20 yıldır çeşitli işlerde çalışan Canan, 61 yaşında. 3 kızı var. Kayınvalidesiyle birlikte yaşıyorlar. 45 yaşında çalışmaya başlamış, temizlik işçiliği, çocuk bakıcılığı, tekstil işçiliği yaptıktan sonra şimdi bir kurumda ofis çalışanı olarak görev yapıyor. Bu son işinde sabah 6’da evden çıkıp iki araçla işine ulaşıyormuş. Akşam ise 5.30’ta işten çıkıyorlarmış. Sabahları toplu ulaşımın yoğun zamanına denk gelmemek için çok erken yola çıktığını anlatıyor Canan: “İşe sabahları çok erken gitmemin bir sebebi de dizlerimden, ayaklarımdan rahatsız olduğumdan oturarak yolculuk yapabilmeyi istediğim için. Yoksa işe giriş saatlerim, mesai saatlerimle ilgili bu saatte geldin, o saatte geldin diye bir sıkıntım yok.”
İşyerinde bir gün perde asarken merdiven kaymış ve ters yöne düşmüş Canan, bu iş kazasından dolayı diz kapaklarındaki kıkırdaklar erimiş. Bundan dolayı yollarda işe gidip gelirken çok yoruluyormuş. 60 yaşından sonra bacaklarından ameliyat olabilirsin demişler, geçen doktora gittiğinde ise iğne tedavisine başlamışlar. “İğne geçici bir çözüm, benim artık ameliyat olmam ve protez takılması lazım” diye anlatıyor Canan.
İlk işe girdiği zamanlar eleman sayısı daha az olduğu için Canan’ın iş yükü çok ağırmış, ağır yük kaldırmayı ve sürekli ayakta olmayı gerektiren işler yapmış. Sonra yıllar içinde çalışan sayısı arttıkça, iş yükü de biraz hafiflemiş. Bir de bu bacak rahatsızlığından dolayı kimi işleri yapmasını talep etmiyorlarmış. Canan’ın emekli olmasına ise bir yıl kalmış, emekli olursa işini kaybetmekten ve geçinememekten korkuyor:
“Son yılım emeklilik için. Son yılımı bitirdiğim zaman emekli olur muyum bilmiyorum. Olursam çalıştırmazlar diye. Korkuyorum. Çünkü kiracıyız, kirada oturuyoruz. Evimiz yok. Eşim emekli. Bir emekli maaşı, iki emekli maaşı sadece kira eder. Gerisi yok.”
Boşanan kızı da yanlarına gelmiş
Canan bir yandan onlarla yaşayan kayınvalidesinin bakımını üstleniyor. Kayınvalidesinin yaşlılık maaşını ise eşinin erkek kardeşi alıyormuş. Bacaklarındaki rahatsızlıktan dolayı özellikle kayınvalidesini yıkarken çok zorlanıyormuş, bu bakım işlerinde ona kimsenin yardımcı olmadığını anlatıyor.
“Ben ona hafta sonları banyo yaptırırken o kadar kötü oluyorum ki. Çok acıyor dizlerim, yürüyemiyorum. Banyoda böyle altıma tabure koyup oturup onu keseliyorum, kalkıyorum. Çok zorluk çekiyorum. Gözlerimden ateş atıyorum. Küçük kızım işe girmeden önce biraz yardım ederdi, şimdi o da çalışıyor, yardım edecek kimse yok.”
Canan’ın bir diğer kızı da boşandıktan sonra oğluyla birlikte onlarla yaşamaya başlamış. Kızı uzun saatler boyunca çalıştığı için eve çok geç geliyormuş, hafta sonu dahi çalışıyormuş. Bu yüzden aslında çamaşır, ütü, temizlik gibi ev işleri genellikle Canan’ın üzerinde. Eşi ise yemeği üstlenmiş ev içi iş bölümünde. “O açıdan şanslıyım” diye anlatıyor bu durumu.
