de 2024 yılı için enflasyon beklentisi yüzde 33 iken, yeni OVP’de yüzde 41,5 olarak yenilenmiş. Bu noktada enflasyon oranı ile birlikte enflasyonist sürecin bölüşüm açısından nasıl yaşandığının ve sonuçlarının ve kemer sıkma politikalarının gelir bölüşümü açısından anlamını da konuşmak gerekir.

“Enflasyonun maliyetini kim çekiyor?”

OVP’de ücret artışları enflasyonun sebebi olarak görülüyor ve “asgari ücret artışlarının dezenflasyon süreciyle uyumu gözetilmeye devam edilecektir” deniliyor. Bunun anlamı nedir? Bunun kadın işçilerinin ücretlerine nasıl yansıyacağını düşünüyorsunuz?

 Peki öncelikle hatırlayalım enflasyonun sebebi neydi? 2018 döviz kuru krizinden bu yana çokça yazıldı ve söylendi. Üretimimizin ithalata-dışa bağımlı yapısı, enerji açısından dışa bağımlılığımız, döviz kuru artışıyla beraber üretim maliyetlerini ve fiyatların artmasını beraberinde getirdi. Yani sadece yabancı tüketim mallarının fiyatları değil, yurt içinde üretilen her şeyin fiyatını etkileyen bir süreç başladı. Uygulanan makroekonomik politikalarla bir enflasyon sarmalı yaratılmış oldu. Yaşanan enflasyonun aynı zamanda kâr itimli enflasyon olduğunu oraya koyan, fiyat artışlarının üzerine eklenen ek kâr payının etkisiyle enflasyonun daha yüksek olduğunu gösteren çalışmalar ve enflasyonun yapısına ilişkin tartışmalar bu sürecin aynı zamanda bir yeniden bölüşüm yönü olduğunu ortaya koyuyor. Bu eğilim işçi ücretleri arttığında da benzer bir şekilde kâr oranını koruma ve hatta arttırma şeklinde mi tezahür ediyor? Buna bakılması enflasyonun bölüşüm açısından anlamını görebilmek için gerekli. 

“Enflasyonun maliyetini” kim çekiyor diye baktığımızda işsizliğin çok yüksek olduğu bir ekonomide ücretler üzerinde çalışan kesimin pazarlık gücünün düşük olduğu bir ekonomide bunu tartıştığımızı da unutmayalım. Orta sınıfın artık yok olduğu, ücretliler arasında da büyük bir uçurumun ortaya çıktığı bir yapı oluştu Türkiye’de. Küçük bir kesim çok yüksek gelir elde ederken, orta gelirlinin asgari ücrete doğru yaklaştığı ve ücretli kesimin geniş bir kısmının zorlukla geçindiği ve hatta geçinemediği bir ücret yapısı bu. Bir de şimdi toplumun geniş kesiminin etrafında kümelendiği asgari ücretin artış oranlarını, TÜFE’ye bağlı olarak gerçekleştiriyoruz. Ancak TÜFE öngörülerine ilişkin eleştiriler var ve gün be gün hissedilen refah kaybını kemeri sıkılan sabit ücretli hissediyor. 

OVP’de işgücü piyasası öngörüleri çok dikkat çekici. İddialı olmak istediği yerde bile program ne yapıyor? İşsizliği düşüreceğiz, diyor, istihdamı arttıracağız, diyor ama açıkladığı işsizlik rakamları yine de son derece yüksek. 2023 yılında yüzde 9,4 olan işsizlik oranı kadınlar için yüzde 12,6, erkekler için yüzde 7,7. Program öngörüleri bu oranın yüzde 9 civarında seyredeceği, en iyi düzeye indiği 2027’de dahi yüzde 8,8 olacağı yönünde. Resmi işsizlik rakamları açısından bile baksak ancak çift haneli rakamlara yakın seviyelerde işsizlik hedefleri koyulabiliyor. Bizim gibi işsizlik sorunu çok yüksek olan bir ülkede zaten resmi işsizlik rakamı çalışmak isteyip de çalışamayanların yani işsizlik sorununun ölçüsü olmaktan uzaktır. Çünkü önemli bir kısmı artık iş aramaktan vazgeçmiş ama iş verilse hemen çalışmaya hazır geniş kitleler var. Özellikle kadınların evde bekleyen bakım sorumluluğunun ve nispeten daha yüksek kadın işsizliğinin etkisiyle bir süre sonra iş aramayı bırakmaları daha yaygın. Atıl işgücü olarak tanımlanan, geniş işsizlik tanımına göre Türkiye’de bu oran kadınlarda yüzde 30 seviyesine varıyor 2023 yılında. Erkeklerde de yüzde 18,3. Yani resmi işsizlik rakamlarının iki buçuk katı kadar bir atıl iş gücü sorunu var Türkiye’nin. OVP deki hedefler bile bu anlamda çok iyimser değil ve bu kalıcı bir işsizlik sorunu. Bununla beraber asıl makro politika hedefi hiçbir zaman işsizliği düşürmek olmuyor.

