‘Kadın işçiler, tazminat alabilmek için eski eşleriyle evlenmek zorunda kalıyor’

Depremzede Münevver ve Şermin’le deprem öncesi ve sonrası verdikleri yaşam mücadelesini konuşuyoruz. Münevver, şehirden göç eden bazı kadın işçilerin tazminatlarını alabilmek için eski eşleriyle evlenmek zorunda kaldığını anlatıyor. Şermin ise emekliliğin kadınlar için hayal olduğunu söylüyor.
Malatya’dan Münevver ve Şermin anlatıyor:
Paylaş:

6 Şubat depremlerinin üzerinden neredeyse dokuz ay geçti. Binalardan kalan enkaz büyük oranda temizlendi; bundan bile para kazanmak için enkaz kaldırma işlemleri özel şirketlere verildi. Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından “kesin kanserojen” olarak nitelendirilen ve 55 ülkede kullanımı yasaklanan asbestli malzemelerin, havada asbest bulutlarının oluşumuna neden olmaması için yürürlükte olan uygulamalara asla dikkat edilmedi. Şimdi havada, suda ve toprakta bu zehirli bulutlar…

Ancak bu zehirli bulutlardan belki de daha zehirli olan başka bir bulut var, deprem bölgeleri üzerinde. Bu bulut, deprem sonrası hayalet şehirlere dönen bu kentlerde; insanların hâlâ konteynerlerde, çadırlarda, hem de birçok insani ihtiyaçtan azade yaşadığının üzerini örtüyor. Unutturulmaya çalışılıyor deprem gerçeği. Bu yok sayılma, görmezden gelme ve yalnız başına bırakılma cenderesinde nice kadın, ayakta kalmaya ve bin bir zorlukla yıkımın ardından yeni bir hayat inşa etmeye çalışıyor. Onların mücadelesiyle dayanışmanın ve kara bulutları aralama çabalarının bir parçası olarak mücadelelerini dinlemeye, paylaşmaya, anlatmaya devam ediyoruz.

‘Başka bahçede yetişen pirpirimleri bile satıyorum’

Malatya’da yaşayan Münevver, 34 yaşında. İki çocuğu var ve eşinden beş sene önce boşanmış. İki çocuğunu da yanına almış önce. Ancak annesi de yakın zamanda kanser hastası olunca, geçen yıl oğlunu babasının yanına göndermek zorunda kalmış. Şimdi anne-babası ve kızıyla yaşıyor. Evliyken de tekstilde çalışan Münevver, boşanmanın ardından bir sene ara vermiş ama sonrasında yeniden tekstilde çalışmaya başlamış. Ama geçinebilmek ne mümkün!

“Köyde bir erkek kardeşim var, bahçesi olan, onun yanına gidip geliyorum. Çalışmamdan hariç kendime ek gelir yapmak için orada hem kendimin hem de kardeşimin yetiştirdiği sebzelerden satıyorum, fındık satıyorum. Kardeşim kayısı ve sebze ekiyor, onu satıyorum. Mesela gün kurusu yapıp satıyorum. Onun çekirdeğini de değerlendiriyorum. Başka bahçede yetişen pirpirimleri -siz ona semizotu diyorsunuzdur belki- bile satıyorum yani kendime harçlık çıkarmak için. Mesela bu sene fasulye çok istemişlerdi, dedim seneye Allah nasip ederse fasulye dikeceğim, satacağım. Yani hep bir arayış içindeyim” diyor Münevver ve ekliyor:

“Sosyalleşmek için arada sırada arkadaş ortamına katılıyorum. Fazla dışarı hayatım yok. Gece hayatım yok. Evden işe, işten eve… Mesela dışarı çıkacaksam da çocuklarımla ailemi alırım yanıma, öyle çıkarım. Yani kafa dengi bir arkadaşım olduğu zaman 3-4 ayda bir dışarı çıkarım arkadaşlarımla. Öyle sürekli dışarı çıktığım, böyle lüks yaşantım hiç olmadı zaten.”

“Evde elektrik-su babama, mutfak masrafı bana ait” diyor ama ya çocuklar? Kadınların nafaka hakkına utanmadan göz diken patriyarkal düzen savunucularının görmezden geldiği bir gerçeklik olarak, çocukların babası nafaka bir yana, çocuklar için hiçbir “yardımda” bulunmuyor bile.

