“Bizi hayvanlardan ve çuvallardan farklı görmüyorlar!”

Siverek’te, insan taşımanın yasak olduğu açık kasa kamyonlarla hiçbir güvenlik önlemi olmaksızın taşınan, iş yolundaki kazalarda sakatlanan tarım işçisi kadınlar ve yakınları ile konuştuk.
Siverekli tarım işçisi kadınlar anlatıyor 1
Paylaş:

Geçtiğimiz 20 Ekim günü, haber sitelerine art arda iki haber düştü. Önce “Siverek’te tarım işçileri kaza yaptı: 20 yaralı” haberi geçildi, ardından da “Niğde’de tarım işçilerini taşıyan minibüs devrildi: 15 yaralı” şeklinde başka bir haber… Haberlerin içerisinde araçların kaza yaptığı güzergâh bilgileri, kaza saati, şoför isimlerinin baş harfleri, yaralanan işçi sayısı, yaralıların taşındığı hastanelerin isimleri gibi bilgilere yer verildi. Haberi okuyan açısından, sıradan 5N1K kuralı* yerli yerindeydi.

Ancak bazı haberlerin gerçek anlamını, yaşamdaki gerçek karşılığını görmek, sıradan 5N1K kurallı haberlerle mümkün değildir. Hele de bu haberleri yazan kalemler patron yanlısı ve cinsiyet körü ise; bu haberler, işçilerin yaşamlarının değersizleştirilmesini de aynı haber dilleri gibi sıradan hale getirir. İşçiler baş harfleri kadar dikkat çeker, ölenlerin ya da yaralananların sayıları anlamsızlaşır.

Siverek’in, her yanına güvercinlerin tünediği minik otogarında, çok erken saatte geldiğim için gün doğumunu izlediğim sırada bunlar geçiyordu aklımdan. Bu kazayı geçiren kadınlar ve yakınları ile buluşacak; onlardan, “trafik kazası” olarak minik haberlere sığdırılan bu kazanın yaşamlarında neye yol açtığını öğrenecektim.

“Kadına değer verilmiyor”

Seher’in evi, eski Siverek evlerinin hemen karşısındaydı. Güler yüzle karşıladı ama tavırlarında bir donukluk vardı. “Kazada kafamdan darbe aldım. O günden beri bazen donup kalıyorum, sürekli bir şeyleri unutuyorum” diyor Seher. Bir yandan da kahvaltı hazırlamaya girişiyor.

İkisi kız, ikisi oğlan toplam dört çocuğu var Seher’in. 32 yaşında. Çocukken evlendirilmiş. Ancak kocası tutuklanınca dört çocukla tek başına kalmış. Eşi, altı yıl tutuklu kalınca, çocuklarına hem anne hem baba olmuş. Seher, sürekli çalışmak zorunda kaldığını anlatıyor. Tabii bunlar kahvaltı ederken ayaküstü sohbetlerimizden… Daha sonrasında tüm bunları ayrıntılı şekilde konuşacaktık zaten.

Kazanın haberlerine birlikte bakıyoruz Seher’le. Hem akrabası hem de en yakın dostu olan Perihan Göreli’nin öldüğünü söylemiyordu haberler. Oysa Perihan, ambulansın geç gelmesinden ve orada bekleyip hastaneye geç gitmesinden kaynaklı olay yerinde yaşamını yitirmişti. Hem de Perihan’ın 13 yaşındaki biricik kızının da yanında olduğunu, tarlada çalışmak zorunda olanlar içinde çocuk işçilerin de olduğunu, çocuğun yaralandığını da yazmamıştı bu haberler. Bu haberin yazmadığı başka bir ayrıntı da, yine aynı araçta bulunan başka bir kadının da felçli kaldığı, bir daha yürüyemeyeceği ve hayatının sonuna dek bakıma muhtaç halde kalacağıydı. Ayrıca araçta olan ve yaralanan tüm işçilerin kadın ve çocuk olduğu, hiçbirinin sigortasının olmadığı ve uzun çalışma saatlerine karşılık 300 lira aldıkları da yazmıyordu bu haberlerde.