Kısa Dalga

“Esnek istihdam koşullarında daha çok kadınlar çalışıyor”

Sürekli ve kalıcı işsizlik ne demek çalışan kesimler açısından? Pazarlık payının çok düşük olması anlamına geliyor. Dışarıda bu kadar atıl ve çalışmak isteyen insanın bulunduğu bir işgücü piyasasında pazarlık payı çok düşük olur. Ücretli kesimin gerileyen gücü, enflasyon ile ve daraltıcı politikalarla daha da büyük refah kaybıyla sonuçlanıyor. Bunun ötesinde kadınların durumuna baktığımızda, kadın erkek ücret uçurumu olduğunu görüyoruz.  Tüm eğitim düzeylerini dahil ederek ele aldığımızda Türkiye’de çalışan kadınlar erkeklerin dörtte üçü kadar ücret alabiliyorlar, lise altı eğitimlilerde bu oran üçte ikiye düşüyor.

Toparlayacak olursak, yüksek işsizliğin yarattığı bir baskı ve dolayısıyla düşük ücretle çalışmanın yaygınlaştığı bir işgücü piyasası var. Üzerine bir de makroekonominin sorunlarını çözmenin aracı olarak daraltıcı politikaları gören, talebi ve ücretlinin gelirini baskılamaya dayanan bir ekonomi programı var. Ve halihazırda işgücü piyasasında kadınların dezavantajlı pozisyonu var. Kadınların nerede çalıştığı, kadın istihdamının yoğunlaştığı sektörler, çalışma türleri, firma yapılarına da baktığımızda göreli olarak daha kırılgan bir istihdam yapısıyla karşılaştığımızın da altını çizelim. Daha esnek istihdam koşullarında nispeten daha fazla kadınların çalıştığını görüyoruz. Daha küçük işletmelerde ve daha eğreti istihdam biçimlerinde bir cinsiyet farkı mevcut. Kadın istihdamın sektörel dağılımı da kadın istihdamının yoğunlaştığı sektörlerin en düşük ücret ortalamasına sahip sektörler olduğunu gösteriyor. Ücretler belirlenirken temel alınan asgari ücretteki eğilim bu anlamda göreli olarak daha düşük ücretle çalışan kesimlerin ve bunların içinde ağırlığa sahip olan kadın ücretlerini de kuşkusuz sınırlandıracak. Bunun yanında durgunluk zamanlarında daha kolay vazgeçilen iş gücü kadınlar oluyor. İşsizliğin biraz daha artması beklenen 2024 sonrasında kadın işsizliğinin nasıl değişeceğini ve işlerini koruyanların nasıl ücretlerle ve çalışma koşullarında koruyabildiğini izleyeceğiz.  Kadınların işgücü piyasası dışına düşmeleri ya da itilmeleri az önce de söylediğim gibi âtıl iş gücü oranlarında kendini çok net bir şekilde gösteriyor. Yani kadınların iş gücü piyasasıyla bu anlamda sürekli bir ilişkisinin olmadığını ortaya koyuyor geniş işsizlik tanımları. Ve bu ekonomi politikalarıyla da sürekli besleniyor.

“Esnek çalışma çözüm değil”

Kadınlar açısından böyle sorunlu durumlar varken buna ek olarak son OVP esnek çalışmayı açık bir şekilde gündeme getiriyor. “Bu dönemde, aktif işgücü politikaları daha esnek istihdam modelleri ile desteklenerek kısa vadede ekonominin ihtiyaçlarına yönelik insan sermayesinin temini sağlanacaktır” deniliyor. Ve “güvenceli esneklik” şeklinde bir tabir kullanılıyor. Hem esnek hem güvenceli çalışma mümkün mü?

