İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Beylikdüzü ve Şişli belediye başkanları, çeşitli görevlerdeki belediye yöneticileri 19 Mart sabahı evlerine yapılan polis operasyonuyla gözaltına alındı.
İkinci Gezi eylemi olarak adlandırılan bu süreci “Gezi’den daha politik” şeklinde bir argümanla değerlendirenlerin sayısı artışa geçmişken belediyelerdeki kadınlar ve feministlerin neler gözlemlediğini öğrenmek istedik. Daha mı politik taleplerle mi sokaklarda insanlar sorusunu da sorarak, belediyelerde kadınların kazanılmış haklarına dönük olası riskleri de değerlendirmesi için Zozan ve Ezgi ile konuştuk.
Zozan Cengiz-Avcılar Belediyesi Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürlüğü
Son dönemde Türkiye’de yerel yönetimlere yönelik gerçekleştirilen kayyum atamaları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Belediyelerde kadınların güçlenmesine yönelik gerçekleştirilen operasyonlarla hayata geçirilen projeler, toplu iş sözleşmeleri (TİS) ve kadın dostu yönetmelikler büyük bir riskle karşı karşıya. Belediyelere yapılan antidemokratik uygulamalar özellikle kayyum atamaları, sadece siyasi iktidarın bir aracı olarak değil, kadınların kazanımlarına yönelik bir saldırı aracı olarak da kullanılmaktadır.
Kadın dayanışma merkezleri, kadın sığınma evleri, kadın meclisleri ve kadın kooperatifleri gibi önemli yapılar, kayyumların atandığı yerlerde ciddi şekilde zayıflamış, hatta faaliyetlerini durdurma noktasına gelmiştir. Bu durum, sadece kadınların haklarını ve özgürlüklerini kısıtlamakla kalmayıp, aynı zamanda kadınların toplumsal yaşamda görünürlüklerini, dayanışmalarını ve ekonomik bağımsızlıklarını tehdit etmektedir. Kayyum rejimi, kadınların toplumsal hayatta sahip oldukları hakların ve alanların tasfiyesini amaçlayan bir strateji olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kayyum rejiminin yıllardır kadınlar üstünde ciddi etkileri olup kadınların elleriyle kurdukları kadın çalışmalarına müdahalelerine bakalım.
Batman’da kayyum ataması sonrası kadın kooperatifleri ve sığınma evleri askıya alınmış, kadınların ekonomik ve sosyal bağımsızlıklarına yönelik önemli bir adım engellenmiştir.
Mardin’de kadın Yaşam Evi gibi şiddet mağduru kadınlara yönelik sığınma evleri kayyum yönetimiyle faaliyetlerini durdurmuştur, bu da kadınların şiddetle mücadeledeki en temel destek yapılarını ortadan kaldırmıştır.
Diyarbakır’da kadın hakları savunucusu belediyelerde kayyum atamaları, şiddetle mücadele eden merkezlerin ve kadın hakları savunucularının çalışmalarını durdurmuştur.
Esenyurt’ta kayyum sonrası kadın işçilerin işten çıkarılması ve mobbing uygulanması gözlemlenmiş, kadın kooperatiflerinde çalışan eğitmenlerin belgeleri iptal edilerek işten çıkarılmaları, ardından tekrar işe alınıp kursların kapatılması tehdidi ortaya çıkmıştır. Ancak kadınların direnişiyle bu tehditler bir nebze de olsa engellenmiştir.

“Kreş açmayı askıya aldık”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Ekrem İmamoğlu’na yönelik açılan soruşturmalar, İBB’ye bağlı kadın projelerini ve hizmetleri olumsuz etkilemeye başlamış, bu soruşturmalar çerçevesinde Avcılar’daki “Yuvamız Avcılar Etkinlik Merkezi” gibi projeler bir süreliğine askıya alınmıştır.
