Ravive Kozmetik’te katledilen kadınların aileleriyle, taziyeye gelenlerle yaptığımız görüşmelerde anlıyoruz ki Dilovası’nda yaşayan hemen hemen her kadın veya kız çocuğu o atölyede bir dönem çalışmış. Atölyedeki amirler Mimar Sinan Mahallesi’nde yaşayan kız çocuklarının Ravive’de çalışması için ev ev dolaşmışlar adeta. Yas evindeki ailelerden biri şöyle dedi: “Benim kızım 14 yaşındayken gelsin burada çalışsın dediler iki sene önce. Kötü bir yerdi, izin vermedim.” Niye kız çocuklarını çalıştırıyorlardı diye sorduğumuzda devam ediyor anlatmaya: “Zaten Kurtuluş (Oransal) öyle istiyordu. Kız çocukları ve ellili altmışlı yaşlarda kadın istiyormuş. Diğerleri sigorta istiyorlar, hak hukuk istiyorlar, sigorta yapmam diyormuş. Burada gördüğün herkes de orada çalışmıştır, illaki birinin kardeşi, eşi orada çalıştı.”
“Ölsem çocuklarıma kim bakacaktı?”
Kendisi de bir dönem orada çalışmış ve yakın zamanda çıkmış olan bir başka kadın işçi bunu doğruluyor. “Orada öleceğimi anlamıştım. Hepsi biliyordu. Sabah işe giderken akşam eve dönemeyeceğimizi hep konuşuyorduk. Benim de çok ihtiyacım var. Benim şerefsiz (kocası) Türkmen bir kadınla gitti, bizi terk etti. Kalmışım beş çocuğumla tek başıma. Para da göndermiyor. Çalışmasam kim ekmek verecek. Ben de orda ölseydim çocuklarıma kim bakacaktı?”
Aynı kadın işçi, sürekli olarak haysiyet kırıcı muamelelerle karşılaştıklarına değiniyor. Sadece bir masa ve bir sandalyenin olduğu atölyede paletlerin üstüne serdikleri kartonların üzerine oturmak, orada yemek yemek, bu ‘olanaklar’ için kendi aralarında tartışmak zorunda kalmanın aslında çok acı deneyimler olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Çay içmek de lükstü, bize vermek istemiyordu adam. Küçücük bir ketıl getirmişti, su kaynatıp sallama çay içiyorduk, yetmiyordu. Ketılı taktığımda bile kaç defa elektrik çarptı bizi. Sonra kızlar tepki gösterince bir tane çay kazanı getirdi. Ama adam o kadar utanmaz ki “Abe bak ben çayımı evden getirdim’ diyordum. ‘Banane’ diyordu. Kimi evinden çay getiremiyordu, sadece ekmeğimizi, peynirimizi, zeytinimizi alıp gidiyorduk. Onu yiyorduk. Molamızı da zehir ediyordu, ‘Niye kalkmıyorsunuz, niye geç geliyorsunuz’ diyordu. Daha yemeğimiz ağzımızda, işbaşı yaptığımız çok oldu. Onların kalan çayı için kavga ediyorduk valla. Bir çay için ben kaç defa kavga ettim. Af edersin lavaboya gittiğimizde adam gelip saat tutuyordu. ‘Çabuk gidin, çabuk gelin’ diyordu.”

Ravive’nin kara kutusu da öldü
Mahalle halkı, atölyeden yayılan keskin kokulardan rahatsız oldukları için belediyeye ve CİMER’e şikâyette bulunmuş. Konuştuğumuz kadın işçinin iddia ettiğine göre, yapılan şikayetlerden ‘bıkan’ Dilovası Belediyesi zabıtaları, patronu “Bari kokuyu engelle” diye ‘uyarmış’ ve patron ‘tedbir’ olarak giriş kapısını da sürekli kapalı tutmaya başlamış.