 Bu “güvenceli esneklik” meselesinin istihdam politikalarının merkezinde olmaya başladığını görüyoruz. Şimdi ve burada da kadınların ve gençlerin yüksek işsizlik oranlarının, iş gücüne katılım oranlarındaki düşüklüğün özellikle altının çizilerek, bu çalışma biçiminin bir çözüm olarak dile getirildiğini görüyoruz. Aslında çok uzun zamandır bu eğilimi görüyoruz ama gittikçe daha belirginleşiyor. Sadece OVP’de değil 12. Kalkınma Programı’na ve aslında bütün politika metinlerine baktığımızda hep aynı söylemlerin olduğunu görüyoruz. İşte esnekleşme, yeni nesil istihdam stratejilerinin benimsenmesi ve güvenceli esneklik diye bir kavram öne atılıyor.

“İş ve aileyi dengelemek” için esnek istihdam

 Bir önceki OVP’nin açıklanmasından sonra Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı” açıkladı ve “İş ve aile yaşamının uyumlaştırılması” adı altında programlara destek vereceğini söyledi. İŞKUR “İşgücü Uyum Programı” ile esnek çalışmaya geçti. Ayrıca sadece kadınları hedef alan “İşim, Gücüm Olsun” projeleri hayata geçirildi. Esnek çalışmayı kadınlar şimdiye dek nasıl deneyimledi? Ve yeni OVP kadınlara bu yönüyle ne vadediyor?

 “İş ve aile yaşamının uyumlaştırılmasını” esnek istihdamla çözmeye çalışmak gibi bir eğilim var. Şimdi bunun eleştirisini isterseniz yekten söyleyelim. Uzun zamandır kadın emeği üzerine çalışan akademisyenler, sivil toplum kuruluşları, kadın platformları olarak bu türde bir çözümün ne kadar tehlikeli olduğunu söylüyoruz. Ama bu bakış açısı gerilemek yerine daha dominant bir şekilde politika metinlerinde kendini gösteriyor. Bir yandan kadınların gerçekten iş gücü piyasasına katılmasının arkasındaki sorunun bakım sorumluluğu olduğunu bu politika metinleri sanki daha çok görüyor. “Kreşleri artıracağız” vs. deniyor ama bakım hizmetlerinin yetersizliği ve ekonomik açıdan erişilebilir olmaması kadınların iş gücü piyasasına girme ve işgücü piyasasında var olma şekillerinin önündeki temel engel olmayı sürdürüyor. Bu konuda anlamlı ve ihtiyaca karşılık gelen ve eşitlikçi bir bakım politikası yerine esnekleşme ile iş-yaşam dengesinin sağlanması dillendiriliyor.

Bir önceki OVP’de de yer alan benzer ifadeler, uzaktan, kısmi ve geçici süreli çalışma, platform çalışması gibi yeni nesil esnek çalışma modelleri… Yeni nesil esnek çalışma modellerinin artık bugünün geçerli çalışma modelleri olduğu, iş dünyasının ihtiyacının bu olduğu, yeni nesil çalışma modellerinin iş-yaşam dengesiyle de uyumlu olacağı ve bu nedenle gerekli dönüşümün sağlanacağı söyleniyor. Benzer şekilde 2024-2028 12. Kalkınma Planında da kadınlar için iş ve aile yaşamını dengelemek amacıyla esnek istihdam bir çözüm olarak sunuluyor. Hem kadın istihdamını hem de doğurganlığı koruma adına iş aile yaşamı uyumu önemseniyor, kadının sorumluluğu olarak görülen bakım sorumluluğunun çalışırken yerine getirilebilmesi için, kamu kurumları ve özel sektörle iş birliği içerisinde ikincil mevzuatlar geliştirileceği; bu düzenlemelerin çalışma saatleri ve alternatif çalışma yöntemlerini kapsayacağı ifade ediliyor. Kadınların ancak esnek istihdam uygulamalarıyla işgücüne katılabileceği varsayımı yaygınlaştırılıyor. Kadınların işgücü piyasasıyla erkeklerden daha eğreti ilişki kurmasını bir çözüm yolu olarak sunuyor.

Kadınların istihdama katılımını erkeklerden farklılaştırarak çözüm üretmeye dönük yaklaşımlar elbette cinsiyet eşitliği yönünde adımlar değil. Tam tersine zarar verme potansiyeli çok daha yüksek. Kadınların yükselme potansiyeli sınırlı, daha az gelir getiren ve güvencesiz işlere yönlendirerek uzun dönemde kadınların eşit ve kalıcı istihdam ilişkilerinden uzak düşmelerine neden olur. Esnek istihdam ile elde edilen gelir ancak ek gelir olarak hane bütçesine katkıda bulunabilir. Böyle bir istihdamın geçinmeye yetecek geliri sağlaması, hele Türkiye piyasası koşullarında, gerçekçi bir beklenti olmaktan uzak. Kadınların bağımsız bireyler, ekonomik özgürlüklerini ellerine alan özgür bireyler olmasının esnek istihdamı yaygınlaştırarak sağlanması mümkün mü? Bu tür eğilimler mücadele edilmesi gereken eğilimler olması gerekirken, kadınların işgücü piyasasına entegre olmasına dönük, güvenceli ve uzun süreli istihdamının yaygınlaştırılması için desteklemek yerine, eğreti istihdam biçimlerinin politikalarla desteklenen eğilimler olması vahim.