Şişli’ye kayyum atanmasının ardından, kent lokantalarının faaliyetleri durdurulmuş, lokantalarda çalışan kadın işçiler güvencesizliğe itilmiştir.
Kayyum atamaları sadece hukuksal ve idari bir müdahale değil, aynı zamanda bir demokrasi gaspıdır. Seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyum atanması, kadınların özne olarak yer aldığı projelerin yok edilmesine, çalışmaların yavaşlatılmasına sebep olurken kadınlar şiddetle, güvencesizlikle yalnız bırakılmıştır. Bu operasyonlar, kadınların kazanımlarına yönelik derinlemesine bir tehdit oluştururken, aynı zamanda toplumda daha geniş bir demokrasi krizi yaratmıştır.
Kayyum rejimi, kadınların toplumdaki yerini ve güçlenmesini, kadın varlığını hedef alan politikaların bir parçasıdır. Kadınların sosyal, ekonomik ve kültürel alanlardaki varlıklarını yok etmeye yönelik atılan her adım, sadece kadınları değil, tüm toplumu olumsuz etkileyen bir gerileme anlamına gelmektedir. Türkiye’de kadınların hakları ve kazanımları, kayyum rejimi altında büyük bir tehdit altındadır. Bu tehditlere karşı, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmak, kadınların özgürlük mücadelesini büyütmek ve demokratik kazanımları savunmak için ortak mücadele hayati öneme sahiptir.
Kadınlar olarak en çok hangi konularda kaygılıyız?
Kadınlar olarak karşılaştığımız kaygılar, toplumsal yaşamda, ekonomik alanda ve kişisel güvenlik konusunda yoğunlaşmaktadır.
Güvencesiz işlerde çalıştıkları için işten çıkarılma riski altında olmakta, iş güvencesinin eksikliği nedeniyle ekonomik bağımsızlıklarını kaybetme korkusu taşımakta.
Kreşler, kadın sığınma evleri ve şiddetle mücadele merkezlerinin kapanması ya da kısıtlanması, kadınların hem ekonomik hem de fiziksel güvenliğini ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bu durum, kadınların hem çocuk bakımına hem de şiddet mağduru olduklarında güvenli bir alan bulmalarına engel olmakta.
Kadınların istihdamını artırmaya yönelik projelerin sona ermesi, kadınların ekonomik bağımsızlık kazanma süreçlerini sekteye uğratmaktadır. Aynı şekilde, kültürel ve eğitim faaliyetlerinin kısıtlanması, kadınların toplumsal hayatta etkin rol alabilme imkanlarını daraltmakta.
Kadınların toplumsal alandaki görünürlüğünün zayıflaması ve kazandıkları hakların geriye gitmesi, kadınların kendilerini ifade edebilme özgürlüklerini sınırlamakta, toplumsal eşitlik hedeflerine ulaşmalarını engellemekte.
Haklarımızı korumak için…
Kadın örgütleriyle ve bu alanda çalışma yapan kurumların ortak zeminlerde buluşması ve dayanışarak hukuksuz yaptırımlara karşı yan yana bulunmak.
Yerel yönetimlerle iş birliği yaparak kadın hakları konusunda güçlü bir ses çıkarılmalı, kadınlara yönelik politikalar savunulmalıdır. Belediyelerin kadın örgütleriyle ortak akıl buluşmaları gerçekleştirerek kadın çalışmalarına alan açmalıdır.
Kayyum rejiminin getirdiği bu sorunların toplumsallaşması tehdidinin teşhiri yapılmalı, kadınların hak kayıpları ve sonuçları anlatılmalıdır.