“Kızım gittiği zaman eline 15 lira verip geri gönderiyor. O da kızım isterse… Mesela geçen ay kızıma bir ayakkabı aldım internetten. 38 numara istedim, 39 numara gelmiş. Kızımın ayağına büyük oldu. Ben bunu geri gönderdim, ayakkabının ücreti 750 lira geri yatmadı. Kızım da babasına söylemiş, ‘Baba ayakkabı ayağıma büyük oldu, bana bir ayakkabı al’ diye. ‘Annen çalışıyor, annen alsın. Ben alamam sana bir şey’ demiş kıza. Oysa benden daha çok geliri var. İki evi, tarlası, arsası, arabası, her şeyi var. Hatta çiftliği var. Büyükbaş hayvancılık yapıyor orada.”

“Ben de çok sessizdim başlarda. Asiye sayesinde açılmaya başladım. Fabrikada sürekli tehdit ediyorlar bizi. Birbirimize destek vermemize engel olmak istiyorlar. Çünkü birine destek verdiğin zaman daha çok açılır insan.”

Münevver

‘Sürekli tehdit ediyorlar bizi’

Malatya’da kadınların çalışma yaşamını sorduğumuzda, genelde fabrikalarda çalıştıklarını söylüyorlar. Hatta fabrikada çalışan kadınların yüzde 60-70 civarını, 35 yaş üstü (orta yaşlı, diyor Münevver onlar için) kadınların oluşturduğunu, bunların ağırlıklı kısmının da boşanmış olduğunu ve bu kadınların fabrikada daha uzun süreli çalışabildiklerini anlatıyor:

“Gençler, aile içinde olduğu için ev geçindirmek zorunda değil. Ben kendimden bahsedeyim. İlk işe girdiğimde, sürekli iş kaybetme korkusu vardı. Çünkü ev geçindireceğim, iki çocuğum var. Eşlerinden ayrı olan insanlar mecbur kaldıkları için bu korkuyu duyuyorlar. İlk işe girdiğim zaman diyordum ki ya beni işten çıkarırlarsa? O yüzden sürekli mesaiye kalıyordum. Ayda 120-130 saat mesai yaptığımı biliyorum. Eve yatmadan yatmaya geliyordum. O yüzden müdürümüz olsun şefimiz olsun, ne yaparlar, ne derler, işten çıkarır korkusuyla biz hep sessiz kaldık. Ama şimdiki gençler, biri bir şey söylediği zaman cevabını veriyor, çantasını alıp çıkıyor. Ben sessiz kalıyorum ve o yönden çok eziliyoruz.”

Münevver bu durumun, çalıştığı tekstil sektöründe yoğun olduğunu vurguluyor. Ancak bu ezilmenin karşısında, kadınların birbirine destek vermesinin öneminden konuşuyoruz:

“Ben de çok sessizdim başlarda. Asiye* sayesinde şimdi şimdi açılmaya başladım. Fabrikada sürekli tehdit ediyorlar bizi. Yerimizi değiştirmekle, işten atmakla… Son işlemlerden sonra benim de yerimi değiştirdiler mesela. Kendilerinden ve işçilerden uzaklaştırmak, birbirimize destek vermemize engel olmak istiyorlar. Çünkü birine destek verdiğin zaman daha çok açılır insan.”

‘İki kadın, tazminat için eski eşleriyle evlendi’

Fabrikada tek sorun bunlar değil elbette. Asgari ücrete çalışan Münevver, mesai ücretlerinde de sürekli kesinti yaptıklarını, mesaiye kalmayınca işten çıkarmakla tehdit ettiklerini, bir de sessiz kalmayan biriysen arkandan iş çevirerek hakkında haksız yere tutanak tuttuklarını anlatıyor. Tüm bunların deprem sonrasında yaşandığına ve hatta asgari ücretin artmasına paralel şekilde arttığına dikkat çekiyor Münevver. Depremden kaynaklı devletin yaptığı tüm maddi yardımlara fabrikanın el koyduğunu ya da işçilerden bunları parça parça geri aldığını da söylüyor.

