Hülya ile Hatay’ın Defne ilçesine bağlı Aşağıokçular Mahallesi’nde tanıştık. Deprem sürecinde dayanışma çalışmalarını sürdüren gençlere evini ve tüm olanaklarını açmıştı. Kendi imkânlarıyla yaptıkları iki katlı evi hasarsızdı. Bu duruma sevinmiş olsa da yanı başında gördüğü acı ve dramlar, içten içe mahcubiyet duymasına neden oluyordu. Depremden hemen sonra ücretli bir işe başlamak da…
Hatay’da, kamu dışında ücretli bir işte çalışan kadınların neredeyse tamamına yakını sigortasız ve asgari ücretin altında ücretlerle çalışıyor. Hülya’nın* bir tekstil atölyesinde hem sigortalı hem de asgari ücretle çalışıyor olduğunu öğrendiğimde hemen koyu bir sohbete daldık. Hataylı kadınların çalışma koşullarını, deprem sürecinde yaşadıklarını, miras bölüşümünü ve daha nice konuyu kendisinden dinledik. Yaşadığı bölgeye oldukça hâkim olan Hülya’nın önerilerini not ettik.
Kaç yaşındasın, kaç yıldır ücretli çalışıyorsun, kendini biraz anlatır mısın?
42 yaşındayım. 24 yıldır evliyim ve iki çocuğum var. Daha önce çalıştım kısa bir süre ama şu anki firmada beş aydır çalışıyorum. Çocuklardan dolayı çalışma yaşamına biraz geç başladım. Yaklaşık iki yıl önce çalışıyordum ama sigorta yapmıyorlar diye bırakmıştım. Şimdiki işimi sigortası var diye kabul ettim. Daha önceleri eşime yardımcı oluyordum. Zaten hiç oturmuyordum. Eşim uzun bir süre işsiz kaldı. Biz de evde ürünler yapıp pazarlıyorduk. Ben evde yapıyordum, eşim de pazarlara götürüp satıyordu. İncir, kuru üzüm, reçel, ceviz, zeytin, zeytinyağı, nar ekşisi, pekmez… Aklınıza gelebilecek her şeyi yaptım eve destek amaçlı. Hem tanıdıklara sattık hem de pazarda.
Ücret karşılığı çalışmaya nasıl başladın?
İlk çalıştığım firmada medikal ürün tasarımcılığı vardı. Biz orada paketleme, dikiş, hazırlama işini yapıyorduk. Ben genelde makinedeydim. Sertifikam var, nakış işleri de yapıyorum. Böyle başladım. Ama sigorta olmayınca bırakmak zorunda kaldım.
Banka kartlarına patron el koydu
Sigortan ne zaman başladı, kaç gün primin var?
Yoktu geçen seneye kadar. Daha önce hiç sigortam olmadı. Genelde işverenler asgari ücretin çok çok altında ve sigorta yapmadan çalıştırıyor. Eğer sigorta yapıyorsa da sana yine asgari ücretin çok çok altında veriyor. “Sigortanı yaptım, şu kadarını karşılayamam” gibisinden konuşuyorlar.
Bankaya asgari ücret yatırmak zorundalar, onu nasıl hallediyorlar peki?
Elden veriyorlardı ücretleri. Mesela benim daha önce çalıştığım yer şöyle bir şey yaptı: Biliyorsunuz, firmalar mecburi olarak “Banka hesabı açacaksın” diyorlar. Hesapları açtık; hesap numaralarını, kartlarını verdik. Parayı çekiyordu hesaplardan, istediği gibi bize ücret veriyordu. Kartlarımıza el koymuşlardı yani.
Bu durum çok yaygın mı Antakya’da?
Yaygın mı bilmiyorum ama orada öyleydi. Birlikte çalıştığım kadınların hepsine aynısını yapıyorlardı. Ama direkt bankadan biz almıyorduk. Öyle bir lüksümüz yoktu. Kadınlarla sohbet ettiğimizde, çoğu sigortasız ve asgari ücretin çok altında çalışıyordu. İhtiyaçtan; evde oturmak yerine “Ne getirirse yine de çalışayım, ev ekonomisine destek olayım” gibisinden…
Bu duruma itiraz eden kadınlara ne oluyor?