Ezgi Karakuş-Feministler
İlk günden itibaren eylemlere feministler olarak katılıyoruz. Batman’da, Hakkari’de, Van’da irade gaspına hayır dediğimiz gibi yaşadığımız şehirlerdeki, ilçelerdeki irade gaspına da hayır diyoruz. Kayyumların ilk kadın kazanımlarına saldırdığını; sığınakların, kreşlerin, yaşam evlerinin kapatıldığını, kadınların istihdamına yönelik çalışmalara son verildiğini ya da buraları aile politikalarını uygulayacakları zeminlere, erkekler için kıraathaneye, Kur’an kursuna çevirdiklerini biliyoruz. Kayyum belediyelerin, hizmetleri sonlandırarak belediyeleri borçlandırdığını, belediyeye ait olan araçlardan taşınmazlara kadar iktidara yakın vakıflara, sermayeye, kurumlarına ya da bakanlıklara hibe edildiğini gördük. Bu sebeple halkın kendi seçtiği başkanlar tarafından yönetilmesini yok saymanın yanında kayyumların kadınların hayatlarına nasıl doğrudan etki ettiğini çok iyi biliyoruz.
Kayyumların yoksullara, halka yönelik düşmanca tavrı söz konusu. Kayyumlar; sermaye yanlısı, neoliberal bir anlayışla halkın yararına olan uygulamalara saldırıyorlar. Şişli Belediyesi’ne kayyum atanır atanmaz Kent Lokantası’nı kapatmasından da nasıl bir gidişat olacağını tahmin edebiliyoruz. Ekrem İmamoğlu’na kreş soruşturması açılması ile bunun kriminalize edilmesinden görebiliyoruz.
Feministler olarak bir kişi, bir partiden öte seçme hakkımız gasp edildiği için sokaklardayız. Her zaman olduğu gibi hayatlarımızı tek adamın iki dudağı arasına bırakmayı reddettiğimiz için alanlardayız. Geceleri, sokakları, meydanları terk etmedik, etmiyoruz.
Irkçı, cinsiyetçi saldırgan erkek grupları…
Birçok farklı kesimin eyleme katıldığı, her günün resmen 1 hafta yoğunluğunda geçtiği, konuşulanların içeriği çok hızlı değişse de gündemin hep sokaklar, direniş olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bir yandan anlık olarak güncellenen gelişmeleri takip ediyoruz bir yandan da eylem alanlarındayız. Eylemlerin devam ettiği, bir yandan 15 milyonun çok kısa sürede resmi olmayan bir seçim için sandığa gidip oy kullandığı, boykotun kahvecinin önünde namaz kıldıracak bir noktaya geldiği, gözaltıları-tutuklamaları takip ettiğimiz, polisin işkencesini, cinsel saldırısını, şiddetini konuştuğumuz, birçok tartışmanın aynı anda ilerlediği bir süreçteyiz. Bu süreçte ağırlıklı olarak Saraçhane’de olsa da mahallelerdeki, İÜ önündeki eylemde de bazı gözlemlerimiz oldu.
Eylemlerde halkın iradesini gasp edenlere ve seçme hakkımızın tek adam tarafından alenen yok sayılmasına karşı herhangi bir söz kurmayan; yalnızca etrafta bozkurt işareti ile dolaşarak her gördüğü kameraya bu işareti göstermeye çalışan, ırkçı, cinsiyetçi, nefret söylemi içeren dövizlerle, pankartlarla, sloganlarla en az 4-5 kişilik erkek grubu halinde dolaşan faşistler gün geçtikçe arttı. Özellikle Mansur Yavaş’ın hedef gösteren, ayrımcı, ırkçı konuşması ve yakın zamanda ‘aç kalmayacak şekilde açlık grevi’ yapacağını açıklayan Ümit Özdağ’ın gönderdiği mesajın okunması ile bu grup daha kalabalık ve saldırgan bir şekilde alanda varlığını sürdürdü, işi yaptıkları bir maket insanı asmaya kadar getirdiler.
Gittikçe artan bu ırkçı, cinsiyetçi, saldırgan erkek grubu için herhangi bir önlem alınmadı, otobüs üstünde geçen uzun konuşmalarda buna ilişkin bir söz söylenmedi.