Deprem sonrasında çok sayıda kadının göç edip etmediğini sorduğumuzda Münevver, tanıdığı dört-beş kadının gittiğini söylüyor. Ama fabrikadan ayrılırken tazminat alamadıkları için bu kadınlardan ikisinin, eski eşleri ile yeniden nikâh kıymak zorunda kaldıklarını ve tazminatlarını öyle alabildiklerini de anlatıyor:

“Biri anlaşmalı evlendi, biri de normal evlendi tazminatlarını almak için. İkisi de temizlemedeydi. Gerçekten başka şans bırakmıyorlar insana. İllallah ettiriyorlar. O kadar emek veriyor insanlar, tazminatını almak istiyor ama vermiyorlar. Onun için mecbur eski kocalarıyla nikâh yapıyorlar.”

Kendisi asla böyle bir durumda kalmak istemiyor. Aksine kadınların kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak kurumsal desteklerin, kadınlara özel eğitimlerin olmasını istiyor Münevver. “Kadınlar birbirini anlamalı, birbirlerine akıl vermeli. Akıl akıldan üstündür derler ya, birbirine bildiklerini söylemeli. Aslında her şeyin başı kadın” diye konuşuyor.

Bir de hayalleri var Münevver’in. Öncelikle, iki yaşında kaza geçiren oğlunun hastalığının gerilemesi… “Kendim için huzur istiyorum, Umre’ye gitmeyi çok istiyorum, Rabbim nasip ederse. Bir de araba almayı çok istiyordum. En büyük hayalim oydu. Bunun için ehliyet bile almıştım. Sağ olsun, Tayyip’ten sonra o arabayı almak da hayal olarak kaldı.”

‘Kendi kendimi arayıp ‘Efendim hayatım’ diyorum’

Malatya’dayken buluştuğumuz ve hikâyesini taşıdığımız bir diğer kadın, Şermin. Konteyner ve çadırda yaşayanlara nazaran “şanslı”, evde kalıyor. Ancak geçtiğimiz aylarda bin 500 liraya kaldığı evden ev sahibinin zorlamasıyla çıkmak zorunda kalan Şermin, 8 bin liraya ev bulabilmiş; “Bulduğum ev çok felaket, büyük bir ev. Biz üç kişi yaşıyoruz ama ev bulamadık, mecbur girmek zorundaydım. Şu an kış geliyor, ısıtma sıkıntısı binecek bir de üstüne. Aldığın asgari ücret yani, ne yapacağımı bilmiyorum” diyor.

Çünkü evde tek çalışan kendisi. Bin 500 liraya kaldığı evde, “ev sahibinden taraf olup evden çıkmasına neden olan” adamdan, tam da bu sebeple boşanmış:

“İki tane çocuğunla bizi evden atıyor adam. Sen bizi tutmayıp o tarafı tutarsan ve ‘gel annemlerde yaşayalım bir süre’ dersen, kimse kabul etmez ki bunu. Onun ev sahibiyle ‘bunu yapamazsın’ diye tartışması gerekirdi, benimle değil.”

Boşanma, depremden bir ay sonraya denk geliyor. Merak ediyoruz bu süreçte davaların nasıl görüldüğünü:

“Mahkemeler yoktu. Nöbetçi avukatlar, nöbetçi adliye farklı tarafa taşınmış. Ceza mahkemesine bir yer bakıyor, boşanmaya başka bir yer bakıyor. Hepsi bir yere dağılmış. Çok beklemek zorunda kaldık. Tek celsede boşamadılar. Çünkü ilk mahkemeye gelmedi. Şaka yapıyorum sanmış. Çok zoruma gitti. Ya ben depremden korkmuşum, çocuklarım korkmuş. Annemle birlikte kardeşime gitmiştik. Adam oradan beni aramış, ‘Evi boşaltacağız, çabuk gel’ diyor.”

Depremden sonra bir buçuk ay boyunca Malatya dışında yaşayan Şermin, farklı şehirlerdeki tanıdıklarında kalmış önceleri. Sonrasında yeniden şehre dönüp deprem öncesi çalıştığı işe yeniden başlamış. Depremden önce bir süre Baykanlar tekstil fabrikasında çalışmış olsa da asıl işi ürün tanıtımı. Yıllarca yapmış bu işi. Şimdi de bir kahve markasının satışını yapan Şermin, kafe kafe gezip sipariş topluyor. Günde 13 bin civarı adım atıyor. Maaş artı prim usulü çalışıyor; ancak depremde çalıştığı kafeler, hanlar yıkıldığı, çalışma alanı olarak gördüğü pazarlar yok olduğu için sadece maaş alıyor.