İşten çıkarıyorlar. Mesela ben öyleyim. “Sigortasız iş olmaz, zaten asgari ücretin çok altında verdiğiniz maaşlar. En azından bir sigortamız olsun, güvencemiz olsun” dedim. Ne olursa olsun paranın pek bir değeri yoktu. Her şekilde gidiyordu ve biliyorsunuz pahalılık almış başını gidiyor. “Yapamam, sigorta yok, kabul ederseniz” diyorlardı.
Göçmenler çok daha ağır şartlarda çalışıyor
Kaç kişi çalışıyordunuz bu durumda?
En az 20-25 kişi vardı. Çoğumuz kadın. Ustalar erkekti. Makinede çalışan erkekler de vardı, overlokta filan… Genelde yabancı uyruklu erkekler. Göçmen işçiler yani. Onlar parça başı çalışıyordu. İşyerinde günde ne kadar yapabilirse, parça başına 60-70 kuruşa çalışıyorlardı. Günlük yevmiyesini çıkarabilmek için kaç bin parça yapması gerekiyor, sen düşün. Gece yarısına kadar çalışıyorlardı. Çünkü tane hesabı olduğu için onlar daha erken işe gelmiş oluyor, gece yarısına kadar yevmiyesini çıkarmış oluyor. Çok ucuza çalışıyorlardı. Göçmenler karı-koca olarak da çalışıyorlardı. İki-üç aile bir evde yaşıyorlardı geçinebilmek için. Çok çalıştıkları için evi otel gibi kullanıyorlardı maalesef. Nasıl bir hayatları var, hiç bilmiyorum.
Depremden önce de ücretli çalışıyor muydun?
Depremden önce işi bırakmıştım. Depremden sonra başladım şimdiki işime. Bir yakınımın vasıtasıyla oldu. Orada çalışıyordu. Çoktan beri söylemiştim zaten iş arıyorum diye. Depremde biliyorsunuz çok kişi vefat etti. Göç eden de çok oldu. Evleri oturulamaz hale gelenler, çocuğunu alıp şehir dışına gidenler oldu. O arada da açık varmış. Beni aradılar, gittim, görüştüm, işe aldılar. Beş aydır çalışıyorum. Genelde iplik sarma makinesinde çalışıyorum burada.
Ne gibi zorlukları var işin?
Bilmediğiniz bir işi ilk etapta yapmak çok zor. Sekiz saat ayaktasınız; öğlen yemeği, molalar da var ama… Tabii ki o süreç hep ayakta koşturmacayla geçiyor. İplikleri arabalara koyup taşıyoruz ama çok ağır değiller. Bir makineyi boşaltınca üç kilo filan yapıyor. İplik hafif. Onları doldurup alıyoruz. Ama sürekli makineleri takip etmek ve uzun süre bırakmamak lazım, devamlı bağlayacaksın. Çünkü makineler hızlı çalışıyor. Senin de orada zamandan faydalanman lazım. Sürekli bağlayacaksın, kontrol edeceksin. Yanlış yapmaman lazım. Çünkü iplik hatası verdirmemen gerekiyor vs.
“Ellerim patlıyor çalışırken” demiştin…
İşi yürütürken, hızlı çalışırken makinelere çarpıyoruz. İllâki oluyor. İpi aralardan geçirip bağlama olayı parmakları tahriş ediyor. Herkesin elleri hemen hemen aynı. İpe göre de değişiyor bazen. İpler haftalık değişiyor. Bazen güzel iplikler geliyor bazen de böyle sert iplikler geliyor.
Tedbir alınıyor mu, işçi sağlığı için ekipman kullanıyor musunuz?
Eldiven takamazsınız çünkü iplikler çok ince. Eldivenle bağlayamazsınız. Tülbent ipini düşünün mesela, o ipi eldivenle çalışmak mümkün değil. İpi tutamazsınız.
Şu an kaç kişi çalışıyorsunuz?
Vardiyalı olduğu için değişiyor ama en az 150 kişi vardır. Üç vardiya çalışılıyor. Genelde iplik bağlama, sarma bölümlerinde kadınlar çalışıyor.
