Dünyanın en büyük moda markalarının işçilerinin kötü ve baskı dolu çalışma koşulları altında çalışması sır değil. Özellikle kadın emekçiler arasında kötü muameleye maruz kalanlar var. Suçluları tanıyor olabilirsiniz. Hatta şu anda belki de onların kıyafetleri üzerinizde. Sırma Samuk bir tekstil işçisi. 14 yıldır bu sektördeydi, Hugo Boss’a girmişti en son. Şu an işsiz, çıkarıldı fabrikadan. İzmir Gaziemir’deki işyerinde yoğun mobbing ve eziyet yaşadı. 25 Kasım şiddete karşı mücadele günü öncesi onun yaşadıkları gerçekten dikkat çekiciydi. Gömlek bölümünde Sırma. Öncelikle şunu dile getirmek isterim. İşini de işçiliği de çok seviyor. O gömlekleri mutlulukla dikiyor. Bunu özellikle bir kaç kez tekrarladı konuşmamızda.
Kısıtlamalar, azarlamalar
Onu Teksif Sendikası sayesinde tanıdım. Haber yapmak için aradığımda sendikacı Sırma’yla söyleşiyi önerdi. Peki neden işten atıldı. Daha doğrusu orada neler yaşadı. İki yıldır Hugo Boss’taydı genç kadın. İki vardiya çalışıyordu. Sabah vardiyasında 4.5’ta uyanıyor, 5’te gelen servise biniyordu. 38 yaşındaki Sırma’nın hayatı zorluklarla geçmiş. Ama aynı zamanda inanılmaz bir dayanıklı. Fabrika günlerinden söz etmesini istediğimde anlatıyor. Tanıklık ettiği işyeri koşulları kısıtlamalar, azarlamalar etrafında dönüyor. İzmir Hugo Boss dev bir tesis. Yılda binlerce takım elbise, gömlek üretiyorlar. Türkiye’deki fabrikalarının “dünyadaki en büyük üretim tesisi” olduğuna ilişkin demeçler veriyorlar. Gel gör ki içerde koşullar çok sert.
Zor bir çocukluk
Yaşamından, çocukluğunun geçtiği yerlerden söz ediyor Sırma. Köyde büyümüş. Onu çocuk olarak iyi koşullarda yaşatacak imkanlara asla sahip olamamış. Konya’nın Seydişehir ilçesinin bir köyü; Kozlu. Beş kardeşler. Annesi tarlada ekip biçiyor. Babası ise başka bir şehirde meyve fabrikasında çalışıyor. Haliyle eve gelemiyor, Manisa’da yaşamını sürdürüyor. Birçok olanağın bulunmadığı Kozlu’da tarım emeğiyle mücadele eden bir anne. Ektikleri de ancak kendi boğazlarını doyurabilecek kadar. Ekmek yapabilmek için buğday, arpa ekiyor, günlük gıda için de sebze. Baba Manisa’dan para gönderse de fazla değil. Yolladığında elektrik, su paraları ödeniyor. Çocukların acil ihtiyaçları karşılanıyor.
‘Annem çok mücadele verdi’
Tam beş çocuk kolay değil. Peki geçinebiliyorlar mıydı? Anlattığına göre hayli sıkıntı yaşamışlar. Tarlada yetişenler olmasa daha da zorlanacaklar. En çok annesi sorun yaşamış; “Annem neler çekti. Tarlayı pullukla sürüyordu. Biz çocukken tek başına mücadele vermiş”. O fedakar anneye dair anlatacağı çok şey var Sırma’nın. Dinliyoruz; “Annem gerçekten çok zorlanıyordu ama var olan gücünü kullanıp o koca toprağı ekecek hale getirmeyi başarıyordu. Bitmiyordu tabii. Bütün gün yakıcı güneşin altında tarlayı ekene kadar canı çıkıyordu. Köylük alanda eskiden bize kıyafet bulup giydirmekte zorlanıyordu. Hepsi yokluktan tabii. Üstelik Konya’da kışlar çok sert geçiyor. Aşırı kar yağıyor. O soğukta annem üşümeyelim diye fazla mücadele veriyordu. Birimiz büyüyüp o giysi dar geldiğinde diğer kardeş giyerdi. Olmayan palto ya da elbise daha küçükler için ilaç gibiydi. Beş kardeş de birbirimizin kıyafetleriyle büyüdük”.
Köyden şehre
İşçiden köyden şehre göç macerasını dinliyoruz bu kez; hayli uzaktaki incir fabrikasında çalışan baba, eve tatillerde dahi gelmiyor yol masrafı olmasın diye. Tek amacı var para biriktirip bir arsa alabilmek. Artık ne kadar kenara koyduysa bir arsa almaya yetiyor. Daha doğrusu o yıllar ekonomi öyle.. Yine iş için gurbette olan en büyük oğlunun oturduğu yere yakın bir arsa bu. Bütün aile için olağanüstü bir haber. Sırma aktarıyor devamını; “Benim İzmir’de dayım var. Ağabeyim köyden ayrılıp dayımın yanına gitmişti. Çünkü dayım ona iş bulmuştu. Köy yerinde kimsenin iş bulması imkansız. Yani babam aslında o arsayı ağabeyim için almıştı. Sonra da ‘oğlumun başını sokacağı bir yer olsun’ diye ufaktan ufaktan para biriktirdikçe o arsanın içinde bir de gecekondu yapmaya başladı. İşte bizim hayatımız da böylece değişti. Çünkü yıllar sonra Konya’dan İzmir’e göç ederek o eve taşındık”.