“Af edersin köpek gibi çalışıyorduk adam bize paramızı bile vermiyordu. ‘Gidecek malım var’ diyordu, gece yarılarına kadar çalışıyorduk. Gidecek mal neydi onu bile bilmiyorduk” diyen kadın işçi aslında atölyenin yalnızca parfüm üretmediğine işaret ediyordu. Mahalleden sohbet ettiğimiz insanların neredeyse tamamı “Orada daha büyük işler var” diyerek uyuşturucu madde üretimi ve sevkiyatı olduğunu dillendiriyordu. Yangının olduğu günden itibaren patron Kurtuluş Oransal’ın iktidar partisi ve etrafındaki güçlü ilişkileri ve bu ilişkilerinin yakın geçmişte konu olduğu haberler tarandığında Ravive Kozmetik’in dokunulmazlığı daha bir anlam kazanıyor. Yangından ağır yaralı olarak kurtulan ve hastanede tedavi altındayken ölen Tuncay Yıldız’ın, buradaki işleyişi ve ilişkileri iyi biliyor olduğu için Ravive’nin kara kutusu olarak adlandırıldığı da söyleniyor.
Bir Suriyeli ölse haber bile vermezlerdi
“Mesaiye kalmadığımızda çalıştığımız günlerin parasını vermiyorlardı. Makineler çat çat çat sesiyle yanıyordu. Çocukların yüzüne alev geliyordu, parfüm şişeleri kırılıyordu, adam ‘Siz makineme bir zarar verin hele gününüzü gösterecem size’ diyordu. Benim ondan sonra kalbime attı burada bir şey olacak diye. Makinelerin hiç bakımı yapılmadı. Firmalardan da denetlemeye kimse gelmiyordu. Adam üst katta kendine bir ofis açmıştı, çok af edersin bayanları getiriyordu. kendine alem yapıyordu. Aşağıda çalışan çalışıyordu.”
Konuştuğumuz kadınlardan biri, bir dönem atölyenin yarısının Suriyeli göçmen kız çocukları ve kadınlardan oluştuğunu belirterek şöyle diyor: “Son dönemde bir kişi kalmıştı Suriyeli. İyi ki göçüp gittiler çünkü onlar öldüğünde hiç kimseye haber vermezlerdi.” Birkaç gündür sosyal medyada dönen videoda, Ravive’de -ölen işçilerin de yer aldığı- yangın öncesi, evlenen arkadaşları Rame için düzenledikleri kına gecesi görüntüleri yer almıştı. Anne babası öldüğü için amcasının yanında yaşayan Suriyeli Rame’ye amcası artık bakmak istememiş ve onu 14 yaşında zorla evlendirmiş.
Ölen işçilerin yaşamlarını sorduğumuz kadın işçi, Şengül Yılmaz’ı anlatmaya başlıyor. “Şengül Abla kaç senedir çalışıyordu. ‘Kızımı evlendirmişim, düğün borcumu bitirecem, ben Kurtuluş’tan bıkmışım artık, çıkacam’ diyordu. Kazadan bir gün önce Whatsapp’ında demişti ki ‘Öyle bir rüzgâr gelip esip yanımızdan gidecek ki ruhumuz duymayacak’.”
Kızların paralarını aileleri alıyordu
Sohbet esnasında sık sık öfkelenen bir kadın işçi isyan ediyor. “Yine biz ölüyoruz, ben hiç görmemişim zenginlerin böyle çaresiz öldüğünü. Çalışırken de böyle hastalanmıyor zenginler. Zor çalışıyorduk valla. Esma ‘ben kolumu hissetmiyorum’ diyordu. Yaralı kurtulanlardan Ayten ‘Tövbe ben oraya bir daha gelmem, hastalığı oradan aldım’ dedi. Gene geldi çalıştı. Niye geliyorsun madem böyle hastasın dedim. Ağladı, ‘Kızım sen biliyor musun ben ne haldeyim’ dedi. O genç kızların elinde bir meyve suyu bir poğaça vardı, akşama kadar onunla idare ediyorlardı. Kimi kızların paralarını ay başında gelip aileleri alıyordu. Paraları bize 40 günde bir veriyordu.”