Malatya’da bu işi yapan üç firma içerisinde satışta olan tek kadın çalışan. Sektör, pazarlamaya dayalı ve erkek ağırlıklı bir alan olduğu için tacize de açık:

“Nereye gitsem, bana diyorlar ki, ‘Bu kekolar** gelse, satmaya çalışsa, onlardan almam. Ama senin güzel hatırın için alıyorum.’ Benim ne hatırım var ki? Yani direkt tacizle karşılaşmadım ama şöyle, meyli fark ettiğim an, ‘abi’ falan diye konuşmaya başlıyorum. Önünü kapatman gerekiyor. İşte çocuktan giriyorsun, boşandığımı kimseye söylemediğim için eşten giriyorsun ya da kendi kendime telefonumu çaldırtıyorum; ‘efendim hayatım’ diye konuşuyorum. Böyle davranmak zorundayım.”

“Sigorta primi yatsa bile, yaş 41, yani 5-6 sene sonra zaten işime yaramayacak. İstedikleri primi toplayamayacağım zaten. Yani emekli olamayacağım, ne yaparsam yapayım olamayacağım.”

Şermin

‘Haklarımı bilmiyordum, tazminatsız çıkardılar’

Şermin, Baykanlar’da depremde önce sekiz ay çalışmış ama orada yaşanabilecek her türlü baskıya maruz kalmış. Fabrikada sendikal örgütlenme yapanlara yakın davrandığı ve yer yer örgütlenme çalışmalarına katıldığı için hedef alınmış, baskıya uğramış, çalışması ile ilgili olmayan konular bahane edilerek uyarı üzerine uyarı almış, işe gelmesine rağmen bastığı kart iptal edilmiş, iş çıkarmasına rağmen gün sonu performansı art arda sıfırlanmış. Son olarak da üzerine atılan bir iftira sonucu işten çıkarılmış tazminatsız bir şekilde.

“Ben çıkmak istemediğimi söyledim. Dedi ki, ‘Biz çıkarırsak başka hiçbir yerde iş bulamazsın. O yüzden kendi rızanla çık.’ Benim haberim yok ki; ne nedir, yapabilirler mi böyle bir şey? Bilmiyorum o dönem. Normalde imzaladığın takdirde tazminat falan hakkım yokmuş, ‘Ama biz her şeyini vereceğiz’ dediler. Ne olduğunu tam anlayabilseydim, diretirdim. Ama hiçbir şey bilmiyorum.”

Bu arada Şermin, çalışırken iş kazası da geçirmiş, “Hatta ayağımın üstüne araba düştü. Ben şikâyet etsem edermişim. O gün beni dışarıya, doktora göndermediler zaten. Oradaki doktor pansuman gibi bir şey yaptı, ‘Gerek yok’ dedi. Gerek yok dediği kazadan sonra tırnağım düştü. Ayağım şişti. Terlikle bir ay civarı gezdim. Ama şikâyet etmekle uğraşmadım, haklarımı bilmiyordum” diyor. Ayağı o durumdayken bile çalışmaya devam etmiş Şermin.

‘Ne yaparsan yapayım emekli olamıyorum’

Fabrikada çalıştığı dönemde evli olduğu erkek de çalışıyormuş. Buna rağmen geçim sıkıntısı hayatından hiç eksik olmamış.

“Ben hep çalıştım. Bir erkekten hiçbir zaman para istemedim. Babamdan da istemedim. İsteyemiyorum yani. Akıl edip bunu buraya koymadıktan sonra ben dönüp de sigaram yok demem.”

Şimdi ise geçim sıkıntısı had safhaya çıkmış durumda. Hem deprem süreci hem ekonomik krizin geldiği boyuttan hem de emekliliğin kadınlar için hayal haline getirilmesinden kaynaklı sigortadan bile vazgeçmiş durumda Şermin.

“İki bin civarı gün primim var. Çok az, hiçbir işime yaramayacak. Sigorta primi yatsa bile, yaş 41, yani 5-6 sene sonra zaten işime yaramayacak ki o benim. İstedikleri primi toplayamayacağım zaten. Yani emekli olamayacağım, ne yaparsam yapayım olamayacağım.”

