Kadın işçiler, kendilerinin daha fazla “komuta” ihtiyacı olduğunu düşünen birçok işyeri amirinin fabrikalardaki uygulamalarına dikkat çekiyor. Gerçekçi olmayan üretim hedeflerini karşılamak için onları “daha hızlı” çalışmaya zorlayan bant amirleri, bunu sözel ve psikolojik şiddete başvurarak yapıyor. Makinenin çıkardığı gürültüye, iş ortamındaki uğultuya bir de çoğu erkek olan bu amirlerin sesi ekleniyor:
“Haydi, hızlı! Daha hızlı! Çabuk, çabuk!”
Mesai boyunca böyle komutlar yağıyor işçilere. “Ya hızlı çalış ya da çık” kuralı geçerli. Bu kurala uyamadıkları için çok sayıda işçi işini, hatta sağlığını yitiriyor.
Emir vericiler, fabrikalarda bantların başında durarak sadece sözleriyle değil, bakışlarıyla da işçilere baskı uyguluyor. “Hızlan, hızlan!” dayatması, kadınları başta ruhen etkiliyor. Bedenen de yıpratan bir tutum bu. Ve bir makineleşme dayatması aslında. Tam olarak belletmek istedikleri şu:
“Üretim hızlı, makineler hızlı, sen de o makinenin hızından geri durma sakın!”
‘Hızlı olmayanı işten atıyorlar’
Sektördeki işçileri bir araya getirme amacıyla kurulmuş Petrokimya İşçileri Birliği’nden Filiz Ali, “Son dönemlerde işten atmalarla birlikte, daha az işçiye daha fazla iş yaptırmak için bu ‘hadi hadicilik’ daha da arttı” diyor.
Birim-saat uygulamasının artık hemen her yerde geçerli olduğuna dikkat çeken Filiz, “Amirin sana ‘hızlı çalış’ demese bile, saatlik üretmen gereken ürün hedefi belirli olduğu için, hızlı çalışmak zorunda kalıyorsun. Aksi takdirde düşük performanstan işten atıyorlar!” diye konuşuyor.
Diyelim ki işçi hızlı çalışıyor, kendisinden istenen ürün sayısını tutturuyor. Bunun “daha da hızlı”sı var mı? Veya işi boşlamasın diye sürekli bu komut mu söz konusu?
‘İşyerimde psikolojisi bozulan kadınlar var’
“Daha hızlısı da var” yanıtını veriyor işçi Filiz ve şöyle sürdürüyor konuşmasını:
“Genelde üretimde en yüksek sayıyı çıkaran işçi, tavanı belirliyor. Sonra daha yüksek yeni hedefler ortaya atıyorlar. Örneğin bir metal işçisinin bir saatte 100 conta üretmesi, genel hedef olsun. Bir işçi bu sayıyı 120’ye çıkarınca yeni hedef 120’dir. Ancak herkes 120’ye yaklaştığında saatlik hedef ürün sayısı 150’ye yükseltilir.
Benim çalıştığım işyerinde istenilen ürün sayısını çıkartamadığı için psikolojisi bozulan, ağlayan, amirin azarı karşısında ezilen o kadar çok kadın vardı ki. Bu sadece sermayeye daha fazla kâr olarak dönüyor. İşçileri ise birbirleriyle yarıştırdıkları için bölüyor, onların birbirlerine olan güvenlerini zedeliyor. Örgütlenmeyi de engelliyorlar böylece. Seni düşük sayı çıkardığın için hemen değilse de daha sonra çıkarabiliyorlar. Tam bir baskı ve mobbing unsuru bu.”
Tekstilde hız baskısı çok yaygın
Tekstil, işçiye en çok hız baskısı uygulayan sektörlerden biri. İşi açısından sakınca yaratacağı için adını vermek istemiyor görüştüğümüz kişi. Tekstil işçisi kadın, önemli bir noktaya parmak basarak, kural dışılığın ve örgütsüzlüğün bu baskıyı pekiştirdiğini belirtiyor:
“Bu sektörün konfeksiyon, dokuma, iplik vs. alanlarında hızlı çalışma baskısı çok yaygın. Kural dışılığın ve örgütsüzlüğün olduğu bir sektör olmasından kaynaklı, emekçilerin her daim süratli olması isteniyor. Hedeflenen ürün sayısına ulaşıldığında, kademeli olarak bu sayıyı artırıyorlar. Bu nedenle ‘daha hızlı çalış’ baskısı durmadan devam ediyor.”