En önemlisi, kadınların ölüme sürüklendiği bu kazada servis olarak kullanılan aracın; aslında hayvan ve mal taşımacılığında kullanılan ve resmi olarak insan taşıması yasak olan kamyonet ve pikap tarzı araç olduğu… Bu araçların daha ucuz olduğu için tarla sahipleri ve elçiler tarafından seçildiği bilgisi de bu haberlerde yer almıyordu. “Kadına değer verilmiyor. Hayvan ya da malmışız gibi, onları taşıdıkları arabalarla bizi taşıyorlar. Korktuğumuzu bile bile hem de” diyor Seher.

“Tarla sahibi ‘sen kilolusun’ diye kadına bağırıp yarım yevmiyesini vermedi”

Kısa sohbetin ardından eski Siverek evlerinin sıralandığı dar sokaklardan geçerek, geniş avlusunda inek ahırının olduğu bir evde, avluya sandalye atarak oturuyoruz. Burası, tarım işçisi genç bir kadın olan Helin’in kaldığı ev. Yaşlanana dek tarım işçisi olarak çalışan ama artık eli kolu tutmayınca torun bakıp evden peksimet türü besinler üretip eve ‘katkı’ sağlamaya çalışan Makbule de sohbetimize dahil oluyor. Haberlerde en fazla sayı olarak anılan kadın işçilerin zorlu yaşamlarını konuşuyoruz.

İlk olarak Seher’i dinliyoruz: “Ben 32 yaşındayım. Baba evinde iken, 8-9 yaşlarında ailemle birlikte pamukta çalışmaya başladım. O zamandan bu yana hep çalıştım. Ben daha 14 yaşındayken annem vefat etti. Çalışmaya devam ettim. 17 yaşına gelince de evlendirdiler beni. Evlenince dedim ki belki rahat ederim. Baba evinde çok çektim, daha mutlu olurum evlenirsem diye düşündüm. Art arda dört çocuğum oldu, en küçük çocuğum 1,5 yaşındayken kocam hapse girdi. Çalışmaya daha çok mecbur kaldım. Daha çok zorluk, rezillik çektim. Kocam hapishaneye ilk girdiği zaman ben yıkıldım. Sinir krizleri geçiriyordum, sürekli bayılıyordum. Ailem biraz destek çıkınca kendimi biraz toparladım. Çünkü çocuklarım vardı.”

Eşinin tutukluluk durumunu kabullendikten sonra, Malatya’ya, akrabalarının yanına giden Seher, burada mevsimlik tarım işçiliği yapmaya başlıyor. O sırada henüz sırasıyla 9, 7 ve 6 yaşlarında olan çocuklarıyla birlikte kayısı bahçelerinde, fabrikalarında çalışıyor. Bu sırada eşinin görüşüne giderken yol parası bulmakta, çocuklar hastalanınca tedavi ettirmekte zorlanıyor ve bunlarla tek başına baş etmeye çalışıyor. Zaman zaman ölmeyi düşünecek aşamalara geliyor. Yeniden Siverek’e döndüğünde yapabileceği tek işin tarla ve bahçe işleri olduğunu bilen Seher hem çocuklarla hem geçim sıkıntısıyla boğuşmaya devam ediyor.

Erkeklere bağıramazlar

“Tarlaya gitmek için sabah 04.30-05.00 gibi kalkmak gerekiyor. Çünkü saat yedide iş başlayacak. Geç kalma şansın yok. Tamam, Siverek’in içi küçük ama tarlaya gittiğimiz yerler uzakta. Diyelim yarım saat geç kaldık. Tarla sahipleri bize demediğini bırakmıyor. Zaten verdiği iki kuruş para, sanki adam tarlayı üzerimize yapmış gibi davranıyor! Sürekli hızlı çalışman için başımızda dikiliyorlar, bağırıp çağırıyorlar, azarlıyorlar insanı. Diyelim, işin bitmesine 2-3 saat kalmış, sen rahatsızlanıyorsun ya, hemen yarım yevmiyeni kesiyor. Ama bunlar insanlık hali, ben gelmişim oraya, hasta da olsam diğer işçileri bekleyeceğim dönmek için. Yok! Azıcık da olsa çalışmadıysan hemen kesiyorlar. Oysa sabah yedide başlıyoruz, akşam en az beşe kadar 10 saat çalışıyoruz biz.”