Liseyi bitirdikten sonra evlenmiş Canan. Hemen çocukları olunca çocuğunu birisine emanet edip çalışmak istememiş. 40 yaşına kadar eşinin işleri iyi olduğu için de çalışmayı çok fazla düşünmemiş. Fakat eşinin işleri gittikçe bozulmaya başlayınca ve çocuklar da büyüyünce Canan çalışmaya başlamış. Canan, “yaşına” rağmen bir iş bulabilmeyi beklemiyormuş. “Hiç inanmıyordum bu yaştan sonra iş bulabileceğime, bir işe girebileceğime” diye anlatıyor bu durumu.
İlk önce bir ilkokulda temizlik personeli olarak çalışmaya başlamış. O zamanlar, devletten “Yeşil Kart” kapsamında sağlık giderleri için destek aldığı için sigortasının yapılmasını istememiş. Bir süre okulda çalıştıktan sonra, okul müdürü çocuğuna bakıcılık yapmasını istemiş Canan’dan. Yaklaşık bir yıl, çocuk bakıcılığı yapmış sigortasız olarak. Bu işten çıktıktan sonra, evlerinin altındaki tekstil atölyesinde çalışmaya başlamış. İki sene boyunca bu atölyede kot pantolonlarının düğme basma işinde çalışmış. Burada çalıştığı son aylarda sigortası ödenmiş sadece, eşinin “rica”sından sonra. Sonra bir akrabasının kızından onun yönetici olarak çalıştığı kuruma ofis çalışanı arandığını öğrenmiş, ilk önce “çocuğum küçük, onu evde bırakamam” diye kararsız kalmış. Akrabaları ise ona “45 yaşında sigortalı iş bulmuşsun, Allah’tan daha ne istiyorsun” diye çıkışmışlar. O da düşününce bunun kendisi iyi bir fırsat olduğunu düşünmüş ve 2009’da şuan hala çalıştığı işyerine girmiş.
Bu kurumda işe başladığında ilk iki yıl boyunca maaşları ay başında değil ay sonunda yatırılmış Canan’ın. Kendisine yeterince güvenmedikleri için böyle yaptıklarını düşünmüş: “Herkes bizim kurumumuzda maaşını peşin alır. Ama ben iki yıl boyunca çalışıp maaşımı ay sonunda aldım, başında değil. Sonra bir gün, işte bu bizim yönetici olan akrabamız akşam bizi arabasıyla bırakıyordu. Yolda, “hani şikayet gibi olmasın ama herkes niye öyle alıyor ben niye öyle alıyorum. Ben işe alındığım zaman demiştiniz ki kapıdan girdiğin an 15 yıllık çalışanlarla aynı haklara sahipsin. Böyleyse neden benim maaşım ay sonunda veriliyor?” dedim. Kadının gözleri yerinden fırladı. “Nasıl yani, senin maaşın ayın başında ödenmiyor mu? Neden bunu şimdiye kadar bana söylemedin” dedi.”
Şimdilerde bir ofiste çalışıyor
Bir dönem işten atılma tehlikesiyle de karşı karşıya kalmış fakat çalışma arkadaşları Canan’ın işten çıkarılmasına karşı çıkmış: “Ben de işten çıkarılma aşamasına geldim. Sonra bizim çalıştığımız kurumlardaki çalışanlar tepki gösterdiler. Hani öbürlerinin maaşı yüksekti diye çıkardınız, Canan’ı neden çıkarıyorsunuz dediler. Hiç olmazsa geliyoruz ofiste biri var, her şeyi biliyor. Sizin hiçbiriniz ofisle ilgili bir şey bilmiyor. Bir telefon çalsa açan yok. Canan’ı çıkarmayacaksınız diye ağırlıklarını koydular. Yönetime mailler falan attılar çıkarmayın diye. Onlar sayesinde kaldım.”
Canan’ın pozisyonuna alınan ikinci kişi üniversite mezunu genç bir kadınmış. Hem bu yeni alınan ofis çalışanı hem de diğer yeni başlayan çalışanlar sürekli yapılacak işlerle ilgili Canan’a danışıyorlarmış. Fakat bir gün şunu fark etmiş, kendisine ayrıca yol parası ödenmezken yeni giren genç kadın çalışana yol parası veriliyormuş. Bunu görüp yönetimle tartışınca onun da yol masraflarını ödemeye başlamışlar.