Şu bilgilerin de paylaşılmasını önemli görüyor işçi:
“Bazı konfeksiyon ya da iplik fabrikalarında makinelerin randımanları, işçinin maksimum iş yetiştirme kapasitesine göre ayarlanır. Bir de buralarda ‘daha hızlı’ yerine ‘hadi hadi’ sözü, pek çok işçi arkadaşın daha fazla tanık olduğu bir söylemdir.”
‘Neredeyse nefesimize müdahale edecekler!’
Müdür, şef ve amirlerin daha fazla ve hızlı çalışmaları için kadın işçilere hakaret etmeleri, bağırıp çağırmaları, pek çok fabrikada rutin bir uygulama haline gelmiş durumda. Bu durum, kadın işçilerin sağlığını son derece olumsuz etkiliyor. Tekstil işçisi, şunlara vurgu yapıyor:
“Kadın işçilere çok fazla baskı uyguluyorlar. Bu durum, kadın sağlığına uygun olmayan koşullarda çalışmayı beraberinde getiriyor. Örneğin yakın dönemde kadın arkadaşlarımızın direnişlerinde de tanık olduğumuz gibi, kadınların tuvalete gitmesini dahi çok ciddi soruna dönüştürebiliyorlar. Tuvaletlere konulan turnikeleri artırıyorlar. Bölüm amirleri dakika tutuyorlar ve kapıda bekliyorlar!
Son olarak, daha fazla çalışma baskısı, işçilerin mevcut 10 dakikalık molalarının gaspına da yol açıyor. Bazen sendikalı işletmeler de dâhil olmak üzere, çay paydoslarının gasbedildiğini de görüyoruz. İşler yoğun olduğunda ise neredeyse nefes almalarına dahi müdahale etmeye eğilimli olduklarına tanık oluyoruz!”
‘Senin elin yavaş!’
Bir başka tekstil işçisi Yasemin Seçkin ise amir sıfatlı bir adamın sürekli tepelerinde durup, “Hadi arkadaşlar, hadi hadi” diye sesini alabildiğine yükselttiğini anlatıyor. “O an işe konsantre olmuşsun, bir anda kafanda yankılanan sesle yerinden sıçrıyorsun. ‘Haydin arkadaşlar” diye kalın bir bağırmayla yerinden hopluyorsun. Bu ses nereden geliyor diye gayriihtiyari kafanı arka tarafa doğru döndürdüğünde de fırça yiyorsun” diyor Yasemin. Bunun bir işyeri şiddeti olduğuna dikkat çekiyor:
“İşçi zaten üreteceği sayıyı biliyor. Ama sürekli ‘daha hızlı, çok daha hızlı’ sözleriyle adeta kafasına vuruyorlar. O esnada işçinin eli ayağı birbirine karışıyor. Ezberlemişler yarım saatte bir ‘hadin hadin’ diye. Bir de ‘sağa bakmayın, sola dönmeyin’ emirlerini yağdırıyorlar. Koyun gütmekle insan yönetmek asla aynı şey değil ama bunun farkında değiller. Geçenlerde bir kadın arkadaşımızı ‘senin elin yavaş’ diyerek işten çıkardılar. Bana göre bunların yaptığı, kendi içlerindeki şiddet dürtüsünü tatmin etmek.”