Seher, tarla sahiplerinin kendilerine sürekli bağırması ve azarlamasının nedeni olarak kadın olmaları olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Tabii ki kadınız diye öyle davranıyorlar. Erkek olsa orada, aynı şekil davranamaz, azarlayamaz. Kendinden daha bir aşağıda görüyorlar seni. Halbuki biz orada, senin işini yapıyoruz. Ben seni işini yapmazsam, senin işin orada kalır. Senin işini yapanlar hep kadınlar. Mesela bir keresinde tarla sahibi geldi, bir kadına bağırdı, ‘sen çok kilolusun’ diye. ‘Sen’ diyor, ‘zaten evinde de iş yapmamışsın, bilmem nereni büyütmüşsün’! Senin ne haddine kadınla öyle konuşmak, utanmıyor musun? Ama konuşuyorlar. Sonra o kadın ve beş kızı adamla kavga etti. İşin bitmesine iki saat kalmış, kalktı kadına yarım yevmiye verdi.”

“Ellerinden gelse soluk almadan çalıştıracaklar”

Geçtiğimiz Kurban Bayramı’ndan önce 240 lira olan yevmiyeleri 300 liraya çıkmış Siverek’teki tarım işçilerinin. “300 lira da hiçbir şeyi kurtarmıyor aslında. Her şey ateş pahası. Yemeğini kendin götürüyorsun. Dönüp eve gittiğinde üstün başın batmış oluyor, onları yıkıyorsun. İllaki kendin de bir duş alman gerekiyor” diyor Seher ve o paranın da kendilerine gününde verilmediğini, 2-3 ay elçinin parayı kendi elinde tuttuğunu söylüyor.

300 lira karşılığında çalışmak zorunda oldukları yerlerde kendilerine suyun bile çok görüldüğünü, hayvan taşınan araçlarda ayakta işe götürülüp getirildiklerini anlatıyor:

“Su bile vermiyorlar kadınlara. Güneşin altında çalışıyorsun ya, insan susamaz mı? Su isteyince ya geç getiriyorlar ya ılık kuyu suyu getiriyorlar ya da benzin gibi kokan su getiriyorlar. İçemiyorsun zaten. Bir de ‘o kadar su içmeyin, çalışamazsınız’ diye su içmemize de karışıyorlar. Ellerinden gelse soluk aldırmadan çalıştıracaklar. Yemeğe oturuyoruz, ‘hadi ne zaman kalkacaksınız?’ diye başımıza dikiliyorlar. Zaten yemek götürdüğümüzde koyacak bir dolap ya da ısıtacak bir ocak da vermiyorlar. Çoğu zaman yemeklerimiz bozuluyor.” “Bizi bu işlere aslında minibüs ya da kapalı servis araçlarıyla götürmeleri gerekiyor. Ama hem minibüsler daha az insan alıyor hem de kamyonet ve pikaplar 200-300 lira daha ucuza götürüp getiriyor işçileri. Elçiler de o yüzden yasak olmasına rağmen kamyonet ya da pikap tutuyor. (‘Servisleri elçiler mi ayarlıyor?’ sorusuna cevaben) Evet, elçiler tutuyor ama aslında tek suçlu onlar değil. Tarla sahipleri, elçiye diyor ki, ‘eğer servisi ucuza getirirsen, senin işçilerini çalıştırırım.’ Elçiler, götürdükleri işçi başına 50 lira alıyorlar, ayrıca bir günde iki yevmiyesi cepte. Bir de servisten kendisi de 100-200 lira artırabilirse, hiç çalışmadan bir günde 2 bin lira para kazanıyor.”

“Bir minibüs alsa alsa 20-25 kişi alır ama kamyonete, pikaba ayakta, üst üste 40-50 işçiyi taşıyabilirsin. Bu pikaplara hayvan yüklerken bile nefes alıp alamadığına bakarsın, öyle yüklersin. Biz on saat çalışmışız, ayağımız belimiz kopmuş, sen bizi hala ayakta iki saatlik yola bu arabalarla gönderiyorsun.”

