İstanbul’un kalbinde, gün doğmadan yollara düşen, lüks plazalarda elinde toz beziyle koşturan kadınlardan biridir Sultan. Sivaslı ve lise ikiye kadar okuyabilmiş. “Ailemiz çok varlıklı değildi, belki bu yüzden de okumaktan soğudum.” Konuyu açmak istemese de konuştukça onu okuldan soğutanın maddi imkansızlıkların yanı sıra ailenin baskıcı tutumu olduğunu anlıyoruz.
Ailesi kız çocuklarının belli kısıtlamalara uğradığı ortalama bir aile esasında, şöyle anlatıyor : “Okuldan bir erkek arkadaşımla görünemezdim. Bu konularda çok tutucuydular, hep el alem ne der diye düşünürlerdi. Hiç kendileri için yaşamazlardı el aleme göre yaşarlardı. Liseden hiçbir şey anlayamadım” diyor ve ekliyor “Keşke okusaydım, beni teşvik eden olsaydı. Okusaydım.” İçten içe yaşadığı kırgınlığı sesini titretiyor.
17 yaşında evlenmiş Sultan. “Evlenmek gibi bir planım yoktu ama o güne kadar hiç sevgilim, erkek arkadaşım olmamış, evde eli sopalı bir anne ve pek de değerli değilsin. Birilerinin benimle ilgili konuşması sanki hoşuma gitti çünkü sevilmeyi bilmiyordum. Ben de öyle cahilce askere gitsin dedim ama iki ay içinde düğün yapıldı ve eşim askere gitti. 20 yaşında anne oldum.”
“Evimin her yerinde benim emeğim var”
Zorluklarla tek başına mücadele etmeye başlar. Eşinin ailesiyle yaşayan Sultan için hayat hiç te kolay değildir. O zamanlar çamaşırlar elde yıkanıyor. Evin günlük yemeği temizliği çocuğun bakımı… Sultan soluksuz kalmış gibidir, geçinmek için gece odasında dantel örer. Bu arada küçük kaynının sözlü şiddetine maruz kalır. Gelin demek sessiz, evin kölesi demektir. Eşi askerden geldikten sonra da değişen pek bir şey olmaz. Sultan yine tek başına her şeyle mücadele etmek zorunda kalır “Benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu” diyor.
Yakın çevrelerinde komşuları var, aile meselesi diyerek pek kimse yanaşmıyor. Bir arkadaşı var arada dertleşip birbirlerine destek oluyorlar.
1990 yılında ücretli çalışmaya başlayan Sultan, üç yıl çalıştıktan sonra ikinci oğlunun doğumuyla 10 yıl ara verir. O günleri şöyle anlatıyor: “Kayınvalidemlerin üst katta sadece kaba inşaat vardı, hiçbir şey yoktu ve bizi ayırdılar. Odanın birini sıva yaptırdık, birilerinin vasıtasıyla usta bulmaya çalışırken kamyona çıkıp çimento, kireç malzemeyi ben indiriyordum. İki kış çok zorluk çektik, küçük tüpte küçük tencerelerde yemekler yapardım. Eşim hiçbir şeye elini sürmezdi. Kaçıp dükkâna gidiyordu, nasılsa Sultan her işin üstesinden gelir diye. Çok zordu ama güçlü olmak zorundaydım. Aslında bir eşim olsa da hayatta hep tektim, hep yalnız başıma mücadele etmek zorunda kaldım. Evimin her yerinde emeğim, umudum vardı” diyor.
“Ev işleri çok yıpratıcı”
2004 yılında Sultan, bir mühendislik firmasında işe girer. Kalabalık bir yerdir, iki ofise de yetişmeye çalışır. Bu süreçte yarım bıraktığı liseyi açıktan bitirir ve ehliyetini alır. Ancak iş yükü çok fazladır ve ayrılmak zorunda kalır.
Takı tasarımına merak sarar, bu alanda kendini geliştirir ve takı yapmaya başlar. Fakat paraya ihtiyaç vardır geçinmek için çocuk bakıcılığına başlar ama evde ütü, yemek ve temizlik gibi işleri o de yapmaktadır. Ev işi çok yorucu, yıpratıcı. Zaten hiç bitmiyor, ancak günlük kazanç sağladığı için tercih edilebilecek bir iş. Bazı insanlar hakkını verirken, çoğu vermemektedir. Bazen gittiği yerlerde birikmiş kirler, özelikle bekletilmiş kirlerle uğraşırlar. “Nasılsa temizlikçi gelip temizleyecek” diye biriktirilir. Lüks bir evde, varlıklı bir ailenin yanında çalıştığında, kadın öğlen yemeğinde Sultan’a yumurta kırarken, kendisi balık yer. Sonra da Sultan’la pazarlık yapmaya kalkar. Sultan buna müsaade etmez ve oradan ayrılır. İnsanların güvenilirlik konusundaki çifte standartlarına anlam veremez. Bir yerden sonra insanlara tahammül edemez hale gelir. Aşağılamalar, küçümsemeler, görmezden gelmeler…
Peki Sultan güne nasıl başlar?
