O kadar çok temizlik işinde çalıştı ki. Muazzam bir iş yükünü sırtlanıyordu. Başkalarının sağlığını ve refahını düşünmek, bir evi tepeden tırnağa elden geçirmek durumundaydı. Zorluklarla mesleğini sürdüren Hülya’nın şimdi işyeri değişti. O artık ilköğretim okullarından birinde çalışıyor. Yer Eskişehir. Bir temizlikçi kadının hayatı nasıldır, hepimiz tahmin edebiliyoruz. Hülya, okulun kenar köşe her yerinde koşturuyor, süpürüyor, siliyor. Evindeki bütün işleri bitirdikten sonra haftanın her iş günü okul koridorları, sınıflar onu bekliyor. İlk yıllarda temizlik ürünlerini kullandıktan sonra öksürüyor, bazen de çamaşır suyunun kokusundan nefes alamaz hale geliyordu. Gündelik kirler temizlendikten sonra devamı da var, şöyle diyor; “Bir temizlenen yeri ikinci kez tekrar silmek gerekiyor. Çocuklar olunca kirlilik eksik olmuyor.” Koskoca okulda tek başına, toplam iş yükünün farkında. Bazen bel ağrıları yaşasa da sıkı bir performansla çalışıyor. Okulun 3 kocaman katı O’na emanet. Koridorların zeminlerini orijinal parlaklığına döndürmek için harcadığı çaba o kadar büyük ki…
Kattan kata koşmak
Tuvaletleri daha fazla ovalamak zorundaydı. Sürekli ayakları ıslanıyordu, cam silerken risk alıyordu. Diğer yandan meslek hastalığı da çok. Hülya’nın şişmiş bacakları, uzun süren çalışmanın izlerini taşıyor. Saatlerce ayakta duruyor çünkü. Her yerde silinecek birçok oda, merdiven ve okul malzemesi var. Sınıflardaki sandalyeleri, masaları tozdan arındırmak da cabası. Hülya, günün önemli bir bölümünde ıslak bezlerle ve paspasla haşır neşir. Yöneticilere çay ve kahve pişirdiği mutfağı da özenle temizliyor. Günde 8-9 saat yerleri silmek, klozetleri fırçalamak, kattan kata koşmak durumunda. Neden bu kadar yorgun, dinlenemiyor mu? Yanıtı dikkat çekiyor; “Çünkü okulda tek işçi benim. 3 kişilik işi yapıyorum. Sadece buralar değil, okulun bahçesini de ben süpürmek zorundayım. Evi geçindireyim diye uğraşıyorum, başka çarem yok ki.” Hülya adeta tek kişilik dev kadro. Yaptıklarına, o inanılmaz emeğine şapka çıkarmamak mümkün değil. Öğretim yılının başından beri dönüp duruyor ve tamamen aynı görevleri yapıyor.
“Bazen insanın gücü dayanmıyor”
Okuldaki bir çalışma günü nasıl geçiyor, anlatıyor; “İşe başlamam sabah 8. Giderim ve hemen bahçeye koşarım. Çok büyük bir alan var. Yerleri, bahçe merdivenlerini ve çevresini temizlerim. Sonra yapraklar. Bazen 1 saat alır onları süpürmek. Çünkü yaprak dökümü zamanı. Kimi zaman 2 saati bile geçer. Her gün ilk rutinim bu. Sonra katlara geçerim. Bütün koridorların paspas işi bende. Arkasından sınıflar, öğretmenler odasının temizliği var. Daha sonra idareye giderim. Müdür, müdür yardımcısı odaları… Tabii ki ekstra olarak çocuklar, sınıfa ayran ya da meyve suyu döker. Hemen oraya giderim. Bazen kokudan kusan çocuk olur, haber verirler, gider temizlerim, sınıfı havalandırırım. Hep koşturma. Bazen insanın gücü dayanmıyor. ‘Cumartesi olsa da dinlensem’ diye can atarım. Hastanede hiç kaldınız mı ya da gözlemlediniz mi bilmiyorum ama, oralarda bir odayı 3 kişi temizler. Biri toz alır, biri lavaboları yıkar, öteki de paspas işinde olur. Ama okullarda bütün bu işleri artık tek kişinin üzerine yıkıyorlar.”
