Hemşirelik beden tamiri için önemli bir destek kuvvet, sanat ise dayanma gücünü artıran, hayatı tartma biçimimizi etkileyen efervesan tabletler gibi… Sanat, magnezyum bikarbonat, biraz sitrik asit gibi içimizde çözülür, durgun canımıza kıpırtı getirir, bazen bakmaktan çekindiğimiz boy aynasını gözümüzü kaçıramayacağımız bir yere koyar. Bazen güleriz ağlanacak halimize bazen gülerken ağlarız. Bazen oyunları kendimiz seçeriz, bazen seçilen oyunu oynarız…
Uzun yıllar hemşirelik yapan ve Sağlık Meslek Liselerinde eğitim veren Filiz Çağlayan Kayalı, emekli olduğundan beri kendi içine konuşan, sesi duyulmayan kadınların hikâyelerini yazıyor ve onları görünür kılıyor. Üstelik bunu maddi bir beklentisi olmadan ve kolektif bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkarıyor. Bu kolektifin adı Burhaniye Öykü Atölyesi ve kadınların öyküleri ele alınıyor, birlikte yazan kadınların ortak enerjisiyle konular belirlenip yazım aşamasına taşınıyor.
Filiz tiyatro sahnesiyle yakınlaşmaya, üniversitede okurken bir yandan devam ettiği Reklam Sanat Tiyatrosu’nda başlamış. “Belge değil bilgi önemli” diyerek üniversite hayatına paralel bir tiyatro eğitimini, işin mutfağında yani sahnede almış. Okulun son yılında senaryo yazımıyla tanışmış. Bu dönemi, “Hayatımda çok önemli bir deneyimdi” diye anlatıyor. Yıllarca hemşirelik, ardından da Sağlık Meslek Lisesi’nde öğretmenlik derken tiyatroyu rafa kaldırdı sanıyorsanız yanılırsınız… Aksine heybesinde biriktirdiklerini öğrencileriyle paylaşmış ve özel günlerde yazdığı oyunları öğrencileriyle sahneye taşımış.
“Özellikle her alanda başarılı olup, hiç sesi çıkmayan öğrencilerimi tercih ettim. Hiç konuşmayan öğrencilerimi oyuna dahil ettim. Şunu fark ettim: Sanatla dokunduğum bütün çocuklarımın hayatı çok farklılaşmış.”
Boş İskemle, Hey, Kadınlar Nerdesiniz!, KA TV, Amman Amman Bıktık Vallah, Şişman Prenses Uyandı, Bu Oyun Engellenemez Filiz Kayalı’nın yazıp sahnelediği oyunlar. Ayrıca metinleri yazdığı “İstanbul Sözleşmesi Bizim” sokak performansları, en son Burhaniye’de Feminist Festival’de seyirciyle buluştu. Onunla nasıl yazdığını, yazının hayatı dönüştürme gücünü konuştuk.

Bu Oyun Engellenemez adlı bir oyununuzun haberini okudum basında… Bu oyunla mı başladı oyun yazma süreciniz?
Yok. 2006 yılında edebiyat ve ilgilendiğim diğer sanat alanlarına vakit ayırmak ve kendimi geliştirmek için emekli oldum. Yazmaya ve okumaya verdim kendimi. Burhaniye Öykü Atölyesi’ni 2003 yılında Ayşen Görelili Kaypak, Saide Günaltay ve ben başlattık. 2006 yılından sonra Filiz Engin’le birlikte daha geniş kapsamlı bir duyuru yapıp Burhaniye’deki herkesin katılabileceğini açıkladık. Ayşen ve Filiz yaşam koşulları içinde çeşitli nedenlerle atölyeden ayrıldı. Ben Burhaniye’de öykü atölyesinde devam ettim.
Burhaniye Öykü Atölyesi’nde üç dört kadın her hafta toplanıp öyküler okuyor ve tartışıyorduk. Sonra bakış açımız gelişti, değişti. Okula gidememiş, ev kadını olup kendini kapatmış, içindeki yaratıcılıktan haberi olmayan, bunu henüz keşfetmemiş çok kadın olduğunu düşündüğümden, herkese yaydık. Bir öyküye karar verip onu okuyor, üzerinde konuşuyorduk.