Yaşı 11’di, fabrikaya girdi!
İzmir’de çocukluk, sokak, oyun kavramları sona eriyor. İş hayatı başlıyor. Peki ilk kez nerede çalışmaya başladı? Bu soruya şöyle yanıt veriyor; “Ailemizde herkes çalışmak zorundaydı. Ablam bir fabrikada işe başlayınca ben de çocuk aklımla orada çalışmak için tutturdum. O yıl ilkokulu bitirmiştim. Ve devam etme, ortaokula gitme hevesim yoktu. Sonuçta o kadar istedim ki, artık ablamın gittiği yemiş fabrikasında ben de işçiydim! Yaşım daha 11’di”. Yıllar sonra İya Tekstil’de bu kez yetişkin işçi olarak iş yaşamı devam ediyor. Yıllarını verdiği İya Tekstil’de mesai arkadaşına aşık oluyor. Bu beraberlik evlilikle sonuçlanıyor. İki çocuklu olarak hayatı sürerken, eşi hastalanıyor. O’na bakıp, tedavisini sürdürüp iyileştirmek için de aşırı çaba harcıyor. İya Tekstil’deki mesaisi tam 12 yıl sürüyor. Bu süre içinde daha iyi bir ücretle iş arama ihtiyacı doğuyor. Ve Hugo Boss’a eleman arandığını öğrenince 12 yıllık fabrikasından ayrılıp burada işe başlıyor.
‘Gel buradan al götür’
Sonrası tam bir kabus. Yemek, tuvalet, mola saatleri… Fabrikalardaki çalışma koşulları istismarcı olabiliyor. İçerisi bir sır küpü gibi olan bu üretim alanlarında ancak bir işçi anlatırsa gerçeği öğrenebiliyoruz. Sırma da bunları paylaşmak gereği duyuyor. Şefinin yaşattığı mobbing, kötü davranış o kadar fazla ki. Yine o anlardan birine geri dönüyor ve aktarıyor; “Benim böbrek sorunlarım var. Bundan dolayı bazen günde iki, bazen üç kere tuvalete gitmem gerekebiliyordu. Ne var ki bunu şefler sorun yapıyordu. Tuvaletler de uzak. beş dakika yürüyorsun zaten oraya. Makinamın başına tekrar geçince şefim öyle azarlıyordu ki. ‘Bu zamana kadar ne işin var tuvalette’ diyordu. Benim çalışma tarzıma bakıp mutlaka öfkelenecek bir şey buluyordu. Kızdığı o anda ise vardiya amirine sesleniyordu bölüm şefim. Sanki eşyaymışım gibiydi söyledikleri; ‘Can Bey gel bu Sırma’yı buradan al götür!’ diyordu”. “Can Bey” de devreye girince mobbing yapan kişi sayısı ikiye çıkıyor. Adam bağırıyor, azarlıyor bu kez genç işçiyi.
‘İzin alacaksın!’
Bazen öyle an oluyor ki, şef ortalıkta yok. Sırma’nın tuvalete gitmesi gerekiyor. Beklemesi imkansız olduğu için gidiyor. Dönüşte bakıyor şef gelmiş. Yine azarlayarak konuşuyor; “Sen tuvalete giderken benden niye izin almadın?” Yanıtı veriyor; “Alacaktım ama siz yoktunuz! Gitmeye mecburdum”. O kadar kızgın ki. O öfkeyle genç kadına yine çıkışıyor; “Sen tuvalete giderken benden izin almazsan işte ben de seninle böyle uğraşırım”. Birçok fabrika işçilerden daha az zaman kullanarak daha fazla iş çıkarmasını istiyor. Alman firması Hugo Boss bunları en acımasızlarından. İşçilerin daha fazla üretim yapmasını sağlamanın yaygın yöntemleri arasında tuvalet molalarını kısıtlamak var!
‘Birine taktı mı çok uğraşır’
Sırma geçmişten bugüne dönüyor. İki yılını verdiği fabrikada yaşadıkları sindirilecek gibi değil. İşe girdiğinde zaten onu uyarmışlar. “Dikkat et bu bölümün şefi birine taktı mı çok uğraşır” demişler. Öyle de olmuş. Şöyle ifade ediyor; “Şef dediğimiz kişiler bizim işyerinde ‘süpervizör’ olarak adlandırılıyordu. Çok sert uygulamaları vardı. Bazen işten doğrulup kayan eşarbımı düzeltiyordum, ters ters bakıyor veya bağırıyordu. Kadın gömleklerinin dikildiği kısımda sabit elemandım. Zaten adı üzerinde, ‘sabit eleman’ başka işleri yapmaz. Fakat orada bu kural işlemiyordu. Bölüm sorumlusu bana 2-3 tane daha başka iş veriyordu”.
