Atölye, Kadın İşçi editörü Necla Akgökçe’nin sunumuyla başladı. Necla, bir dayanışma grubu olarak feministlerin kadın işçi grevleriyle kurduğu ilişkiyi ve bu ilişkinin önemini tarihsel örnekler üzerinden anlatarak başladı konuşmasına. Feminist hareketten kadınların örgütlediği dayanışma kampanyasıyla grevin kazanılmasında büyük rol oynadığı Novamed grevi, feminist dayanışma anlamdaki ilk ve en kritik örneklerden bir tanesi. Necla’nın da vurguladığı gibi, Novamed’de sendikanın yetemediği bir noktada, “Kadın Dayanışması Platformu” devreye girdi ve o grevin seyrini değiştirdi. Novamed sürecini takip eden Desa grevinde de kadınlar bir dayanışma platformu etrafında bir araya gelmeye devam etti. O yıllarda Türk-İş’e bağlı sendikalarla birlikte “Sendikal Güç Birliği Platformu” kuruldu ve o platformun içinde kurulan Kadın Koordinasyonu ve bağımsız feministler düzenli olarak kadınların olduğu grev ve direnişlere ziyaretlere başladılar. Bu yıllardan itibaren, feminist grupların grev ziyaretleri ve Flormar, Acarsoy Tekstil gibi örneklerde direnişin görünürlüğünü ve uluslararası desteği artıran dayanışma kampanyaları örgütlenmeye devam edildi.
Feministlerin bir dayanışma grubu olarak grev ve direniş alanlarına yaptığı bu ziyaretlerin dayanışma paketlerine kadın pedlerinin girmesini sağladığını belirten Necla patriyarkal sendikal geleneklerin kırılması açısından bu çok önemli gösterge ve kazanım olduğunu vurguladı.
Feministlerin grevlere yaptığı dayanışma ziyaretleri hem grevdeki kadın işçiler hem de feminist kadınlar için önemli bir moral ve motivasyon kaynağı oluyor. Fakat bu heyecanın o ziyaretler ile sınırlı kalmaması ve daha somut kazanımlar ortaya çıkarabilmesi için bu konu üzerine daha fazla düşünmemiz gerekiyor.
Grev çadırında çayla, çorbayla neden kadınlar ilgilenir
Necla’nın detaylı bir şekilde anlattığı üzere, grev alanları 12 Eylül öncesi bir eğitim alanı olarak görülür ve çeşitli sol/sosyalist gruplar grev alanlarında işçilerle çeşitli konularda tartışmalar yürütürlerdi, buna alan açan sendikal yapılar mevcuttu. Fakat, 12 Eylül sonrası ve AKP iktidarı döneminde sendikal bürokrasi giderek daha fazla güçlendi ve grevlerin “okul” mahiyeti giderek sönükleşti ve grev alanları sendikaların programı dışında herhangi bir faaliyete kapalı olan alanlara dönüştü. Bu bağlamda, feministler olarak yaptığımız dayanışma ziyaretlerinde de genellikle sendikaların programlarına tâbi olmak zorunda kalıyoruz. Fakat grevlere yönelik daha yoğun bir hazırlık ve çalışma ile bu durumu değiştirebiliriz. Feministler olarak, sendikaların dayanışma gruplarına çizdiği sınırların dışına çıkabilmek için öncelikle grevdeki kadınlarla birebir görüşmek ve grev alanında gözlemlediğimiz cinsiyetçi tutumları teşhir etmemiz gerekiyor. Örneğin bir grev alanına gittiğimizde çayın, ikramların kadınlar tarafından yapıldığını görebiliyoruz. Bizim grevdeki kadınlarla çay ve çorba ile neden ilgilendiğini de konuşmamız gerekiyor.
Necla, grev ve direniş alanlarında feministler ve kadın işçilerin karşılaşmalarının çok önemli olduğunu vurguluyor, bu karşılaşmaların “boşa gitmemesi” gerekiyor. Çünkü Maria Mies’in de vurguladığı üzere kadınlar için gündelik rutinlerin dışına çıkıldığı boşanma, şiddet, deprem yada grev gibi anlarda bilinç dönüşümü gerçekleşmesi için bir alan açılır. Bu yüzden,
grev alanlarına yapacağımız ziyaretlere daha hazırlıklı gitmemiz ve kadınlarla doğrudan feminizm üzerine konuşmamız kritik bir önem taşıyor.
Necla’nın son olarak altını çizdiği üzere feministler sendikalardaki erkek egemen işleyişin ve grev alanında kurulan erkek egemen hiyerarşilerin teşhirini yapmak konusunda geri durmamalı.
Güçlerin birleştirilmesi
Necla’nın sunumundan sonra, katılımcıların gözlemleri üzerinden sendikal alanlarda karşılaşılan zorlukları ve feministlerin hangi yol ve yöntemlerle kadın işçilerin mücadelesine destek olabileceğini tartışmaya başladık. İşten atılmanın olduğu direniş vakalarında, erkek işçilerin güvenceli yerlerde işe sokulduğunu fakat birçok kadın işçinin uzun süreli işsizlik dönemleri yaşadığı vurgulandı. Bu yüzden, direnişler bittikten sonra kadın işçilerin durumunu ve sendika tarafından bir işe yönlendirip yönlendirilmediğinin takibini de biz feministler olarak yapmak zorundayız.
Ayrıca, grev ve direniş alanlarında kadın işçilerle kurduğumuz samimi ilişkiler, hem bizim hem de o kadınların hayatında birçok dönüşümün kapısını aralayabilir. Kadınların ev içindeki, işyerindeki ve grev alanındaki deneyimini daha fazla sorgulamasının önünü açabilir.
Feministler olarak odaklanmamız gereken bir diğer mesele toplu sözleşmelerin içeriği. Direniş süreçlerinde, kadınların işyerinde maruz kaldığı cinsel taciz ve mobbing propaganda vasıtası olarak ön plana çıkabiliyor, direnişin gündem haline getirilmesi bu meseleler üzerinden olabiliyor. Fakat direniş sonrasında sendika TİS masasına oturduğunda kadınların özgün sorun ve talepleri genellikle sözleşmelerde yer almıyor. Bizim bu noktada feministler olarak TİS süreçlerinin takipçisi olarak kadınların somut koşullarının değişmesi için sendikalara baskı yapmamız gerekiyor.
Direnen kadın işçilerin gücü ile feminist hareketin gücü birleştiğinde, sendikal bürokrasinin ve erkek egemen sendikaların çizdiği sınırların aşılacağını biliyoruz. Novamed’de, Desa’da, Flormar’da olan buydu. Feministler olarak, kadın işçilerin mücadelesine daha odaklı bir destek sunmanın imkanlarını hep birlikte tartışmaya devam etmemiz gerekiyor.