Evrensel

“Kadının çalışmasının ek gelir görülmesi, sermaye ile uyumlu”

Esneklik yerine “güvenceli esneklik” kavramı kullanılıyor. Ne demek güvenceli esneklik? Yazındaki tarifiyle güvenceli esneklik iki boyuta sahip.  Esneklik boyutu ne tür esneklikleri içeriyor: Öncelikle işgücü piyasasının esnekleşmesi yani işe alım çıkarmaların kolaylaşması, esnek iş sözleşmeleri; ikinci olarak çalışma zamanlarında esneklik yani esnek süreli, yarı zamanlı çalışma alt-sözleşme ile çalışma; işin tanımında esneklik ve bu esnekliğe uyum sağlama ve ücretlerin esnek bir biçimde uyumlanması boyutlarını içeriyor. Güvence tarafında ise; aynı işverene bağlı bir işte çalışma güvencesi, aynı işverene bağlı olup olmaması ayırımına bakılmaksızın iş güvencesinin sağlanması, gelir güvencesi ile işsiz kalınan sürede belli bir miktar gelir elde edebilme ve iş-yaşam dengesine ilişkin zaman yönetimi vurgulanıyor. AB de dahil uygulamalara baktığımızda esneklik tarafı uygulanmakla beraber, güvence yönünün eksik kaldığı görülüyor. Esnek istihdam, yarı-zamanlı çalışma ile önemli bir gelir kaybı yaşanıyor, istihdam edilebilir kalabilme ve sosyal güvenliğe erişebilmek için yaşam boyu öğrenmenin sürekliliğiyle çalışmak isteyen kesimlerin güvencesiz işgücü piyasalarında sürekli bir çaba içinde olduğu görülüyor. Kadınlar ise “iş-yaşam dengesi sağlama fırsatını” kullanarak güvencesiz işlerle bakım sorumluluğu arasına sıkışıyor. Kıssadan hisse; bu süreç işverenlerin talebidir, sonuçları ise mevcut eşitsizlikleri dönüştürmek yerine sabitleme tehlikesi taşıyor. Türkiye’de bunun farklı bir şekilde yaşanmasını beklemek çok anlamsız bir iyimserlik olur.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da dahil olmak üzere bütün kurumların, bakanlıkların politika belgelerinin, kadının çalışmasının bir ek gelirmişçesine düşünülmesinin yansıması olduğunu görmek gerekiyor. Kadının; hele tek gelirle, tam zamanlı bir işle bir hanenin geçinemediği bir Türkiye ekonomisi ortamında esnek istihdam altında ciddiye alınacak bir gelir elde edip kendi başına ekonomik özgürlüğünü, kendisinin ve bazen çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir gelir elde etme ihtimali yok. Kadını aile içinde tanımlayan bakış açısının uzantısında, “kadınlara hem çalışabilsinler hem de aile içindeki bakıcı ve diğer rollerini hayata geçirebilsinler” isteniyor. “Güçlü aile, güçlü Türkiye” perspektifi bütün politika metinlerine bu şekilde yansıyor. Bunun gittikçe daha yaygın bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz. Bu, meseleleri daha geriye götüren ve asıl sorunların çözülmesi yerine onları çözmeden ilerlemenin yollarını arayan bir yaklaşım. Bu, işverenlerin talepleriyle son derece uyumlu olan bir bakış açısı.