Doğru ya da yanlış demeden, sadece duygusunu anlamaya çalışarak bir ustanın öyküsünü okumak çok önemliydi benim için. Çok güzel ilerledik. Ben babaevine, Çandarlı’ya taşındım. Şu anda baştan beri yanımızda olan Mine Beşorak, Makbule Şenol atölyeyi devam ettiriyor.
Güldünya Tören bende kaldı
İlk oyunun yazılma sürecini anlatır mısınız?
Güldünya’nın öldürülüşünü izledim haberlerde. Haber bitti, diziler başladı… Televizyon bambaşka konularla sürdürdü yayını ama benim içimde Güldünya kaldı. Şiddet oldum olası çok rahatsız ediyordu beni. Kadın cinayetleri artmıştı toplumda. Henüz öğretmenken, 2002 yılında çocuğuma şiddet uygulanmıştı okulda. Öğretmeniyle konuşmaya gittiğimde “Mümkün değil, ben çok severim onu. Çok başarılı bir çocuk. Nasıl olabilir” dedi öğretmen. Adam şiddeti o kadar içselleştirmiş ki, yaptığının şiddet olduğunun farkında değildi. Bana çok ilginç gelmişti ve “Şiddete Farkındalık” diye bir proje yazmama esin kaynağı oldu. O zamanlar 657’li bir öğretmen olarak çalışıyordum ve sınırlıydım.
Güldünya’nın cinayetiyle beraber o projeyi hatırladım ve geliştirdim. 25 Kasım için Burhaniye Belediyesi Kent Konseyi Kadın Meclisi bir projeye ihtiyaç duyuyordu. Benim projem hazırdı. Hemen öykü atölyesindeki arkadaşlarla paylaştım. Onlar onay verdiler. Proje belediyeye sunuldu ve kabul edildi. İçeriği şuydu: şiddete o kadar içselleşmişti ki biz bile zaman zaman uyguluyorduk ve bunun farkında değildik. Bunu göstermek için sanatın gücünden faydalanmalıydık ve bir oyun sahneye koymaya karar verdik. Hemşirelik eğitimi aldığım için psikiyatri derslerine de giriyordum. Bu konularda bir birikimim vardı. Boş İskemle diye bir psikoterapi tekniği vardır. İlk oyunumu arkadaşlarımın gazetelerden topladığı şiddet olaylarının arasından seçtiğimiz haberler ve bize yaşadıklarını anlatanların anlattıklarını oyunlaştırarak yazdım. Şiddet ile ilgili bir çalışma yaptığımızı Burhaniye’ye duyurduk ve ben bir hafta boyunca sayısız insanla görüştüm. Arayıp, görüşmek istiyorlardı ama kimse görünmek istemiyordu.
Dinlediğim hikâyelere inanamadım. Yanı başımızdaki insanlardı bunlar. Topladığım öyküleri oyunlaştıracağımı bildikleri için geldiler ve paylaşmak istediler. Kişilerin isimlerini, mesleklerini, çocuk sayılarını değiştirerek yazdım. Öyküleri Öykü Atölyesi’nde okuduk ve bunların içinden altı tane öykü seçtik. 25 Kasım’a yetiştirdik.
Oyunda kadınlar, sandalyede oturup, hikâyelerini anlatıyorlar ve anlattıkça dönüşüyorlar ve sonra o sandalyeye şiddet uygulayanları oturtuyorlar. Birkaç yıl boyunca üst üste oynandı. Antalya KESK oyuncuları birkaç sene önce yine oynadılar ve deprem sonrası, depremzedeler yararına bilet satılarak da oynatıldı.
Boş iskemleden sonra bir talep oluştu ve Burhaniye Öykü Atölyesi olarak ikinci oyunu koyduk ortaya… Atölye olarak diyorum, herkesin bir katkısı vardır yazılanlara… Ben senaryoyu yazar, atölyedeki arkadaşlarım için çoğaltır, hepsine veririm. Sonra bir araya geliriz ve değerlendirirler. Eğer içlerinden biri “Ben bu oyunun Burhaniye Öykü Atölyesi adına oynanmasını şu nedenlerle istemiyorum” dediği anda, bunu dikkate alırım. Çünkü birlikte yol yürümek çok değerli benim için.

