feminist olmak, birden fazla tanımı ve katmanı olan bir tercih bence.
bir kadın kendisini feminist olarak tanımlıyorsa kimsenin buna itiraz etme hakkı yok. ama fikirlerin feminist olup olmadıklarını tartışabiliriz.
ya edimlerin?
bugün türkiye’nin ve tabii dünyanın her yerinde feminist faaliyetler yürüten kadınlar var. bazıları zaman zaman eylemlere katılmakla yetiniyor, kimilerinin de hayatının merkezinde feminizm mücadelesi var. diğer yandan edebiyatta, müzikte, sinemada, plastik sanatlarda kadınların özgürlüğünü ele alan kadınlar var. onların etkisi de zaman zaman politik faaliyetler kadar etkili olabiliyor. *
ancak feminizmi sadece bu kadınlar temsil etmiyor. hayatlarını, başka kadınlarla ve erkeklerle ilişkilerini feminizmle yönlendirmeye ve anlamlandırmaya çalışan, çevrelerinde ve sosyal medyada feminizmi savunan kadınlar var; ailelerini, arkadaşlarını dönüştüren, feminizmi evlere sokan, feminist fikirleri ve feminist eylemciliğin etkisini toplumun dokusuna nüfuz ettiren de onlar. feminist varoluşun ve feminizmin toplumdaki temsilinin önemli parçası bu kadınlar.
değişmek, dönüştürmek
şunun altını çizmek isterim; feminist olmak bir hayat tarzı değil; politik toplumsal anlamı bir yana, kişisel olarak da bir kadın için olabileceği en özgür hale ulaşma ve hayatta/ayakta kalma kılavuzu olduğunu söylemek yanlış olmaz. bu, bir tercih olarak feminizmin, bu tercihi yapan kadına herhangi bir sorumluluk yüklemediği anlamına gelmiyor. özellikle uç bir örnek vermek istiyorum; “benim görüşüme göre bir kadın eşinin sözünden çıkmamalıdır, sosyal hayata ondan fazla karışma imkânı olan erkek çok daha iyi kararlar verebilir, bunun feminizmle çelişen bir yanı yok, aksine kadının korunmasını sağlar” diyen bir kadını dikkate almak mümkün değil. ama bunun, “feministim ama eşimin sözünden çıkmaya korkuyorum”dan çok büyük bir farkı var. ilki patriyarkal ideolojinin yeniden üretimi, ikincisi patriyarkal baskının sonucu.
türkiye’de feministlerin ilk sloganlarından biri “hayatımızı değiştirelim” oldu. hayatımızı değiştirmek, her şeyden önce, kolektif bir faaliyetin sonucunda ortaya çıkan bir toplumsal dönüşümün sonucu. yasaların, kadınları çalışmak için eşlerinden izin almaya zorladığı noktadan bugüne geldik, bu kolektif bir mücadelenin sonucu oldu ve tabii ki bu ve benzer dönüşümler hayatlarımızı da değiştirdi. patriyarka ve bir yönetim biçimi olarak erkek-egemenliği yasalardan ibaret değil, yazılı olmayan kurallar en az resmi hukuk kadar önemli. bu açıdan baktığımızda da, örneğin kadınların evlenmeden yaşamayı tercih etmesi, tek başlarına ya da başka kadınlarla, partnerleri olan ya da olmayan başka erkeklerle aynı evde yaşamaları bir zamanlar fiili olarak neredeyse imkânsızken bugün git gide daha yaygın bir şekilde meşrulaşması çok önemli bir örnek.
evde tek başına
ama patriyarkal sömürü -örneğin kapitalist sömürüden farklı olarak- sadece kamusal alanda, kolektif bir olgu olarak değil, belki bundan daha çok özel alanda, tekil erkekler tarafından uygulanır. evinizde hizmet etmeniz gereken bir erkek vardır, bir erkek sizi döver, öldürmeye kalkar. bütün bunlar sistematiktir ama tek başınıza yaşarsınız.
her şey bu kadar sert de değil, arzulanır olma dayatmasından, ev işlerinde mahir olma mecburiyetine kadar geniş bir skalada başımıza bela olan şeyler var. bunların hepsi zora başvurularak yöntemlerle dayatılmıyor. bu sistem içinde doğduk, peri masalları dinleyerek büyüdük, aşkı edebiyatta, filmlerde sanırım en çok da dizilerde, şansımız varsa anne-babamızın ilişkilerinde tanıdık; şansımız varsa diyorum çünkü yıllar içinde bir aşkın canlı kaldığı çift çok fazla değil. romantik kalıplar, estetik kalıplar bilinçdışımıza yerleşmiş ve onları değiştirmek kolay değil.** bütün bunlarla baş edebilmek için her birimizin başvurduğu stratejiler var. bunlar kadın dayanışmasının yanı sıra meydan okuma ama bazen de uzlaşma içeren stratejiler. önemli olan hayatımızı ne derece özgürleşme dinamikleriyle inşa edebildiğimiz. özellikle eylemlilik içinde olan, ortak bir sosyal hayat da sürdüren feministler arasında zaman zaman, kimin daha özgür yaşadığına dair bir rekabetin gelişebildiğine şahit oldum. oysa her birimiz için özgürlüğün adımları yola koyulduğumuz noktada başlar. kimimiz için bu adımlar, eğitim almak, çalışmak, eşini ailesinin değil, kendisinin seçebilmesi, kimimiz için evlenmeden çocuk sahibi olmak, kimimiz için çocuk doğurmamak, bir başkası için kadınlarla birlikte olmak veya hem erkeklerle hem kadınlarla birlikte olmaktır.
diğer yandan hepimizin, yanlış yapma hakkımız var, bence bu açıdan, kendisini feminist olarak tanımlayan kadınlar için önemli bir etik kriter var; başka kadınlara zarar vermemek, onların özgürleşme ihtimallerini baltalamamak, kadın dayanışmasının en önemli aracımız olduğunu unutmamak. bir başka kadına sadece duymak istediklerini söylemek dayanışma değil kolaycılık, o yüzden yargılayıcı olmayan ve kişisel ilişkilerde karşısındakinin sınırlarını tanıyarak ilerleyen eleştiri bu dayanışmanın önemli bir parçası; erkekler hakarete başvurmadan tartışma yapamıyor; bizim şiddetsiz iletişime sahip çıkmamız gerekir, bence.
düşeceğiz kalkacağız, birbirimizin elinden tutup kaldıracağız, bazen kendi kendimize kalkacağız. daha özgür, daha mutlu olmak bir yılbaşı dileğinden ibaret olmayacak.
*örneğin duygu asena’nın kadının adı yok adlı romanı kuşaklarca kadını etkiledi.
** en fazla yedi kadının hayatlarını konuştuğu bilinç yükseltme grupları bu açıdan önemli bir araç.
Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org