Erkeklerle aranızda ücret farkı var mı?
Denk gelmedim. Aynı ücreti alıyoruz sanırım. İşin ağırlığına göre ücret değişiyor olabilir. Taşıma, yükleme gibi bölümlerde tabii ki fark olması gerekiyor. Ama hiç sormadım.
Memnun musun?
Şu anda bir sıkıntı yok. Genel olarak çalışanlarla, ustalarla da sıkıntım yok benim. İşini yaptıktan sonra bir sıkıntı olmaz. Herkes kendi makinesinden, işinden sorumlu. Karışan olmaz sana.
İş yetiştirme baskısı oluyor mu?
Yok. Ama çok yavaş olursan tabii ki… İş yetişmesi gerekiyorsa olur. Ama sen zaten işinin ehliysen, işini hızlı yapıyorsan kimse sana “hadi” demez. Çünkü zaten belirli kilolarda, biliyorsun neyin kaç saatte çıkacağını. Makineler sayaçlı değil mesela. Kendin hesaplayıp yapıyorsun. İp sarımına göre, ipin inceliğine göre bir saatte kaç metre çıkaracağını çözüyorsun. Vardiya sonunda çıkardığımız kiloyu yazıyoruz. Üç aşağı beş yukarı sıkıntı olmuyor. Yeter ki temiz olsun, hatalı ürün olmasın.
Bahçede çalışan kadınlar da emekliliği hak ediyor
İşyeri depremde hasar aldı mı?
Yok, çünkü üzerinde bina yok. Bildiğiniz demirden yapılmış bir yer. O yüzden hiç hasar yoktu.
İşyeri nerede kalıyor, tekstil atölyeleri daha çok nerede Hatay’da?
Defne’den Belen’e gidiyorum. Yol 45 dakika filan sürüyor. Giderken de gelirken de. Belen, Serinyol tarafında tekstil var. Başka fabrikalar da var. Bir sürü firmayı barındırıyor buralardaki sanayiler. Kadınların da erkeklerin de çalıştığı fabrikalar var. Büyük marketlerin depoları var. Lojistik depo olarak kullanıyorlar. Yüklemeler oradan yapılıyor, ürünler oradan dağıtıma çıkıyor. Borudan tutun; metale, tekstile kadar bir sürü var. Antakya’nın en büyük sanayi bölgesi zaten.
Keşke daha fazla olsa… Bu depremde bir sürü insan işsiz, evsiz kaldı. İnsanların işi olsun, evini geçindirebilsin insanlar, bir yerden hayata tutunsun. Ben bunu çok istiyorum. Güvenceli ve sigortalı olsun. Her yer o kadar hasar görmüş, herkes evsiz; bir zahmet insanlar asgari ücretin altında olmasın. Sigortasız hiç olmasın. Belirli bir zaman sigortasız çalıştık. Ne kadar zaman geçti sigortasız. Benim şu an normalde günlerimi tamamlamış olmam lazımdı. Ama ben daha sıfırdan başlayan birisiyim.
EYT için bir düzenleme yapıldı. Ama senin durumunda olan, primleri eksik olduğu için emekli olamayan milyonlarca kadın var. Bu şartların kadınlar için esnetilmesi gerekiyor mu sence?
Esnetilmesi lâzım tabii. Şu an bahçede, özellikle tarım işinde çalışan o kadar çok kadın var ki, onlar yıllardır sigortasız. Kendi bahçelerinde ya da bir yerde çalışıyordur. Yıllardır emek etmiş ama karşılığını almamış bu kadın… Bir şekilde bu emekliliği hak etmiyor mu? Tabii ki esneklik olması lazım, uygun bir düzenleme ile onların da emekli olması lazım.