Canan’ın ilk çalışmaya başladığında en büyük korkusu “işi becerememek”miş. Fakat girdiği işlerde bir süre sonra yapılacak işlerin kolay olduğunu, yapabildiğini fark etmiş. Bu son çalıştığı kurumda “sen niye liseden sonra eğitimine devam etmedin” diye kızanlar oluyormuş ona. Bu durumu şöyle anlatıyor Canan: “Sen niye kendine yazık ettin diyorlardı, niye okumadın? Senin kimden neyin eksik diyorlardı. Niye okumadım? Benim okuduğum dönem siyasi olayların çok yoğun olduğu bir dönemdi. Bizim oturduğumuz ilçe iki tepe üzerine kurulu bir ilçeydi. Bir tepede devlet kurumları ve çarşı, diğerinde bahçeler ve evler vardı sadece. Ben o bahçeler ve evlerin olduğu tarafta oturuyordum. Bir yokuş aşağı inip uzun bir yokuş çıkıp okula gidiyordum. Çok zor bitirdim liseyi. Yani o siyasi dönemde. Biz de belli bir fraksiyona kaymıştık. O yüzden karşı taraftakilerle çatışıyorduk. Korkarak okula gidip geliyordum. Sonrasında babam üniversiteler de çok karışık olduğu için biraz bekleyelim dedi. Fakat bekleme sürecinde de evlendim. Fırsat olmadı üniversiteye gitmeye.”
Canan, maddi sıkıntı yaşadıkları ve eşinin de kanser olduğu dönemde birçok ek iş yapmak zorunda kalmış. Bir yandan çalıştığı kurumda eleman çıkarıldığı için, işten çıkarılanların işlerini yapmaya başlamış, diğer yandan ek gelir kazanmak için kendi çalıştığı işyerinin ve birkaç farklı işyerinin temizlik ve çay/kahve işlerini yapmaya başlamış. Altı yıl boyunca bu ek işleri yaparak idare etmiş ama bu süreçte sağlığı da çok zarar görmüş:
“Maliyeti düşürmek adına ben işten çıkarılanların işini de bir yıl boyunca yaptım. Yazışmalar, muhasebe, banka işleri gibi bütün işler bendeydi ve maaşım yetmediği için ek işi yapmak zorunda kaldım. Sabah mesai başlamadan başka bir işyerine gidip ortalığı toparlıyor, çay-kahve hazırlıyordum, sonra kendi işime gidiyordum. Bir de hafta sonları çalıştığım işyerinin merdivenlerini, asansör ve bina kapısının temizliğini yapıyordum. Ayda bir gün de başka bir kurumun camlarını siliyordum. Bina tarihi bir binaydı. Camlar her odada dört tane ve çift kanat yani bir pencerede altı kanat vardı. Kapı büyüklüğünde alttan içe açılan iki kanadı silerken dizlerime dayadığım için dizlerimin üstü kapkara oluyordu. Altmış adet camı tek başıma siliyordum. Bu iş yükü beni ayaklarımdan etti… Şu an baston kullanarak işe gidiyorum. Altı yıl sonra ek işleri mecburen bıraktım maaşımda biraz yükselmeler de olunca.”
Yaş alınca güvenceli iş bulma imkanı düşüyor
Sağlık hizmetlerine erişim konusunda da birçok zorluk yaşadığını anlattı Canan:
“Çok zorluk çekiyorum. Bir kere gideceğin bölüme zamanında randevu alamıyorsun. Gittin diyelim senden birtakım tetkikler istediler, senin onları yaptırman 10 günü geçtiyse tekrar randevu almak zorundasın gösterebilmek için. Tekrar randevu alabilmen de bir iki ayı bulabiliyor. Randevu alabilsen bile aynı doktora denk gelemiyorsun. Farklı bir doktora derdini yeni baştan anlatmak zorunda kalıyorsun.”