“Bunu da yaz lütfen…”

Tüm bunları konuştuktan sonra söz, kazanın olduğu güne geliyor. Kaza yapan aracın pikap olduğunu, pazar yerinde kullanıldığını ve aracı kullanıp kaza yapan şoförün ehliyetinin de olmadığını söylüyor Seher. Kazanın olduğu gün, defalarca şoförü ve şoförün yanında kapalı alanda oturan elçiyi, araç hızlı gitmesin diye uyardıklarını söyleyen Seher, şoförün yanından geçen başka bir araçla yarışa girdiğini ve kazanın öyle gerçekleştiğini anlattı. Kaza sonrası bir süre hafıza yitimine uğramış Seher. Kaza sonrası yaşanan hiçbir şeyi anımsamıyor. Hafif yaralanan ve kazayı duyunca hızla olay yerine gelen eşinin anlattıklarından bildiği, ambulansların geç geldiği ve yaralıların orada bekletildiği… İşte henüz 34 yaşında olan Perihan da bu sırada kan kaybından yaşamını yitiriyor.

“Burada kadınlara değer verilmiyor” diyen Seher’in sözleri, akşam karanlık çökünce gezdiğimiz Siverek sokaklarında daha da anlam kazanıyor. -Neredeyse tamamını kadınların oluşturduğu- İşçilerin dönüş saatinde beklediğimiz sadece iki kavşakta, onlarca kamyonet ve pikabın yolcu servisi olarak kullanılmaya devam edildiğini görüyoruz. “Devlet bizim işe gittiğimiz geldiğimiz saati bilmiyor mu? İstese buralara iki tane trafik noktası koyar, bunlara ceza yazar. Şoförler böyle ceza yerse, bir daha kimse tarlaya-bahçeye işçi götürmek istemez. Elçiler de minibüs tutmak zorunda kalır” diyor Seher ve iç çekerek, başka iki kamyoneti gösteriyor bana. Kamyonetlerden birinde koyun taşınıyor birinde de çuvallarla mal. “Yaz” diyor Seher, “Bunu da yaz lütfen, bizi bu hayvanlardan ve çuvallardan farklı görmüyorlar!”

* 5N1K tekniği, “ne, nasıl, neden, nerede, ne zaman ve kim” sorularının cevapları üzerinden bilgi toplama ve bir konuyu araştırmak için kullanılan yöntemdir. Günümüzde gazetecilik, habercilik ve eğitim alanında sıklıkla kullanılır.

Fotoğraflar: Rahime Karvar

Paylaş:

Benzer İçerikler

15 yaşındaki Hilal Özdemir 31 Ağustos Pazar gecesi Boğaziçi Üniversitesi’ndeki düğünde garsonluk yaparken bir erkek tarafından öldürüldü. Çocuk işçi Hilal’in gece çalıştırılması yasaktı.  Feminist öğrenci kadınlar “Kadın ve lgbti+ öğrenciler için erkek şiddetinden uzak kampüsler istiyoruz” taleplerini bir kez daha dile getiriyorlar. 
Onu ölümüyle birlikte tanıdık. Zülfiye’nin yaşamını yitirmesiyle, ‘işçiler neden hâlâ yolda ölüyor’ sorusu bir kez daha gündeme geldi. Kadın işçilerin ölüm nedenleri arasında trafik ve servis kazaları önemli bir yere sahip. Kadın iş cinayetlerinin yüzde 44’ünü trafik ve servis kazalarının oluşturduğunu belirtiyor İş Güvenliği Uzmanı Neşe Değirmenci. Zülfiye Ercan’ın hayatını kaybettiği olayın bir trafik kazası değil, bir iş cinayeti olduğunu özellikle vurguluyor.
Cumhurbaşkanı ve bakanlarının düğününde yer aldığı ZSR Patlayıcı Sanayi Fabrikası ortakları, teşvikler ve vergi indirimleri ile ihya edilirken fabrikada yaşanan patlamada 8’i kadın, 3’ü erkek 11 işçi yaşamını yitirdi. Bu katliamla 2024’te işçi ölümleri iki bine yaklaştı. Her katliamda olduğu gibi yine soruşturma açtı bakanlık, 10 kişi gözaltında. Peki ya öfkemiz?
Siverek’te erkekler, “Bu paraya, bu rezillik çekilmez” diye düşünüyor. Dolayısıyla tarım işçiliğini, bile isteye “kadın işi” diye kodluyor ve “ek gelir” olarak gördükleri için kadınlara bırakıyorlar.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!