Bir diğer yönü ise bu grubun polisin eyleme gelenlere yönelik işkencesine, gözaltılara, tutuklamalara hiçbir şey söylememesi, bu gruptan hiçbirisinin gözaltına alınmaması, polis saldırdığında orada olmaması; hatta halkın anayasal hakkını kullanmasını engellemek üzere orada bulunan, sürekli eylemcilere kimyasal silah olan biber gazı sıkan, plastik mermiyle, copla halka saldıran, yerde öğrencileri tekmeleyen polisler için barikatta “Polise kalkan eller kırılsın” sloganı bile atmaları ve saldırılarını yalnızca eylem alanındaki Kürtlere, kadınlara, sosyalistlere, lubunyalara yöneltmeleri.
“Cinsel saldırı içeren küfürlere maruz kaldık”
Faşistlerin içi boş sloganları dışında Özgür Özel’in de barikatta direnen, polis şiddetine maruz kalanların kriminalize edilmesine yol açacak söylemleri oldu. Tüm bu ve benzeri söylemler, barikatta polise çiçek verilmesi gibi olaylarla barikatlardaki direnişin kriminalize edildiğini de gördük.
Bir yandan gözaltına alınan kadınlar polisler tarafından işkenceye ve cinsel saldırıya, çıplak aramaya maruz kalırken bir yandan da alandaki kadınlar, lubunyalar olarak bu faşist toplamın cinsiyetçi, açıkça cinsel saldırı içeren küfürlerine maruz kaldık. Bunun haricinde bize ve lubunyalara yönelik saldırı girişimi de oldu.
Oldukça farklı kesimlerden katılım sağlanan kalabalık eylemler olsa da bu tür ırkçı ve cinsiyetçi söylemlerin, militarist sloganların, direniş alanının neredeyse maçtaki holigan erkeklerin erkeklik sergileme alanı haline getirilmesinin alanda ciddi bir tepkiye yol açmaması üzerine düşünmemiz gerekiyor.
Aday olacağını açıklayan bir siyasetçinin hukuksuzca diplomasının iptal edildiği, birçok belediye başkanı ve meclis üyesinin tutuklandığı, Şişli Belediyesi’ne kayyum atandığı; halk protesto hakkını kullandığında polisin halka saldırdığı, işkenceyle gözaltına aldığı ve tutukladığı, gözaltındaki kadınlara cinsel saldırıda bulunduğu, kanallara tehditle, telefonla arayarak canlı yayın yasağının getirildiği, özgür basının susturulmaya çalışıldığı, internetin günlerce kısıtlandığı, ulaşım hakkının yok sayıldığı bir gerçeklikte adeta aklamaya çalışırcasına polis güzellemesinin yapılmasını da konuşmamız gerekiyor.

Kimsenin askeri olmamak
Camide cihatçılarla futbol oynadıktan sonra İBDA-C’lilerin kız öğrenci yurduna saldırmasını gevşek bir şekilde geçiştiren, sonra eylemcilere saldıran polislere çiçek vererek, bir direnişin öznesi ve taraf değil de hakkın olanı gasp edenden yalvarır pozisyonda dilenerek, hiçbir şeyin adını koymadan ve adı koyulmuş her şeyin altını boşaltarak, bir susturulma aracı olarak sürekli dayatılan ve norm haline gelen ‘haklıyken haksız duruma düşeceğini düşünme’ korkusundan dolayı hakkın olandan da vazgeçerek ilerlemenin bir faydası olacağını düşünmüyorum.
“Ben terörist değilim, bana yapma başkalarına yap” diyerek polis şiddetinden azade olamadığını, tam da bu noktada bir şeyleri sorgulamak gerektiğini belki daha sık dile getirebiliriz.