Kendisi 40-45 yaşlarında çok güvenceli olmasa da birçok farklı iş bulabildiği için kendini şanslı hissediyor, 50 yaş üzerindeki kadınların Türkiye’de güvenceli iş bulabilme şanslarının çok az olduğunu söylüyor. Bulabilecekleri işlerin de genellikle vasıfsız olarak görülen ayak işleri olacağını düşünüyor:
“Eğer görünüş olarak da çökmüş bir görünüşün varsa seni ancak böyle ayak işlerinde çalıştırmak üzere alırlar. Yani vasıfsız bir eleman olarak alırlar. Risk alan bir işveren diyecek ki ben bu kadını alırım işe, bir denerim diyecek, ancak öyle işe girebilirsin. Öyle gireceksin de sonra gidip kendini ispatlayacaksın.”
Canan, bir de belli bir yaştan sonra kadınların çalışmaya başladıkları işyerinde kendilerini ispatlamak zorunda olduğunu anlatıyor: “Bir yaştan sonra işe girdiğiniz zaman kendinizi ispatlamanız gerekiyor. Bir süreç gerekiyor. Eğer ki girdiğin yerde seninle aynı işi yapacak birisi de varsa, biraz da cin olmuşsa, senin kendini ispatlaman daha çok zorlaşıyor. Senin yaptığın işi o kendi yapmış gibi gösterebiliyor. Yani o yüzden çok haksızlığa uğruyorsun. İş tecrüben, deneyimin de yoksa sesini çıkaramıyorsun benim ilk yıllarda yaptığım gibi mesela. Sonra sonra uyanıyorsun ama o zaman da iş işten geçmiş oluyor.”
“Kira derdi çok zor”
Canan, İstanbul’da kiracı olarak yaşamanın çok zor olduğunu, kimi zaman ev sahipleri tarafından aşağılandıklarını anlatıyor.
“Kira derdi çok zor. Faturalarını da yine kısarsın bir yerde ama kira derdi çok zor. Ev sahibine laf anlatamıyorsun. Yeri geliyor, hakarete uğruyorsun. Aşağılanıyorsun kiracı olduğun için. Dört yıldır bu evde oturuyoruz. Çok zor günler yaşattı bizi ev sahibimiz. Bizi aşağıladı. Ben geldiğim zaman bana saygı göstereceksiniz diyordu, bir gün akşama kadar kim kimin evinde oturur, o öyle oturuyordu. Kiramızı verdikten bir hafta sonra gelirdi işte oğlum kaza yaptı, para lazım. İşte ev vergisini vereceğim, para lazım. Bana bu kadar verin, şu kadar verin. Yani lüzumsuz yere durmadan para istiyordu bizden habire. Öyle aşağılanmalar yaşadık.”
Canan, belli bir yaştan sonra işyerinde “emekli ol artık ve git” der gibi baktıklarını anlatıyor üzülerek. Emeklilerin geçinemediklerini ve çalışmak zorunda olduğunu anlatmak zorunda kalıyormuş. Emekli olduktan sonra başka bir şehre taşınıp orda yaşamayı düşünmüşler eşiyle ama kızlarını bırakıp gitmelerinin zor olduğunu söylüyor:
“Yani emekli olduktan sonra başka bir şehre gidip yerleşmeyi düşündük bir ara. Sonra kızları düşündük, burada tek başına olanı var, evlenmemiş olanı var. Evlenecek olan var. Onları nasıl koyup gidelim? Onları bir yerleştirirsek belki küçük bir yere yerleşirsek olur. Daha iyi geçiririz. Ömrümüz vefa verirse işte. Hastalıklar izin verirse bakalım.”
Fotoğraf: Analiz gazetesi
* Bu hikaye, Rosa Luxemburg Stiftung desteği ile hazırladığımız Yaşlı Kadınların Çalışma Koşulları araştırmasının çıktılarından hareketle yazıldı. Söyleşi yapılan kadının isteği üzerine isim değiştirildi.