Atölyede konuşulan duygular dışarı çıkmaz
Burhaniye Öykü Atölyesi’nin ilkeleri neler?
Oraya gelen, merhaba diyen herkes atölyenin kadınıdır. İlk kural atölyede paylaşılan bir duygu, dışarıda hiç kimseyle paylaşılmayacak. İki, şiddete asla geçit vermiyoruz. Ne kadın ne çocuk ne devlet şiddeti! Hiçbir türüne geçit vermiyoruz. Taraflıyız ve ezilenin yanındayız. Atölyeye o gün konuşulacak öyküyü okuyup gelmek ya da okumadan gelip konuşmaları dinlemek mümkün.
Öykü atölyesinde kolektif üretim nasıl yapılıyor?
Bir projeye başladığımızda arkadaşlar fikirlerini sunuyorlar ama karar verildiğinde, “Senin yazın güzel” deyip oyuna çevirme işini bana bırakıyorlar. Oyunlaştıran Filiz Kayalı diye belirtiyoruz. Yaşanmış öykülerde öyküyü derleyenin ismi de yer alıyor, yaşayan gizli tutuluyor elbette.
Basılı bir yayınınız var mı? Yazarlar hep kitap olup rafa konmak isterler bir yandan… Sanatçı egosunu azıcık rahatsız etmiyor mu sadece sahnede kalmak?
Sanatçı derken beni mi kastettiniz? (Gülüşmeler) Çok başındayım. Sanatçılara ayıp olmaz mı? Böyle bir egom olmadı hiç. Çocuk masalları yazıyorum yıllardır.
Masallar aslında yetişkinler içindir. Ben ise çocuklar için masallar yazıyorum. 10 yaş ve üzeri çocuklar için de masal tadında öyküler kaleme alıyorum. Hepsini “torunuma” diye açtığım bir dosyada topluyorum.
2006 yılında Simge ve Onur yayınevleri dosyamı kabul etmişti ama imza atmadan vazgeçtim. Çünkü yazdıklarım basılırsa ileride okurken utanırım diye düşündüm, kendimi yeterli bulmamıştım. Şimdi pişman değilim; doğru bir karar verdiğime inanıyorum. Yıllar içinde kendimi geliştirdim, öğrenmeye devam ediyorum. Zamanı geldiğinde yayımlanacaklarından eminim. Ama para verip kitap bastırmam; bu da benim ilkem.

Sanat insanlara parayla ulaşmamalı
Yazdığınız başka şeyler var mı? Roman, şiir vb.?
Bir çocuk romanı yazdım. Ayrıca şiir denemez ama zaman zaman duygularımı şiir formatında yazıyorum.
Oyunlar genellikle ücretsiz mi izleniyor? Telif almıyor musunuz yazdıklarınızdan?
Sanat insanlara parayla ulaşmamalı. Ben telif istemiyorum. Yeter ki ücretsiz oynansın. Sadece depremden sonra telefon edip benden parayla oynanması için izin aldılar. Ben de “Çok mutlu olurum, tabii ki” dedim.
Yazmak egonun yüksek hallerinden biri. Bunu kolektife dönüştürmeyi nasıl başarıyorsunuz?
Yazmak ve okumak o kadar keyifli bir süreç ki, insanı o kadar zenginleştiriyor ki… Ben bu güzelliği herkesin yaşamasını istiyorum. Bu değiştiriyor ve dönüştürüyor insanı. Ben değiştim ve dönüşüyorum.
Yazmak insanı dönüştürüyor dediniz. Sizi nasıl değiştirdi?
Bir yerde okumuştum: “Söz özgürdür, yazı kalıcıdır.” Yirmili yaşlarımdan beri günlük tutuyorum. Her gün yazmasam da bazen ayda bir, bazen de üst üste birkaç gün yazıyorum. Geri dönüp okuduğumda hem kendimi görüyorum hem de değişimimi fark ediyorum. Bazen çok gülüyorum, bazen şaşırıyorum “bu duyguları ben mi yaşamışım” diye. Bu haliyle yazmak, insanın kendisine yaptığı bir yolculuk gibi. İster istemez kendini sorguluyor ve dönüşüyorsun.