Bir taraftan polis güzellemesi yapılırken bir taraftan da büyük bir kesim polis şiddetiyle tanıştı. Yıllarca anlattığımız, maruz kaldığımız şiddetle tanışınca terör kavramının ne kadar geniş olduğunu, polisliğin kutsal ve polislerin ‘eve ekmek götürmesi gereken emir kulu’ olmadığını; tam da iktidarı ve politikalarını korumak, uygulamak için halka saldıran, düşmanca bir şekilde işkence eden bu ideolojinin temsilcileri olduğunu gören bir kesim de oldu.
Gezi’ye lisede olduğum için katılamamış birisi olarak gözlem ya da karşılaştırma yapmam sağlıklı olmasa da aktarılan ile değerlendirdiğimde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganına “Kimsenin askeri olmayacağız” diye yanıt veren, bunu konuşup tartışabilen, üzerine düşünme zemini olan bir direniş alanından şimdiki hal -kalabalığı ve katılımı ne kadar geniş olsa da- politik söz açısından yetersiz bir zeminde olduğu düşüncesini oluşturuyor bende.
Elbette sağın yükseldiği, AKP hükümetinin ayrımcı, nefret söylemlerini sistematik bir şekilde ürettiği, buna yönelik politikalarını uyguladığı, özgür medyanın susturulmaya çalışıldığı, baskının ve sindirme politikalarının hakim olduğu ve bir araya gelme, özgür bir şekilde konuşup tartışma, fikir beyan etme, kamusal alanı hep birlikte paylaşma ve evlerde daraltılan hayatlar yerine birbirimizin hayatlarında yeri olabilme alanlarımızın ortadan kaldırıldığı bir dönemin de; sosyal medyada örgütlenen/daha doğrusu sesi çıkan, belki de şimdiye kadar azımsadığımız ve sokakta, gerçek hayatta bu denli etkin olabildiğini belki pek fark etmediğimiz faşist grupların, kişilerin çoğalması vb. de buna etken olabilir.
Alanlarda nefret söylemi
Bunlar bir yandan eylem alanlarında dikkat etmemiz, üzerine konuşmamız, birlikte ne yapabiliriz diye düşünmemiz, mücadeleyi, direnişi nasıl gördüğümüze dönüp bakmamız ve hep birlikte attığımız “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” gibi sloganların içeriğine dikkat ederek kendimizi, söylemlerimizi sorgulayarak; cinsiyetçiliğe, ırkçılığa, homofobiye, transfobiye, göçmen düşmanlığına, türcülüğe, nefret söylemlerine geçit vermediğimiz bir mücadeleyi nasıl oluşturabileceğimize kafa yormamız gereken kısımlar.
Bununla birlikte kampüslerde, meydanlarda, parklarda, mahallelerde, işyerlerinde boykot edilen mekanların önünde; kısacası hayatın her yerinde kalabalık, baskılara rağmen sokağa çıkmaktan geri durmayan milyonlar var. Alanlarda nefret söylemi yaymak dışında herhangi bir işlevi olmayan grupların sesleri çok çıkan bu hallerini konuşurken traktörle eylem yapan çiftçilerden barikatları yıkan öğrencilere kadar geniş kapsamdaki bu direnişin büyüklüğünden ve umut dalgasından da söz etmek gerekiyor.
Birçok farklı kesimden milyonlarca kişi sokakta. Çünkü seçme hakkımız gasp ediliyor, irademiz yok sayılıyor. Sürekli artan şiddetten ve nefret söylemlerinden, cinsiyetçi politikalardan, hayvan katliamlarından, hayatlarımıza her gün müdahale edilmesinden, geçinememekten, barınamamaktan, yoksulluktan, geleceksizlikten, savaştan bıktık. Kaybedecek bir şeyimiz kalmayıncaya kadar oturup izlemenin değil birleşerek hayatlarımız için mücadele etmenin tek yolumuz olduğunu hep birlikte tekrar hatırladık.
Biz feministler ve lubunyalar olarak bugüne kadar olduğu gibi sokaklarda olmaya, haklarımız ve hayatlarımız için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Ana fotoğraf: Gazete Kadıköy