Ne çocuklarımı ezdiririm ne de kendimi

Nilgün, Malatya’da yaşayan bir depremzede. Onunla konteyner kentte tanıştık. 20 yaşında evlenmiş, iki çocuğu var. Evlendiği günden beri koca şiddetine maruz kalmış. Baba evine dönmek imkânsız; orası da koca evinden farksız. Fakat kararlı; boşanacak, çocukları yanına alacak, bir iş bulacak, hayatını yeniden kuracak. Biraz desteğe ihtiyacı var.
Malatya’dan depremzede bir kadın anlatıyor:
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

Malatya’da, konteyner kentte kalan depremzede bir kadının depremin ardından yaşadığı sorunları anlatmasını beklerken tanıştım Nilgün’le*. “Kadınlarla ilgili çalışmalar yapıyorlar” cümlesini duymuş komşu konteynerdaki kadından. Merak edip gelmiş yanımıza. Sohbet ederken “Boşanmayı düşünmedim sanma abla” diyordu tekrar tekrar, satır aralarında. Yaşamak zorunda bırakıldığı ağır travmalara; fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete tanık olanların “Neden boşanmıyorsun?” sorularına oldukça maruz kalmış belli ki. Biraz da bu yüzden, utana sıkıla “Düşünmedim sanma” deyip duruşu. Gayriihtiyari “Boşanmayı neden istiyorsun?” sorusunu yönelttiğimizde, dudakları titreyerek ‘en hafifinden’ anlatmaya başladı hikâyesini.

Aslen Urfalı olan Nilgün, beş yıl konuştuğu gençle 20 yaşında evlenmiş. Malatya’da bir düzen kurmuşlar. İki çocukları olmuş. Büyüğü sekiz yaşında. Evlenir evlenmez “Ben ne yaptım” demiş demesine ama çok âşık olduğu için katlanmış başlarda. Çünkü ev ev üstüne kurmuşlar. Eşinin anne babasıyla birlikte yaşamaya başlamışlar. Evin bütün sorumluluğu tek başına Nilgün’ün üstündeymiş yıllarca.

Evliliğin ilk yıllarında düzenli çalışan eşi zaman içerisinde gevşemeye başlamış. Fabrikalara gir-çık yapmış sürekli. “Emir altında çalışmam” deyip kendi işini kurmuş, sonra da batmış. Nilgün’ün çalışmasına, tek başına evden çıkmasına bile izin vermemiş:

“Getirdi beni, attı ailesinin üzerine. 10 yıl onlarla oturdum. Onun üzerinde karı sorumluluğu olmadı. Ev sorumluluğu olmadı. Baba sorumluluğu olmadı. Biliyordu ki anne babası yanımda. Sorumsuz bir insan. Bizimle hiç alakası olmadı ama beni de tek başıma bir yere bırakmadı.”

“Kahvaltı hazırlamıyorum inattan. Dolabı açsın da bir şey olmadığını kendi görsün diye… Çocuğuma beslenme koyamıyorum artık. Yok. Olmayınca ne koyayım…”

‘Çocuğumun beslenme çantasına koyacak bir şey yok’

“Çalışsa derim ki Nilgün sen haksızsın. Kendi çalışmıyor, beni de çalıştırmıyor. Babası Suriyelileri inşaata yevmiyeye götürüyor günde bin 500 TL’ye. Haftada iki gün çalışsa 3 bin lira yapar. Gitmiyor abla. Eskiden de durmadan fabrika değiştirirdi. Çıkıp dururdu. Sonra uyuz oldu, bir ay işe gitmedi. Sonra yedi ay çalışmadı.

12 bin liralık altınımı yedi. Benim biriktirdiğim altınlardı. Çalıştığında parasını görmüyorum doğru düzgün. Çalışsa da para vermiyor elime. Beş yıldır elime beş lira vermedi. Nereden getireceğim? Kahvaltı hazırlamıyorum inattan. Dolabı açsın da bir şey olmadığını kendi görsün diye… Çocuğuma beslenme koyamıyorum artık. Yok. Olmayınca ne koyayım…”

10 yıl boyunca ekonomik, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalıyor Nilgün. “Bir tek ben olsam çekerim. Artık çocuklarıma da yapmaya başladı” diyerek anlatmaya devam ediyor, adım adım nasıl gözünün açıldığını. Depremden yedi ay önce eşini ikna edip zor bela ayrı eve çıkıyorlar. Deprem olunca yine evsiz kalmışlar.