“Ya Şengül Abla’nın ses kayıtları bende, o kızlar geçen gün beni gördüler, boynuma sarıldılar. Ben hangisini unutacam? Bugün kendimde değilim. Niye? Ailelerinden duymuşum, öyle bir yanmışlar ki gözleri yuvalarından çıkmış, kafalarında kemik kalmamış. Ne biçim bir maddedir bu? Ben ne söyleyebilirim ki? Devlet Adana’dan kalkıp gelen bir adam niye burada fabrika açıyor diye niye sormadı?”

Birlikte öldüler, birlikte defnedilemediler
9 Kasım günü Adli Tıp’tan alınan cenazeler altı farklı camiden ayrı ayrı, aynı saatte kaldırıldı. Cenazelerin ayrı kaldırılmasının çok yukarıların müdahalesi olduğunu dillendiriyor takım elbiseliler. İnfial riskine karşı bir tedbir olduğu konuşuluyor. Kamu görevlilerinin görevden alındığı, Ravive patronu ve akrabalarının işçi ücretleriyle kaçarken yakalandığı, ancak ölüm olduğunda kadınların seslerinin duyulduğu, patron ve diğer sorumluların seri katil olarak ya da toplu katliam suçuyla yargılanması gerektiği, çocuklarını o atölyede çalıştıran ailelerin sosyal yardımlarının kesilebileceği vb. pek çok şey de konuşuluyor.
Cenazelerin defnedilmesinin ardından kadın ve kitle örgütleri fabrikanın çevresinde açıklamalar yapıyor. Mahalle halkı, Ravive’de eskiden çalışmış kadınlar, grevdeki Smart Solar işçileri de alandalar. Uzadıkça uzayan konuşmaların bitmesini beklerken mahalle halkından erkekler taziye çadırlarına geçiyor. Hanım, Esma, Şengül, Tuba, Nisa ve Cansu’nun evlerinde yoğun kalabalık var. Aileler perişan, sakinleştiricilerle ayakta kalmaya çalışanlar var aralarında. Kadınlar yine ev içindeler.
“Genç kız gibi yaşamak için öldü”
Tuba, Cansu ve Nisa’nın yaz tatillerinde Ravive’de çalışmış olup bazıları şu an üniversite öğrencisi olan arkadaşları orada kendileri istedikleri için çalıştıklarını söylüyor. Tuba’nın çok keyifle ve isteyerek çalıştığını duyduğumu söylüyorum. Bir arkadaşı yanıtlıyor hemen: “Abla öyle değil. Ailesine öyle söylemek zorundaydı ki işten almasınlar. Okulu bıraktığı için çalışmak zorundaydı. Ama son zamanlarda yeniden okula dönmek istediğini söylemişti.”
Arkadaşlarının neden çalıştıklarını soruyorum. “Valla bugün olsa ben yine çalışırdım çünkü başka yerde iş bulamam. Tamam ailem ihtiyaçlarımı karşılıyor, karnımızı doyuruyor ama bizim de durumumuz yok. Her ay kontör parası istemek olmuyor. Öyle zaman oluyor ki yol parası yok. Ne diyeyim, artık çocuk değilim, başka ihtiyaçlarım oluyor. Babamdan istemeye utanıyorum. Bir de zaten yok. Millet dışardan bakınca çalışmasalarmış diyor ama yok ki yok.”
Cansu’nun annesi “Genç kız gibi yaşamak istediği için öldü kızım” diye ağıt yakıyor.

Ah bir emeklilikleri olsa…
Birbirlerine sarılarak ölen üç kuzenin aileleri, “Kolonya paketliyorlar demişlerdi bize. Zehirin, bombanın içine girdiklerini söylemediler. Söyleseler çalıştırmazdık” diyorlar. Komşuları, daha vahim bir durumu aktarıyor: “Şikâyet edersek, burası kapanırsa bir daha iş bulamayız diyenler vardı.”