Dolayısıyla geçinmek için alternatifler düşünmek zorunda kalıyor:

“Aslında sigortalı çalışıyordum ama boşandıktan sonra devlet tarafından verilen destekler olduğunu öğrendim. Bunlardan faydalanabilmek için de sigortasız olmak zorundaymışım. Mesela çocuk yardımı, kira yardımı, kırtasiye yardımı veriliyormuş. Ben bunların hiçbirinden faydalanamıyorum sigortalı olunca. Ben de o yüzden sigortayı durdurmak zorunda kaldım, şimdi de 90 gün süresinin dolmasını bekliyorum.”

‘Babalarından çocuklar için bile destek göremedim’

Deprem ve ardından boşanma gibi zorlu dönemleri geride bırakan Şermin’e, bunlarla nasıl baş ettiğini soruyoruz konuşma arasında.

“Neredeyse 10 kilo verdim. Maddi olarak ciddi sıkıntılar yaşadım. Boşandığım sırada çocukların babasından her bir çocuk için 2 bin 500’er lira para istedim sadece. Oysa tazminat da alabilirdim nafaka da ama hiçbirini istemedim. Avukatım sağ olsun çok uğraştı, ısrar etti istemem için. Dedim, ‘Hayır, hiçbir şey istemiyorum. Kursağımdan bir lokma ekmeği geçmesin onun.’ Ama çocuklar için istedim sadece. Vermedi. Benimle aynı işi yapıyor, çalışıyor yani. ‘Bin lira veririm sadece’ dedi. Dedim ki, ‘Bin liraya ben şu anda ayakkabı bile alamam bu çocuklara.’ Alamam yani. Ondan sonra avukat devreye girdi, her bir çocuk için bin 500 liraya ikna ettik.”

Şermin son olarak, deprem sonrası mahallelerin daha güvensiz ve karışık hale geldiğini anlatıyor. “Az önce ben arkadaşımın evinden çıktım, bu tarafa doğru gelirken polis silahlı adamları kovalıyordu. Bunlar nereden geldi? Bizim mahallede böyle şeyler yoktu. Yani her yer tuzak ve bu çocuklar genç” diyen Şermin, özellikle kızından kaynaklı endişeli. Bu endişesi, boşansa da eşinin evine yakın oturmasına neden oluyor.

* Asiye, bizi Münevver ile tanıştırdı, söyleşi sırasında da yanımızdaydı. Çalıştıkları yerde kadınların örgütlenmesi için birlikte çaba gösteriyorlar.

** Sektörde çalışan erkekler kastediliyor.

*** Kadınların gerçek isimleri değil.

****Bu haber RLS ve Kadınİşçi işbirliği ile yapılan Depremden Etkilenen İllerde Kadın Emeği araştırması kapsamında yazılmıştır.  

Fotoğraflar: Bahar Gök (Temsilidir)

Paylaş:

Benzer İçerikler

Depremin ilk haftası yaşadıklarım geldi aklıma. İnsan en çok çaresizliğine ağlarmış. Gözyaşlarım yine dökülüverdi. Ablam da bu anı bekliyormuş. O an göz göze geldik. Gözyaşlarımızla birlikte yolumuza devam ettik.
Depremle her şey alt üst oldu. Hatay’da eskiden de günübirlik işlerde çalışan kadınlar, bu güvencesiz bağ ve bahçe işlerine iyice mahkûm hale geldiler. Sigortalı bir iş bulduğu için kendini şanslı hisseden Hülya da uzun süre böyle çalışanlardan. “Normalde günlerimi tamamlamış olmam lazımdı. Ama ben sıfırdan başladım” diye özetliyor durumunu.
Malatya’da BİRTEK-SEN’in örgütlenme faaliyetini yürüten tekstil işçisi bir kadın arkadaşımızla konuşuyoruz. Depremden sonra da kayısı fabrikalarında, düşük yevmiyeyle çalışan kadınların çoğu kayıtdışıymış. 16 yaşında koca koca kasaları taşıyarak işe başlayan arkadaşımızın en fazla şikâyet ettiği konulardan biri de işyerinde cinsel taciz.
Pazarcık’tan Asiye ile Samandağ’dan İlkay, deprem öncesi mevsimlik tarım işçisiydiler. Her türlü güvenceden yoksun çalışırken aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerden düşük ücret alıyor, meyve toplarken can güvenliği tehdidiyle karşı karşıya kalıyorlardı. Her tarafının ağrıdığını söyleyen Asiye, “İş çıkarsa yine giderim” diyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!