“Allah yüzüme baktı. İkametgâhım değiştiği için şu konteyneri verdiler. Biraz kafam kulağım rahat etti. Yoksa yine birlikte oturacaktık. Evimi ayırmamış olsam bunu vermezlerdi.”

“Evlendikten sonra hiç çalışmadın mı?” sorusunu sorduğumda “Cezaevindeydim abla” diyor.

“Ben cezaevindeydim. Evin içinden dışarı çıkmadım doğru düzgün. Beni şu an merkeze bırak ben kaybolurum. Malatya merkezde bir tek camiyi biliyorum. Bir de dolmuş durağını… Kaybolurum.”

10 yıllık evlilik hayatının kâbustan farklı olmadığını anlıyoruz sohbetin devamında. Sertifikası olmasa da kuaför olan Nilgün, yaşadığı konteynere kadınları çağırarak saç kesimi yapmak, kaş-bıyık almak istemiş. Kocası yine engel olmuş. “Kapının önünde yaparsın bu işi” demiş. “Kapının önünde hangi kadın kaşını bıyığını aldırır ki” diye bize soruyor.

Oğlum da yarın öbür gün eşini dövecek

“Boşanmak mı istiyorsun?” Sorduğum soruya yine “Bilmiyorum” diyor; “Kafam dolu, bilmiyorum. Ben boşansam, çıkıp gitsem de beni rahat bırakmaz. Bana bir şey yapar. Çocukları da dövüyor. Sekiz yaşındaki oğlumda iki yıldır kaygı bozukluğu var. Beni çocuğun gözü önünde dövüyordu. Boyu kilosu yaşına uygun değil. Oğlumda da şiddet eğilimi başladı. Durduğu yerde çocukları dürtüyor. Kendini ifade edemeyince şiddete başvuruyor. Dün de dövdü çocuğu…”

Anlatmaya ve dinlenmeye çok ihtiyacı olduğu her halinden belli olan Nilgün, hayatına yeni bir yön vermesi gerektiğinin farkında. İçindeki çatışmaları sesli dışarı vurduğu anda ‘tesadüfen’ yanında olduğumuzu fark edince, anlattıklarını soru sormadan dinlemeye çalışıyoruz daha çok.

“Dün sabah çayı demledim, çaydan az bir şey oğlumun ayağına döküldü. ‘Anne ben bugün okula gitmeyeyim’ dedi. ‘Tamam’ dedim. Eşim kalktı uykudan, oğluma bağırdı, kızıma seslendi. ‘Hadi üzerini giyin, seni çarşıya gezmeye götüreyim’ dedi. Oğlum da ağladı tabii. ‘Anne ben okuluma gidiyorum, lafını dinliyorum. Niye kardeşimi seviyor, beni sevmiyor? Onu bir yerlere götürüyor, beni götürmüyor.’

Çocuk yarım saat ağladı. Durup dururken ağlattı çocuğu. Ben hiç sesimi çıkartmadım. Kalktı çocuğun üzerine gitti dövmek için. Araya girdim. Bir iki tane bana vurdu. Tuttum göğsüne vurdum artık. ‘Çek elini, polisi ararım bak’ dedim. ‘Sana da uzaklaştırma aldırırım’ dedim. O zaman geri adım attı. Kalktı, üzerini giydi, kahvaltı yapmadan çıktı gitti. Bu çocuğa böyle yapıyor ya, Allah bilir yarın öbür gün benim oğlum da karısını döven bir adam olacak. Ben ne yapayım bilmiyorum.”

İşkencenin sınırı yok

“Evlendiğim gün getirdi beni, attı ailesinin üzerine, çıktı gitti. Beni aldattı, gördüm, duydum. Deprem olmadan üç sene önce gece telefonum titredi. Kıştı, kar yerde. Kalktı, ‘Sen gizli telefon kullanıyorsun’ dedi. Benim kanım dondu. ‘Ne telefonu’ dedim. Kendi yapmış, beni aldatmış ya, ‘Sen gizli telefon kullanıyorsun, bak git getir, seni pişman ederim’ diye beni tehdit ediyor. ‘Bende telefon yok, telefon olsa kimle konuşacağım’ dedim. ‘Senin gibi birini sevdim, hayatım bombok oldu. İkinci erkeği ben ne yapayım’ dedim. ‘Benim senin yanında yüzüm gülmedi, diğer erkekleri ben ne yapayım’ dedim.