Çay ve kahve servisleri
Sadece temizlik de değil. Okul müdürünün misafirleri gelince çayları hazırlayıp ikram eden de Hülya. Kahve saatleri de var. Pişirip götürüyor, ardından bulaşıkları yıkıyor. Bir temizlikçi sürekli “neresi kirlendi acaba” diye düşünür. O da öyle. Ama küçük çocukların olduğu yerde kafasını çevirdiği anda eli toz bezine gidiyor. Merdivenlerden de çok yakınıyor. Bu konuda şunları paylaşıyor. “Merdivenleri tek tek süpürmek ve silmek zorundayım. Çünkü çocuklar teneffüslerde yediklerini yerlere atar. Süt kutusunu patlatan olur, su şişeleriyle yarış yaparlar. Arkalarından eski haline getirmek benim işim. Tuvaletleri her teneffüs dolaşırım. Öğrenciler saat 3 gibi çıkarlar. Hemen sınıfları süpürür, çöplerini alır, sonra paspaslarım.”
Bu kadar ağır mesainin meslek hastalığı olmaz mı? Var elbette. Şunu söylüyor; “Bizim işte fıtık ve omuz problemleri erken yaşta başlıyor.”
“Üvey baba ile bir hayat geçirmek istemedim”
Çocukluğu Eskişehir’de geçmiş. Okutmamışlar. Annesi engelliymiş. “Zor yürürdü” diyor. 16 yaşından itibaren her işte çalışmış. “Hatta garsonluk bile yaptım” diyor. “Kızlara göre değil” diye okutmuyorlar ama garsonluğa bir itirazları olmuyor, o da ilginç. O dönemleri şöyle anlamlandırıyor; “Çocukluğumda birçok değişiklik oldu. Annemle babam ayrıldı. Ben babamla kaldım, çünkü annem evlenmişti. Üvey baba ile bir hayat geçirmek istemedim. Babam bize hiç karışmazdı.” Bu ayrılık yaşandığında 12 yaşındaymış. Bir de kardeşi var Hülya’nın. Kum ocaklarında işçi olarak çalışan babası bakarmış eve. Tabii kazanç yetmediği için de çocuklar küçükken işe yerleştirilmiş. Okuldan neden uzak bırakıldığını yorumluyor; “Beni, tabii kız olduğum için okutmadılar. Maddi olarak bir de. Eskiden 5. sınıftan sonra kız çocuklarının okul hayatı biterdi. Kuran kursuna yollanırlardı 1 sene. Sonra 15 yaşında marketlerde çalıştım. Garsonluk yaptım ama hiçbirinde sigorta kaydım olmadı.”
Küçük yaşta evin sorumluluğu
Çocukluğuna yine dönüyor; “Giyimlerimiz mahalle nasıl giyinirse oydu. Bizim çocukluğumuzda bugünkü gibi değildi Eskişehir, tutucu bir yerdi. Askılı giymeyi bırakın, japone kollu dahi giydirmezlerdi. Etek boyu diz altı olurdu. Biraz kısa görseler laf söz gelirdi.” Yaşadığı çevrede ebeveyn ayrılıklarında kız çocuklarının tavırları daha çok laf konusu olup göze batarmış. Hal böyleyken çocukken işe girip eve ekmek getirmeleri de şart koşuluyor. Babasının çalışmadığı dönemlerde 15 yaşında kazandığı yevmiyesiyle hayatı sürdürmenin hayli zor olduğundan yakınıyor. Çok küçük yaşta evin sorumluluğunu almış Hülya.
Anneyle yıllar sonra
Babasının işi her zaman olmamış. Çoğunda da hastalıkları nedeniyle çalışamamış. “Babam önceleri hastalıklarla boğuşuyordu ondan dolayı işe giremiyordu. Hastalığı geçince de bu kez elden ayaktan düştü, yaşlandı. O nedenle çoğu kez işsizdi. Eşim olacak kişiyle tanıştım, onunla fikirlerimiz uyuştu. Evlenmeye karar verdik. Ama en önemlisi yaşlı babamla aynı evde yaşamamızı kabul etmesiydi. O’na bakmaya karşı çıkmayınca evlendim. Çünkü ben bırakırsam ortada kalacaktı.” Annesi hiç ilgilenmemiş. Bir araya gelmemişler yıllarca. “Daha sonra görüştük ama çok soğuktuk ikimiz de. O nedenle kestik görüşmeyi” diyor. 2. eşinden 1 kızı varmış. Üvey kardeşi ile de görüşme olanağı bulamamış.