Türkiye’de yaşayan pek çok kadın belirli bir yaştan sonra -örnek veriyorum, 35-40 yaşından sonra- çalışmaya başlayabiliyor. Artık sen çocuğunu büyütmüşsün, bazı sorumluluklardan kurtulmuşsun. Tam çalışacakken, en verimli zamanlarında seni işe almıyorlar. Yaşa takılıyorsun. Devlet de seni emekli etmiyor o yaşta. Evde mi oturacaksın? Ne yapacaksın kendi ihtiyaçların için? Hayat bu kadar pahalıyken bir şekilde bir yerden tutunup, ekonomik destek vermen lazım hem evine hem kendine. O yüzden çalışmamız lazım.
Ama burada da sorunlar var. Neden kadınları belirli bir yaştan sonra işe almıyorlar? Almayacaksanız emekli edin, maaş bağlayın. Yıllardır emek etmiş, bahçede falan belki 12-13 yaşından beri emek etmiş kadınlar var. Ama hiçbir şekilde sigorta girişi bile yoktur. Basit bir düzenleme ile onların da emekli edilmesi lazım.
Bahçede çalışan kadınlar ne gibi zorluklar yaşıyor?
Zaten kadın olarak her türlü zorluğu yaşıyorsun. Bahçede çalışıyorsun gelip evde de çalışıyorsun. Her şeye yetişmen lazım. Gün boyu bahçede çalışıp, gelip, sonra yemek yapıp, gece yarılarına kadar evin işlerini yapmaya çalışan kadınlar var. Evde de ayrı bir emek… Ama bunun karşılığı yok. Bizim zeytin ağaçlarımız var. Gün boyunca zeytinleri topluyoruz. Sabahın köründe kalkıyoruz, akşama kadar toplayıp eve geliyoruz. Evde de onun yeşilini-siyahını seçip, sonra yemeğimizi yapıp, evin işini yapıp, sabah tekrardan bahçeye gidiyoruz. Düzenli çalışan kadınlar da hafta sonu gidiyor bahçelere. Üç mesai olmuş oluyor işte. Kadınlar her türlü emektardır. Ama görünmeyen. Gizli.
Antakya’da kamu dışında ücretli çalışan kadınların tamamına yakını sigortasız. Sigortalı olan da olmayan da asgari ücretin altında alıyor. Bahçelerde yevmiyeler çok düşük. Üstelik yevmiyeleri erkeklerden düşük. Erik toplamada mesela çok söylediler…
Daha yükseğe çıkıyorlar ve ağır yükleri kaldırıyor erkekler. Erkekler yoksa bunu kadınlar yapıyor zaten. Sadece bu değil. Örneğin çilek bahçelerinde çalışan kadınlar o kadar çok ki. Erkek yine daha fazla alıyor. Oysa çilek bahçelerinde kadınlar daha fazla çalışıyor. Ama diyor ki erkek kasa taşıyor, ağırlık taşıyor, yükleme yapıyor. Kadın bunu yapmıyor. Hele o güneşte… Çilek akşamdan sulanmış oluyor ya, sabah gittiğinizde ıslak her taraf. Çamurun içinde dolaşıyor kadınlar toplamak için. Çizmeyle çalışıyorlar daha çok. Yayladağı taraflarında çilek bahçeleri çok. İki-iki buçuk ay kadar sürüyor çilek toplama.
Kadınlar her alanda çok çalışkan. Ama ya devlet memuru olacaksın ya da belediyede çalışacaksın ki sana sigorta yapsınlar. Bunun şöyle de bir sebebi var: Hatay zaten hiçbir şekilde kalkındırılmadı. Ezilmiş bir halk bu; ne iş olanağı sağlandı ne bir şey.
İkincisi, Suriyeliler geldikten sonra çok kalabalık oldu Hatay. Yabancı uyruklular daha ucuza çalıştı. Hayatta kalma mücadelesi veren insanlar en ucuza çalıştılar. Yeter ki ekmek getirsin evine. Böyle olunca da işveren Suriyeliyi işe alıyor. Mesela benim çalıştığım yerde de öyle. Parça başına çalışıyorlar. Ben 08.00’de işbaşı yapıyorum. Geliyorum ki Suriyeli adam 06.00’da işbaşı yapmış. Gece 1.00’e kadar parça başı o kadar ucuza çalıştırıyor ki… Yevmiyesini 200-250 liraya çıkarmak için çok çalışıyor. Onlara çok acıyorum. Hayat gerçekten çok acımasız. Bu çok acı bir şey. Bak bu deprem hiçbir şey bırakmadı. Her şeyi sildi süpürdü. Değer miydi? Hakkını vereceksin insanların. Zaten sen kâr ediyorsun.