‘Gözü sürekli üzerimde’
Sırma gereken iş miktarının inanılmazlığını ve baskının çok büyük olduğunu söylüyor. İşçilerin birbirleriyle konuşmaları sorun. Ve her şeye rağmen şefler onlara yeterince sıkı çalışmadıklarını söylüyor! Azarlamak için bir neden buluyormuş idareci. “Prese hazırlık olarak makinede gömlek yakasına tela takıyordum. İş bitiminde yaptıklarımı topladım. Gözü üzerimde ya. Bir çığlık attı. ‘Sen ne yapıyorsun orada’ diye azarlamaya başladı. ‘Bunları topladım’ dedim, yığdıklarımı göstererek. ‘Git Sırma, git” diye öyle bir bağırdı ki, korktum”. Sürekli bir çift göz tarafından izlenmek gerçekten işçi için inanılmaz bir psikolojik baskıydı.
Her daim mobbing
İşine aşık bir kadın o. İşe ait ne varsa çok seviyor, sekiz saat başında durup üretim yaptığı makinesini de. Gömleklerin işlemleri bitince makinesinin her yerini silip temizliyor. Yine üzerinde o gözü hissediyor. Arkasından çığlık. “Sen ne yapıyorsun orada, ben sana onu mu yap dedim!” İşçinin arkadaşları da aynı istismarlara maruz kalıyor. Öyle durumlar oluyormuş ki. Bir yakını ölen mesai arkadaşının cenazeye gitmesi için istediği izinlerde problem çıkarıyormuş şef. “Tamam, git” dediği halde cenazeden dönünce bağırıyormuş; “Bana sormadan nasıl gidersin. Ben sana git mi dedim” diye.. Genç kadın öyle tutumlara tanık oluyor ki.. Makinacı bir işçi olduğu halde pres makinasına vermişler kendisini. “Ben presten hiç anlamam, beni orada çalıştırmayın” diyor. Ama şefin dediği oluyor. Devamı korkunç, Sırma aktarıyor; “Anlamadığım bir düzenek olduğu için elimi pres makinasına kaptırdım. Üç-dört kişi zor çıkardılar elimi oradan, neredeyse parçalanacaktı!”
Performans baskısı
Hugo Boss İzmir’de “performans” sistemiyle işçinin üretimine not veriliyor. Sırma’ya buradan da baskı uyguladılar. Bu süreci değerlendiriyor; “Yüzde 100 kapasite ortaya koydular. ‘İdeal olan yüzde 100’dür. Buna yaklaşmak için hızlanın’ dediler. Bunun en az yüzde 95’ini gerçekleştirmemiz istendi. Bana 3-4 iş veriyor şef çoğu günler. Haliyle performansım düşük oluyordu. İşittiğim azarları anlatamam. Günde 80 kalem mal yapıyordum. Ama performans çizelgemde yüzde 70 olarak yer alıyordu”. Çok defa da hızlı çalışıp, istenenin üstünde iş çıkarıyor. Yüzde 120 performans sergiliyor! Kan ter içinde kalıyor yani. Ama kendisine takıntılı yönetici bunu kayıtlara yine düşük olarak geçiriyor.
Hayatında ilk kez sendikanın kapısından giriyor
Sonra da çıkarılması için uğraşıyor o şef. Bunu neden yaptı? Yüzde 120 performansla çalışan bir insan nasıl çıkarılır? Yanıtlıyor. “İşçi arkadaşlar arasından tam altı şahit bulmuşlar. Ben şefe ‘köpek’ demişim. Arkadaşlarımla iyi geçinemiyormuşum. Her şahit benim için kötü bir şey söylemiş İnsan Kaynakları’na. Daha doğrusu söyletmişler. 8 Ekim’de beni İK’dan çağırdılar. ‘Sen bugün izinlisin, evine git yarın gel’ dediler. Öyle söyledikleri için o gün çıktım işten. Doğruca Teksif Sendikası’na gittim, üye oldum. Hayatımda ilk kez bir sendikanın kapısından giriyordum. İşyerimde yaşadığım olayları anlattım. Mahkemede hakkımı aramak istediğimi söyledim. Teksif Sendikası yanımda oldu. Hemen dava açtılar.”
“Ben hayatım boyunca ‘yardım alayım’ diye bir düşüncede olmadım hiçbir zaman. Hep güçlü kalmak durumundaydım” diyor işçi. Bugün de öyle. Şu anki mücadelesinin bir onur savaşımı olduğunun altını çiziyor. Hugo Boss’ta yaşananlar aslında ilk değil. Bu haksızlıkları çok sayıda işçiye yaptılar. Tazminatlarını vermeden emekçileri işinden eden, kumpaslarla yüksek performanslı insanları kapı önüne koyan zihniyete karşı sessiz kalma geleneği artık bozuldu. Yıllardır Hugo Boss işçilerini örgütlemek için çalışan Teksif Sendikası fabrikaya onlarca dava açtı. Şimdi sıra hukuk mücadelesinde.
Ana fotoğraf: inbusiness.com