İnan olsun, o saatte kalktı, evi dışarı attı. O koltukları… Düşün, ayakkabıları tek tek çıkarmış, içine bakıyor. Bornozun cebi, çekmeceler, komodinler… Telefonu arıyor. Sinir krizi geçirdim, çıktım gittim kayınbabamın yanına. ‘Bak yeter, ben o kadar yıldır dayağına sustum, küfrüne sustum. Herkesin içinde bana hakaret etmesine sustum. Ama söz konusu benim namusumsa gözüm kimseyi görmez. Gel oğlunla ilgilen, ben telefon kullanıyormuşum. Gel oğluna yardımcı ol, o telefonu bul. Görürsen de sen benim işimi bitir, kimseye bırakma’ dedim. Geldi, baktı evde hiçbir şey kalmamış.

Dört ay konuşmadım onunla. ‘Hakkımı sana helal etmiyorum’ dedim. Evimi ayırdım, bu kez geliyor gidiyor, ‘Eve kamera koyacağım’ diyor. Tuvalete giriyorum, çıktığımda geliyor, benim üstümü arıyor. Geçen banyo yapıyorum, kapıyı kilitledim duş alırken, kapıyı vuruyor. ‘Ne yapıyorsun sen içerde’ diye… Kapıyı açtım, içeri girdi, banyoyu kontrol ediyor. Affedersin, ağdamı hiç aksatmam, kendim için yaparım. Geliyor, ‘Sen niye bu ağdayı yapıyorsun’ diyor. Öyle bir insan.

İşe gittiği zamanlarda, bazen annem ablam arıyor. Ablamın eşi koronadan öldü. Benden bir yaş büyük. Arıyor, o da kendi derdini yanıyor bana. Konuşuyoruz telefonda, ‘Kimle konuşuyorsun sen, meşgulsün saatlerdir, bu telefonu her aradığımda niye meşgul’ diyor. Bırakmıyor ki ailemle konuşayım. Anlatmamdan da korkuyor.”

‘Ablamı kaynıyla evlendirmek istediler’

“Kafam dolu, bilmiyorum. Ailemin haberi yok. 10 yıldır susmuşum, söylemiyorum. Söyleyemem. Ailemin yanına gitmek istemiyorum. Oraya gidip paspas mı olacağım. Onların dedikodularını, laflarını, hiç kimseyi bu psikolojiyle kaldıramam. Niye biliyor musun abla, çünkü ben 10 yıl hiç aileme yansıtmadım. Dün artık erkek kardeşime gizlice her şeyi anlattım. Dedim ‘Getirmiş beni buraya, kaç gündür evimizde doğru düzgün kahvaltı yapmıyoruz biz. Getirmiş beni, üç aydır burada rezil olmuşum kardeş.’ Ailesine desem, yiyor içiyor keyfine bakıyorlar, oğullarının ne olduğunu biliyorlar…

Benim ablamın eşi iki buçuk yıl önce ölmüş. İki çocuğu var. Kaynanası, kayınbabasıyla oturuyor. Hâlâ onların yanında. Kaynı da yanında. Hepsinin hizmetini ablam yapıyor. Sabahın köründen akşamın karanlığına… Kocasından 9 bin lira maaşı var. Maaşı kayınbabası alıyor, 60 TL ablamın eline veriyor. Ablamın telefon faturası 150 TL. O da gidemiyor babamın yanına. Aradım babama ben söyledim. ’60 TL’ye iki tane çamaşır gelmiyor’ diye. Orada kalmak zorunda değil. Ama babamın yanına gitmek istemiyor ablam. Bekârlığımızdan biliyoruz baba evini.

Kocası öldükten dört ay sonra nikâhı düşüyor. Kayınbabasının yanında kalması caiz değil. Bir de zaten kaynı ile evlendirmek istediler. Ablam ‘Ben silahı alırım, kafama sıkarım’ dedi. ‘Öyle bir şey yapmam’ dedi. Hâlâ Urfa’da kaynanasıgilin yanında.