Geçenlerde tesadüfen geçen yılın 10 Ekim tarihli günlüğümü açtım. O sayfalarda annemle ilgili yazdıklarımı görmek bana çok iyi geldi. Annemi altı ay önce sonsuzluğa uğurladık; yazdıklarımı okumak yas sürecinde içimi ısıttı, bana şifa oldu.
Biz küçükken kız çocuğu olduğumuz için baskıyı çok net hissederdik. Tek bir yanlış yaptığımızda büyüklerimiz tüm doğrularımızı silip “Sen kötü kızsın” derdi. Bu yüzden biz de kendimize acımasız davranırız; hâlâ tek bir yanlış yaptığımızda “Ben çok aptalım, kötüyüm, affedilmezim” diye kendimizi lanetleriz. Ama yaşadıklarımızı yazarken samimi olursak olayları objektif görebiliyoruz. O zaman “Burada yanlış yapmışım ama sadece burada” diyerek kendimizi toptan kötü görmüyoruz. Bu da dönüştürüyor, insanı yumuşatıyor.
Yazı, psikolojide de bir tedavi yöntemi olarak kullanılıyor. Her gün olmasa da yaşadıklarını yazmak insana çok iyi geliyor.
Yazmak kendinize iyilik yapmaktır
Hayatın zorluklarıyla ağır hayatlar yaşayan kadınlarla her gün birlikte nefes alıyoruz. Vakitleri yok, problemleri çok… Onlara da oku ya da yaz der misiniz?
Evet. Ne olursa olsun derim. Benim üç erkek çocuğum var. Ev işleri yaparken, çocuğumu emzirirken elimden kitap hiç düşmedi. Bizler çok zor koşullarda yazıyoruz zaten. Ben çevremdeki arkadaşlar “Ne zaman yazacağım” dediğinde, “Kendin için bu iyiliği yap” diyorum. Arkadaşlarıma küçük not defterleri, kalemler hediye ederim. “Ne olursa olsun, hiç olmazsa bir anlık bir duygunu yaz” derim. Gerçekten çok iyi geliyor insana. “Günlük not gibi yazın, noktaya virgüle bakmayın” diyorum. “Güzel oldu, çirkin oldu demeyin. Onlar size ait. Sizin ürettikleriniz. Eğer geliştirmek isterseniz size destek olurum. Neler okumanız gerektiği, nerelere başvurmanız gerektiği konusunda size yardımcı olabilirim” diyorum.
Sitemizin okurları arasındaki işçi kadınlara önce ne söylemek istersiniz?
Sınıfsal mücadeleye karşı değilim; elbette çok önemli. Sizin de bildiğiniz gibi patriyarkal bir sistem var ve bununla başa çıkmak çok ciddi bir problem. Kendini solda tanımlayan erkekler bile patriyarkal sistemin taşıyıcısı gibi davranıyor. Bir yanlışı gördüğümde söylemekten yanayım ve gördüğüm gerçekleri dile getiriyorum. Oyunlarımda da bunu yapıyorum yani işçi kadınların mücadelesini gördükçe içim ağlıyor. Çok zor koşullarda çalıştıklarını biliyorum ve bu arada kadınlar acımasızlıkların odağında bir kitle. İş kaybetme riski var. Emek sömürüsü var. İşten atılma tehdidi bir şiddet aracı olmuş. Bununla susturuluyor insanlar. Söyleyebileceğim tek şey mücadeleye devam. Değerlerinden vazgeçmesinler. Onlar gibi düşünen güzel insanlar çok var.
İnsanlar öykülerini anlatmak istiyor
Annelik, eş olmak, kötü iş koşulları… Bunların arkasında saklanmış bir kimlikleri var kadınların.