‘Hadi’ sözünü duyunca ürperenler var
Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası (DGD-SEN) Genel Başkanı Neslihan Acar, psikolojik taciz olarak nitelediği “hadi hadi” baskısının esnaf dükkânlarından fabrikalara kadar çok yaygın olduğunu anlatıyor. “İşçi arkadaşlarımıza ‘hadi hadi’ komutu, gün içinde yüzlerce kez tekrar ediliyor” ifadesiyle bu yöntemin yaygınlığına dikkat çekiyor. Sorunun kadın işçiler boyutuna ise özellikle vurgu yapıyor:
“Biz kadınlarla konuştuğumuzda, sürekli kendilerini yetersiz hissettiklerinden bahsediyorlar. Bu, bir zaman sonra yaşamlarına sirayet ediyor. Hastalıklar başlıyor. Mesela market depolarındaki kadınlarda özellikle lif kopması, kas yırtılması gibi rahatsızlıklar oluşuyor. Çünkü psikolojik tacizin etkisiyle taşıyacakları yüklerin iki katını taşımaya başlıyorlar. Ya da gün içerisinde erkek 10 kilometre yol yaparken, kadınlar 25 kilometreye kadar yol yapmaya zorluyor kendini. Yaşamın rutin hızı içerisinde hareket edemiyorlar. Her yerde çok hızlı olmak zorunda olduğunu, öyle hissettiğini söylüyorlar.
Eşlerinden ya da babalarından alçak bir ses tonuyla bile ‘hadi’ sözünü duyunca ürperenler var. Bu çalışma sistemi paranoyalara da neden olabiliyor. Sürekli takip edildiğini düşünen işçi kadınlar var. Tabii bir de depo ve lojistik gibi özellikle yüksek güvenlikli işyerlerinde çalışan işçilerin psikolojileri çökmüş durumda. Çünkü buralar sürekli denetleniyor hırsızlık ihtimaline karşı.”
‘Birleşirsek kazanacağız’
Mağaza ve Market Sendikası’ndan Berfin Özdemir, “Marketlerde zaten herkes çok hızlı olmak zorunda” ifadesini kullanıyor. Bunun nedenini ise şöyle açıklıyor:
“Çünkü bir markette altı işçinin yapacağı işi, iki kişinin üzerine yığma eğilimi içindeler. Bütün işler sadece iki işçinin üzerinde olunca, ister istemez işçiler çok hızlı olmak zorunda kalıyor. Kasa işçisi kadınlara bir saniye boş zaman bile vermek istemiyorlar. ‘Kasaya da sen bakacaksın, market raflarını da sen düzenleyeceksin, sebze meyve bölümündeki çürükleri de sen ayıklayacaksın’ diyorlar.”
Berfin, sözlerini şöyle noktalıyor: “Biz bu düzenin ücreti bile ödenmeyen köleleri olmak istemiyoruz. Zincir marketlerde en ucuz olan şey bizim emeğimiz. Ama birleşirsek kazanacağız.”
‘Çabuk çabuk’ komutlarıyla 20 yıl
Özlem Ulutürk ise tavuk sektöründe, Banvit fabrikasında çalışıyor. Çok eskiden işe girmiş ve yıllarını bu çatının altında geçirmiş. “20 yıl önce işe başladım, hemen her bölümde beni çalıştırdılar. Biz tavuk işçileri emin olun ki önümüzde ilerleyen o otomatik bantla yarış yapıyoruz!” diyor.
Bu cümlesiyle içinde bulunduğu durumu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor Berfin. Formenlerin, ustabaşıların “çabuk çabuk” emirleriyle, “daha hızlı, daha hızlı” komutlarıyla geçmiş 20 yılı. “Sağa bakmayın, sola dönmeyin” diye bağırışlar da hiç eksik olmamış tepelerinde. İşçi Özlem anlatıyor:
“Ben sadece bir saatte 50 tane tavuk göğsü paketlemek durumundayım. Ama bunu 70’e çıkaran işçi olursa hedefi hemen 70 yapıyorlar. Bu ‘hızlı, daha hızlı çalışın’ baskısıyla bütün gün çalışınca, ertesi gün işe gitmek istemiyorsun. Yaptıkları aslında tam ters etki sağlıyor. Bu baskı onların zannettiği gibi motivasyonu yükseltmiyor, aksine çalışma isteğini aşağılara çekiyor.”
Manşet fotoğrafı: Kadın Savunma Ağı