Ailem ablamı bile almıyorken beni alır mı? Ama kendi başıma durmaya çalışsam işler değişir. Şimdi ben bununla boşanıp kendi ayaklarım üzerinde durmaya başlayayım, kocamdan önce kendi ailem bana zarar verir. ‘Kocasından ayrıldı, bizim haberimiz yok, çıktı gitti, ne yapıyor’ diyecekler.”

“Yavaş yavaş bir ev tutarım diye düşünüyorum. Çocuklarım kendini idare etsin, o zaman işe de girerim. Ben öyle gidip de paspas olamam kimseye. Ne çocuklarımı ezdiririm ne de kendimi ezdiririm artık.”

‘Ben bunu bir düşüneyim’

Soluksuz dinlediğimiz Nilgün’e nasıl bir karar verirse versin yardımcı olabileceğimizi, hukuksal ve psikolojik destek alabileceğini söylüyoruz. Yeni hayatını tek başına kurmak zorunda olmadığını, şimdiki hayatında da artık yalnız olmadığını… Biz anlattıkça dinleyen Nilgün, ihtimaller üzerinden soru sorarak zihninde bir yerlere oturtmaya çalışıyor. “Ben bunu bir düşüneyim” diyerek devam ediyor yarım bıraktığı hikâyesini anlatmaya:

“Evin içinde iki yabancı gibiyiz. Sürekli ‘Seni istemiyorum, çocukları istemiyorum, senden midem bulanıyor’ diyor. Dün dedim ki ‘Birbirimizi çekmek zorunda değiliz. Bul bir avukat, karşılıklı, anlaşmalı boşanalım. Bir imza atacağız, sen yoluna ben yoluma. Çıkar giderim, çocuklarımı da sana bırakmam.’ Zaten bizi istemiyor. Ben giderim, burada duramam. Çünkü çıkış yok abla. Ya bu rezilliği çekeceğim, kendi kendimi yiyip bitireceğim ya da çıkıp gideceğim.  Sosyal yardımlaşmaya giderim, depremzede olarak yardım ederler herhalde. Yavaş yavaş bir ev tutarım diye düşünüyorum. Çocuklarım kendini idare etsin, o zaman işe de girerim. Ben öyle gidip de paspas olamam kimseye. Ne çocuklarımı ezdiririm ne de kendimi ezdiririm artık. Var kafamda bir şeyler ama işte… Nilgün açtı demesinler, o açsın davayı… Bak bu dikiş izi… Beni döverken sinir krizi geçirip buzlu cama elimi vurmuştum. Kemik açılmıştı, dikiş attılar. Bu dikiş izi de ondan.”

*Kadınİşçi olarak RLS’nin desteklediği Deprem Bölgesinde Kadın Emeği araştırması çerçevesinde pek çok kadınla konuştuk. Bazen biz onları bulduk bazen de onlar bize geldiler. Nilgün bizi gelip bulan kadınlardan. O anlattı biz dinledik. Hikâyesi pek çok kadınla ortak. Hayatını değiştirmek konusunda azimli olan Nilgün’ün dayanışmaya ihtiyacı var.    

Fotoğraflar: Bahar Gök (Temsili)

Paylaş:

Benzer İçerikler

Çocuk yaşta evlendirilen Reyhan ve Emel’in hayatı hane halkına hizmet etmekle geçmiş. 6 ve 20 Şubat depremleri hayatlarını daha da zorlaştırmış… Pahalılıkla baş etmeye çalışırken kendi ihtiyaçlarını unutmuşlar. Çocukları için sağlıklı ve güvenli bir ortam yaratmaya çalışıyorlar. Konteyner kent koşullarında ne kadar mümkün?
“Yani neyi anlatayım abla? Lüks bir hayatım yoktu benim önceden, şimdi iki katı zorlanıyorum. Depremden sonra Mersin’e bir kampa gittik ya, ay dedim, keşke burada kalsak. Suyum sıcak, yatağım var, her şeyim vardı. Yemek sıkıntım yoktu. Mesela şimdi oturduğumuz çadır bizim evden daha sıcak. Yaz kış çadırda yatarım ben artık…”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!