Kadınlar güvencesiz çalışmayı kabul etmek zorunda kalıyor
Deprem sonrasında kadınlar için ücretli çalışma yaşamı daha ne gibi zorluklar getirdi sence?
İşsizlik başlı başına bir zorluktur. Evsizlik, ev olmaması apayrı bir zorluk. O çadırlarda soğuk hava şartları ağır bir dert, yaz ayrı bir dert. Havalar sıcak, çadırda oturulmaz, dışarıya çıkacaksın… O insanlar nereye gidecek? Hayat mücadelesi depremden sonra daha çok zor oldu.
Kadınlar çalışma yaşamından çekilir mi?
Çekilmez. Daha çok çalışmaları lazım; ama iş yok işte. Güvencesiz çalışmayı daha çok kabul edecekler. Çünkü iş yok. Her şekilde kabul edecekler. Patronlar da bu durumu değerlendirecek. Onların insafına kalmış bir şey. Belki de patron depremzededir, vicdanlıdır. Der ki sigorta yapayım, asgari ücret vereyim. Kimisi yapmayacak ama. Deprem, ölmeyenleri bir şekilde süründürecek. Acı boyutu bu. Ev temizliğine bile gidecek kadınlar. Her türlü işi yapacaklar para kazanmak için. Artık her şeye muhtaçlar. Bir şekilde hayata tutunmak için çok çalışacaklar. Kadınlara daha çok görev düşüyor. Hiç ücretli çalışmayan insanlar bile çalışmaya başlayacak. Benim çalıştığımı duyunca etrafımda kaç kişi “Ne olur bizi de götür, söylesene bizi de alsınlar, bizim de işe ihtiyacımız var” dedi bana. Onlar bunu deyince benim içim gidiyor. Keşke iş olsa da hepsini götürebilsem, hepsi çalışabilse…
Sence Hatay’daki kadınlar için neler yapılması lazım? Barınma ya da sanayi gibi istihdam alanları da olabilir. Devletin bu konuda sence ne yapması lazım?
Bence çevreye zararlı olmayacak fabrikalar kurması, özellikle kadınlara istihdam sağlaması gerekiyor. Hani bir atasözü var ya, “Ben sana altın bilezik vermeyeyim de bir iş öğreteyim”, insanlara iş versinler. Başka yardım da istemiyoruz. Burada iş olanağı sağlansın, herkes çalışsın, devletten beş kuruş istemezler. Çalışırlar, kendileri yaparlar. Önemli olan şu an iş imkânı, bu insanların şu an evde oturmamaları. Meslek edindirme kursları da lazım, sanayi türleri de lazım. Zaten buradaki insanlar çalışıyorlar, durmazlar.
Çiftçilik de öldü, getirisi fazla kalmadı. Mazotuydu, gübresiydi, şuydu buydu… Hayvancılık mesela. O da öldü burada. Önceden insanlar hayvancılıktan geçinirdi. Şu an herkes hayvanlarını sattı. Çünkü yemi, samanı filan çok pahalı. Büyükbaş hayvan yetiştirmek de zor oldu burada. Bunların canlandırılması lazım. Gerekirse çiftçilik, gerekirse sanayi, yetiştirme kursları, meslek edindirme vs. her şekilde burada ihtiyaç var şu anda. Yoktan var etmek lazım. Küçük de olsa başlanılabilir.
Kadınlar çok meraklıdırlar çalışmaya. Seviyorlar da. Erkekler bir şekilde yurtdışına da gidiyor, bir şekilde çıkabiliyorlar; ama kadınlar evde kanadı kırılmış şekilde oturmuşlar. Herkes iş arıyor ama çaresiz. Düşünün, bir organize sanayi bölgesi daha açılsa ya da bir iş imkânı tanınsa kadınlara… Ne kadar güzel olur. O kadının kendi parasını kazanması, kendi ihtiyaçlarını karşılaması, çocuğuna kendi elinden harçlık vermesi, eşini desteklemesi… Psikolojik olarak da çok güzel.