Henüz gece dediğimiz o ıssız ve sessiz saatlerde çalışmak için Kâğıthane’den yollara düşer; “Saat 03.45’te kalkıyorum, 04.20’de servise biniyorum. Gün doğmadan saat 5.00’te, 4. Levent’te plazada oluyoruz. Herkesin işi belli, hemen bezlerimizi alıp koşturarak ter içinde uykusuz, kahvaltı dahi yapamadan birkaç saat içerisinde başka bir işyerine.”
Oradan İstanbul’un kalabalığı, trafiği ve sesleri arasında 8.00’den 10.00’a kadar Nişantaşı’nda çok bildik lüks bir mağazada çalışma zamanı. Bütün bunları çok doğal bir şeymiş gibi sakince anlatıyor, “Gün içinde ayrıca bir iş çıkarsa oradan oraya geçiyorum” diyor. Bütün bunca koşturma ve yaşam mücadelesi içinde evde onu bekleyen torunları var. “Gelinim ve torunlarımla kahvaltımı yapıyorum, dinleniyorum alış-verişe çıkıyorum. Bazen de çıkıp kendime bir kahve ısmarlıyorum. Kuaföre gidiyorum, evde dünya tatlısı torunumla vakit geçiriyorum. Ben de gelinimle oturuyorum ama kayınvalidemin tersine gelinimi çok seviyorum.”
Oğlu, torunlar ve çocuklarla yaşamakta memnun. “Şunu da söylemek istiyorum. Oğlum evlendikten sonra benim hayatımda yepyeni bir pencere açıldı ve hayatıma adeta bahar geldi. Demek ki bir arada birlikte yaşamak o kadar da zor değilmiş bunu gördüm. Evde hiç görünmeyen emeğimize 24 saat yine yetmiyor. Evde de yemek, temizlik, ütü, toparlama bitmiyor. Biz kadınlar evde de dışarıda da hep hayatı toparlıyoruz. Hayat bize hiçbir şeyi altın tepside sunmadı, hep mücadele etmek zorundayız. Ama mücadele etmenin farkında olmak da çok güzel.”
“Emekli olsam da çalışmak zorundayım”
Sultan bir temizlik şirketine bağlı olarak çalışıyor. Burada güzel bir arkadaş grubu vardır, birbirlerine yardım ederler, uyum içindedirler. Ancak her şey güllük gülistanlık değildir. Sürekli kimyasallarla çalıştıklarını ve bunları soluduklarını, her zaman maske ve eldiven bulunmadığını, çalışırken terleyip kıyafetlerinin üzerlerinde kuruduğunu, sonra öksürük ve hapşırıkların başladığını, yüksek yerlerde çalışmadığını, merdivene bile çıkmadığını çünkü iş güvenliği olmadığını anlatıyor.
Ev işçilerinin insan yerine konulmaması ve onlara sürekli işler yüklenmesinden çok şikayetçi. Sultan’ın hayalleri var: “Memleketimizin güzel yerlerini gezmeyi görmeyi istiyorum. Oğlumla bir sahil kasabasına yerleşip orada küçük bir esnaf lokantası açmayı hayal ederiz hep. Doğayı ve kitap okumayı çok seviyorum. Çantamda her zaman kitabım vardır her fırsatta açar 3-5 sayfa da olsa okurum. Emekliliğime daha var, emekli olsam da çalışırım herhalde. Bu hayat koşullarında yaşamak çok zor. Bir de ben üretmeyi seviyorum, toplumda olumlu olmayı istiyorum.”
Sultan Ev İşçileri Sendikası’nın (İMECE) aktif üyelerinden biri. Oğlunun ısrarı ve sosyal çevresi sayesinde İMECE Ev İşçileri Sendikası’yla tanışmış. Haklarımı onlar sayesinde öğrenmeye başladım, diyen Sultan, çeşitli seminer ve söyleşilere katılarak edindiği bilgileri çevresine de aktardığını anlatıyor.
Çalıştığı bir evde ücretini ödemeyen ve telefonlarına cevap vermeyen ev sahibini sendikaya bildiren Sultan sendikanın devreye girmesiyle karşı tarafta büyük bir şok yaşatıyor. İşveren ev işçilerinin sendikası mı varmış diyerek birkaç gündür ödemediği ücreti ödüyor. Ev işçisi olarak verdiği yaşam mücadelesinde bundan böyle daha bilinçli ve güçlü Sultan.
Ardından hemen ekliyor; “ 5510 bir ayrımcılık hak gaspı yasasıdır. Ev işçileri iş yasası kapsamına alınmalı ve daha kolay sigortalı olmaları için daha etkili teşvikler ve yöntemler geliştirilmelidir”
Kendisi gibi hayat mücadelesi veren kadınlara bir de çağrısı var: “Benim gibi ev işlerinde çalışan arkadaşlar haklarını savunsunlar, kendilerini ezdirmesinler. Emeklerine sahip çıksınlar kendilerine değer versinler” diyor.