Bunu çok net gözlemliyorum kadınlarda. Arkasında kaybetme korkusu var. İşlerini kaybetmekten, çocuklarını kaybetmekten, çocuklarının saygısını kaybetmekten korkuyorlar. Yanlış bir mesaj vermekten korkuyorlar ama bilgi sanırım her şeyin çözümü. Bilinçlendikçe insanların duruşu değişiyor. Değişmeye açılıyor: Ben buyum, yanlış da yapabilirim diyebilmek özgürleştiriyor insanı. Yanlış yapmak çok önemli bir şeymiş gibi kafasına kakılıyor insanların. Özellikle de kız çocuklarının.

Konuşmaya başlamak da bir adım. Öyküleri zaman zaman siz bulsanız da, onlar da sizi buluyor gibi görünüyor…
Oyunlar sahnelendikten sonra mutlaka biri beni çevirir ve konuşmak ister. Ben de hikâyelerini dinlerim. Aman Aman Bıktık Valla sahnelendikten sonra biri benimle konuşmak istedi. “Herkesi yazdınız ama bizi yazmadınız” dedi. Siz kimsiniz diye sorunca Burhaniye’deki Zihinsel Engelliler Derneği’nin başkanı olduğunu öğrendim. Hiç bilmediğim bir alandı ve bunu söyledim kendisine… Sonuçta bunu anlamak istedim ve bir günümü onlarla geçirdim. Benzer derneklerin üyeleriyle görüştüm ve bir aileyle evde kahvaltıdan akşam yemeğine kadar birlikte olduk. Bu Oyun Engellenemez böyle yazıldı. Konuşmak istiyorlar, dinliyorum ve bir külliyat oluşuyor.
Burhaniye Öykü Atölyesi ile vedalaştıktan sonra neler yaptınız? Çandarlı Yazı Bahçesi nedir?
Eşimle, 2023 yılında Çandarlı’ya döndük. Burada 2020’de yazı atölyesini kurmuş olan Özlem Gökçekaya ile yolum kesişti. İki yıl boyunca Özlem’in kurduğu atölyeyi takip ettim. Bu arada Çandarlı’da Pitane Kolektif kuruldu. Kolektif tüm sanat dallarında ücretsiz ve herkese açık etkinlikler yapmaya başladı. Ben de kuruluşundan beri içindeyim. Özlem aynı zamanda bu alanda da şahane bir organizatör; yaz döneminde Pitane Kolektif “Açık Okul” başlattı. Her pazartesi farklı bir alanda bilgisi olan kişiler ücretsiz olarak halkla paylaşım yapıyor.
Mayıs ayında Pitane Kollektif’ten Özlem Gökçekaya, Fevzi Akkoç ve Elif Türk evime ziyarete geldiler ve bana yazı atölyesi açmamı teklif ettiler. Ben kendimi “atölye açacak kadar yetkin” görmedim ama evimin bahçesini yazı çalışmaları için açabileceğimi söyledim. Böylece tamamen bilgi paylaşımına dayalı yazma çalışmaları başladı. Grubumuzda lider yok. Herkes aylık çalışma programından bir konu seçiyor, sırası gelen kişi kendi yöntemleriyle sunum hazırlıyor ve o günün yönetimini üstleniyor. Çalışma programı ise grupta konuşularak, ihtiyaçlar doğrultusunda ortak onayla yapılıyor.
Okullardaki ders gibi değil; özgün ve paylaşımcı bir anlatı söz konusu. Grubumuzda ODTÜ’de yazı-kurmaca dersi vermiş emekli akademisyen Aylin Graves, çevirmen Fevzi Akkoç, senarist ve sanatçı Özlem Gökçekaya gibi alanda profesyonel kişiler var ama çalışmalar eşitlik ve saygı ilkeleriyle sürüyor. Kimse kimseye müdahale etmiyor, bilmediği konularda ahkâm kesmiyor. “Bunu bilmiyorum, araştırıp gelelim” deniyor.
Yazı Bahçesi’nde her hafta konuyu anlatanın önerdiği tema üzerine öykü yazıyoruz. Yazmak isteyen herkes katılabilir. Eylül ayında bir fanzin çıkardık ve artık her ay düzenli olarak Yazı Bahçesi Fanzini yayımlamayı sürdüreceğiz. Katılımcıların mutlu ayrıldığı, paylaşım ve üretimin iç içe geçtiği bir ortam oluştu.