Kadınlar depremzede olmanın üstüne bir de ekonomik sorunlar yaşamasın diyorsun…
Tabii ki. En azından bir şekilde kalkındırırlar kendilerini. Çalışıp emek ederler. Tabi emeklerinin de hakkını alsınlar. Sigortasız hiç çalışmasınlar. Şu an çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Deprem öncesi de ekonomik çöküş vardı. Korona… Zaten hayat mücadelesi veriyordu insanlar bir şekilde. Bir de depremin gelmesi mahvetti herkesi.
Mülkler erkeklerin üzerinde; kadınlar hiçbir şey alamıyor
Neler gördün bu süreçte?
Hani dedik ya, bizim için burada ev önemlidir. Bir kadının kayınbabasından evi var ama ev kayınbiraderi üstüne kayıtlı. Bizim burada deprem sonrası hasara göre belirli bir ücret verildi. 10 bin lira taşınma ücreti gibi… Kaynı paranın üstüne yatmış. Kadına “Sana vermem” demiş. Halbuki şehir dışında yaşıyor. Evi sapasağlam, orada deprem olmadı. Hatay’da deprem oldu. Buradaki ev hasar görmüş ve evde kadın yaşıyor. Her ne kadar adına kayıtlı olmasa da ev onundur. Miras paylaşıldığı zaman kadının adına geçecek. Kadın da “Bana vermen lazım; çünkü benim evim hasar görmüş, benim de çocuklarım var. Eşim de işsiz, ben de işsizim” demiş.
Ben de Hataylıyım, depremde buradaydım, bize yatmadı. Evi hasarlı olanlara yattı. Kadın çok kötü olmuştu. İki tane çocuğu vardı. İçim gitti. Şu anki şartlar olmasa o 10 bin lirayı alamamak kadını belki sarsmazdı. Ama şu an evi hasar görmüş. Eşi işsiz, kendi işsiz, iki tane küçük çocuğu var, sarsar. Çünkü şu an hiçbir gelir yok burada. İkamete göre yatırılsaydı bu sorun yaşanmazdı.
Hatay’da kadınların üzerine kayıtlı mal mülk yok sanırım. Çok çok az duydum. Genelde evdeki en büyük erkeğin üstünde kalıyor sanki.
Mal mülk bölüşüldüğü zaman genelde kızlara daha az veriliyor burada. Kadın, hakkını çok az alıyor. Erkeğe 10 dönüm, kıza iki dönüm veriyorlar mesela. O derece… Benim de üstüme kayıtlı bir şey yok. Ama şöyle; eşim zamanında bu evi aldığı zaman ortaklık kabul etmedim. Çünkü yurtdışındaydı. İnşaat başlayacaktı, ben köydeydim. Bir sürü prosedürle uğraşması gerekecekti, beni koşturacaktı. Biz zaten burayı evlendikten sonra aldığımız için yarı yarıya hak sahibiyim şu an. Yasal hakkım var. Bunun bilincindeyim. Tapu onun adına olmuş, benim adıma olmuş fark etmiyor. Farklı şartlarda olsaydı o zaman hakkımı savunurdum; ama zaten hakkım olduğunu bildiğim için çok fazla savunmadım.
Onlar bunu yaptı diye bizim aynı yolu takip etmememiz gerekiyor. Kızımıza da oğlumuza da eşit dağıtmalıyız. İki çocuğuma da eşit şartlar sunarım. Biri diğerinden bir kaşık bile fazla almayacak. Eşim de öyle karar verdi. Benim bir tane mi evim var şu an; benden sonra kızım ve oğluma bırakıyorum.
*İşçinin adını, talebi üzerine değiştirdik; fotoğraflar da temsili.
*Bu haber, Rosa Luxemburg Stiftung tarafından desteklenen ‘Deprem bölgesinde ücretli ve ücretsiz kadın emeğinin analizi ve politika önerileri’ başlıklı çalışmamız kapsamında yayımlanmıştır.
Fotoğraflar: Bahar Gök