Mesela “İşgücüne Uyum Programı”… Bu, sanki iş gücüne geçiş olarak tarif edilen bir program. Bir kişi en fazla 140 fiili gün faydalanabiliyor böyle bir programdan. Bu programda çalışanların iş güvencesi yok. Ciddi bir gelir de getirmiyor, değil mi? “Cep harçlığı” verilen bir istihdam. 2024 yılı için 566 lira “cep harçlığı” olarak açıklanmış. Son derece kısa süreli, cep harçlığı seviyesinde bir şeyin ödendiği, gün sayısının sınırlı olduğu ve sonrasında bu kişinin tekrar bunun dışına düştüğü bir program bu. Bu çalışmalar, programlar, o işin gerektirdiği ihtiyacı karşılıyor mu mesela? İşte bu ara formların yaygınlaştırılması, iyileştirme değil, sorunlu sonuçlar yaratıyor. Kamusal yararı açısından çok büyük bir faydası olma potansiyeli taşımayan ama bu tür iş ilişkilerini bizim gündemimize sokan bir politika. Aslında asıl sorun tabii ki istihdam yaratamama sorunu. Bu politikaların hiçbirinde istihdam hedeflemesi yok, asıl sorunu çözmeye dönük, istihdam yaratmaya ve iyi işler yaratma baskısıyla beraber bunu yapmaya dönük bir makroekonomik perspektife sahip olmadan anlamlı bir dönüşüm elde etmek güç.

“Kadınlar şiddete açık hale getiriliyor”

Kadınların iş gücüne katılımı ve gelir uçurumuna baktığımız zaman gerçekten çok büyük bir gelir uçurumu var. Bu da kadınların gelire erişememesini, onları bağımlı bir pozisyonda, hanede bu yapının içinde tutuyor ve sonuçta kadınları her türlü şiddete açık ve bundan kaçamaz hale getiriyor. Şu anda Türkiye’de bütün kadın örgütleri aşağı yukarı, siz de biliyorsunuz ki en son kadın cinayetlerine karşı büyük bir hareket başlatmış durumda. Buna reaksiyon veriliyor ve burada bizim bence ekonomi politikaları yönüyle bu işi birbiriyle bağlantılı ele almamızın önemi var. Çünkü mesela İstanbul Sözleşmesi şiddeti ve şiddetin nedenlerini bir bütünlük içinde gören, bütünlüklü bir yaklaşıma sahip olan, göstergelerin bu anlamda uluslararası standartlarda takibinin önünü açan, Türkiye’nin kendi pozisyonunu karşılaştırmalı olarak görebilmesini sağlayan, bu tür bir izlemeyi olanaklı kılan, şiddetle ekonomik bağımlılık ilişkisini kadınları bağlayan bir perspektifi de içinde barındıran bir yaklaşımdı. Şimdi biz İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık ve bu şekilde izlemenin dışına düşmüş olduk. Ama öbür taraftan da tabii ki hepimizin uzun zamandır söylediği, bu sözleşmeden çıkmaya yüklenen anlamın verdiği cesaret ortamı var. Dolayısıyla bunların hiçbiri münferit değil. Türkiye’deki egemen söylem ve bakış açısının uzantısından cesaret bulan eylemler bunlar ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmış olmasının da buradaki sorumluluğunun altını bir kez daha çizmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Ana Fotoğraf: Tek Gıda-İş Sendikası

Paylaş:

Benzer İçerikler

Yeni Yaşam’ın düzenlediği 31. Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Yarışması sonuçları dün açıklandı. Altı ayrı dalda düzenlenen yarışmada muhabirimiz Rahime Karvar’ın tarım işçisi kadınların yaşadıklarına odaklanan haber dizisi, “Gurbetelli Ersöz Kadın Haberciliği” ödülüne layık görüldü
Acun Karadağ’ı KHK’lara karşı yürütülen Yüksel direnişiyle tanıdık… Direnişçiler bizlere bir hak mücadelesinin nasıl meşruiyet kazanıp, geniş kesimleri etkileyeceğini gösterdiler. Acun direniş güncelerini “Güneş Her şeyin Farkındaydı” isimli kitapta topladı. Onunla o günleri hatırlıyor ve gerçek eylem bilgisinin ne olduğunu öğreniyoruz.
Üniversiteli potansiyelinin çok altında olan yurtlar tek tek kapanırken genç kadınlar barınma sorunu ile karşı karşıya kalıyorlar. Yeni bir şehirde yeni güzellikler yaşayacağını düşünen Newroz, Çerkezköy’deki yurdun kapatıldığını öğrenince “Hevesim kırıldı” diyor, kaldığı Ortaköy Kadın Yurdu’nun kapatıldığını öğrenen Çiğdem ise “Ben üniversiteye nasıl döneceğim” diye soruyor.
AKP’li yöneticilerin baskı uyguladığı Menemen Belediyesi’nde kadın işçiler sürgüne gönderildi. Onları yıldırmak için süpürgeyi araç olarak kullandılar. Tazminatsız atıldılar fakat sessiz kalmadılar. Belediye önünde 83 gündür direniyorlar. Eylemci işçilerden Umut yaşananları anlattı.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!