Dantel örüp sattı
Evlenince peş peşe iki doğum yapmış. 2 kızı olmuş. Hülya çocuklarını yetiştirirken maddi olarak zorlanmış. Bu zorlu süreci paylaşıyor; “Küçükken anlamıyorsun ama çocuklar büyüdükçe her masraf kat kat artıyor. Kızlarımı okuturken çok güçlük yaşadım. Eşimin geliri yetmiyordu. Onların eğitimine katkı için önce dantel örüp satmaya başladım. Baktım dantel parası çok az, apartmanların merdivenlerini silmeye başladım. O da yetmeyince tek çarem kaldı, ev temizliklerine gitmek. Sigorta yok tabii ki. En son evimde çocuk baktım. Hem kendi çocuklarımın bakımını rahat yapıyordum hem de aylık belli bir kazancım oldu.”
Uzun yıllar sonra ilk sigorta
En çok hayıflandığı, yıllarca sigortasız çalıştırılması. Bu konuyu önemsediği için özellikle konuşmak istiyor; “Ne kadar önemli olabileceğini hiç düşünemedim sosyal güvencenin. Kimse de anlatmadı. 33 yaşımda oğlum dünyaya geldi. Bakacak kimse yok. Kızlarım okula gidiyor. Oğlum 4 yaşına gelince borcumuz arttı. İlk defa bir özel üniversitede temizlikçi olarak işe başladım. 6 aylıktı süre. İşi verenler ‘iyi çalışırsan kalırsın, kadroya geçersin’ diye hep kandırdılar. Oradaki işim bitti. Bir ilkokula başvurdum, 9 ay da o devam etti. Yine işsiz kaldım. Oğlum 1. sınıfa başlayacaktı. Gittim okul müdürüne. ‘Benim işe ihtiyacım var. Oğluma bakacak kimse yok. Eleman lazımsa geleyim’ dedim. O da ‘gel başla, okul aile birliğinden ödemeni yaparlar’ dedi. 4 aylık sözleşme ile işe başladım. O yıl taşeron çalışanlara kadro geldi. İlk defa yüzüm güldü, çünkü uzun yıllar sonra ilk sigortaya geçmiştim, kadrolu olmuştum. 7 yıldır okulda kadrolu çalışıyorum. Ama şu sorun var. Benim gibi çocuklarını büyütüp çok geç yaşta sigortalı olan kadınlar önümüzdeki yılları sayamıyoruz bile. Bizler neden doğum borçlanmasından mahrumuz?”
“Doğum borçlanmasından yararlanamıyoruz!”
47 yaşındaki Hülya EYT’den (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) birçok kadının emekli olduğunu görünce kahroldu. “Sigortam olsaydı, şimdi ben de emekliydim” diyor. Kendisinin mağduriyetini herkesin duymasını istiyor. “Birçok kadın, ‘doğum borçlanması’ yapıp emekli oldu, ben olamadım. Çünkü birçok yerde sigortam yapılmadı. Sigortam olsaydı, şimdi ben de emekli olacaktım. Temizlikçi kadınların çoğu bu konuda mağdur. Devletin benim gibi, çocuklarını büyütüp geç yaşta iş hayatına atılan kadınlara ‘doğum borçlanma’ hakkı vermesi en büyük isteğim. Biliyorsunuz bir kadının doğum borçlanması yapabilmesi için, doğumdan önce sigortalı olarak çalışıyor olması şartı var. Sigortalılık öncesi doğumlar borçlandırılamıyor maalesef. Haberinizde bunu da yazarsanız çok sevinirim.”
Tek hayat felsefesi var, çocuklarını okutmak. Ömrü okulları temizleyerek geçti. Yaptığı işlere ne kattığı, akıttığı terlerinde ve gülümsemesinde yazılı. Güvencesiz olduğu için her zaman işten atılma korkusuyla yaşamak zorundaydı. Tam 30 yıl sonra kaydı yapılınca o kadar sevinç yaşadı ki. Bütün bunları deneyimleyen Hülya’nın doğum borçlanması en büyük hakkı!