Ölen çocukların bir diğer arkadaşı 14 yaşında çalıştığı atölyede kendilerinin daha çok ezildiğini anlatıyor. Komşusunun kendisini amire önermesiyle başlamış işe. 16 yaşına kadar her yaz tatilinde, okullar açılana kadar haftanın yedi günü çalışmış: “Az kişiyle çalışmak istiyordu Kurtuluş Bey. Çocuk istiyordu yanına. Az para vermek için diyordu, 3-5 kişinin işini bir kişiye yaptırmak için. Öbür türlü millet gevşek çalışıyormuş. Bize su vermezdi dediler ya az önce, su sebilinde su bittiğinde musluktan dolduruyordu sebilleri. Ya bu Dilovası’nın havası bile temiz değil, bize suyunu içiriyordu. Tuvalet temizliğini de bize yaptırıyordu. Her hafta temizlik listesi hazırlıyordu, biz hem paket yapıyorduk hem temizlik. Gelen fazla durmuyordu çıkıp gidiyordu ama sonra tekrar geliyordu. Başka kimse iş vermiyordu çünkü. Hanım Abla da Şengül Abla da aynı durumdaydı. Emeklilikleri olsa, bir gelirleri olsa bence çalışmazlardı orda. O yaşta, gün boyu ayakta…”
Ya para kazan ya kocaya var
Bir diğer arkadaşları da yine çocuk yaşta çalışan arkadaşlarının durumuna değiniyor. “Kimisi evden kaçmak için çalışıyordu abla. Ben de 15 yaşında çalıştım ama okul açılana kadar. İsmini vermeyeyim, ailesi duyar muyar, kızı döverler. ‘Çalışmazsam beni evlendirirler’ demişti. Bilmiyorum ne kadar doğru ama ‘Ya evlenirsin ya da çalışıp para getirirsin’ demişler, okuldan almışlar. Babası getirip buraya bırakmıştı, parasını da babası alıyordu diye biliyorum.”
Bir başka kadın da çalışma zorunluluklarını şöyle anlatıyor: “Kimisi kocasından gizli geliyordu yövmiyeye. Mesela dört çocuğu var, kiracı, kocası asgari ücretle çalışıyor. Sosyal yardım da alıyor ama yetmiyor. Kocası çalışmasını istemiyor ama kadının elinde beş kuruş yok. Akşama kadar çocuklar bir sürü şey istiyor. Nasıl yetiştirsin? Kimisi annesine, kimisi kaynanasına bırakıp gündelikçi geliyordu çalışmaya. Bazıları da o yüzden sigorta istemiyordu bence. Kocası çalıştığını duymasın diye. O Kurtuluş’un yatacak yeri yok. Allah affetmesin, toprak kabul etmesin. Fakir fukaranın sebebi oldu.”

Can pazarında unutulmayacak anlar
Eşi Aytekin’in ifadesiyle kira, faturalar ve çocukların masrafları için çalışan Esma’nın çantası yara bantlarıyla dolu olurmuş sürekli. 30 gün, üstelik fazla mesaiyle çalıştığında dahi bugüne kadar 15-17 bin lira ücret almış yalnızca. Son ay için eşine şu müjdeyi vermiş Esma: “Bu ay 30 saat mesaim var. 3 bin lira oradan gelecek, 20 bin lira maaş alacağım…” Yine eşinin anlattığına göre Avon için üretilen kremler Esma’da alerjik rahatsızlıklar yaratıyormuş ve sürekli kaşınıyormuş. Sigorta yapılma şartıyla yeniden işbaşı yapan Esma öldükten sonra sigortasının yapılmadığını görmüş eşi.
Esma’nın 13 yaşındaki oğlu, yangını duyunca annesinin çalıştığı işyerinin önüne gitmiş ve annesi ölene kadar çığlıklarını duyarak feryat etmiş. Mahalle halkı bunu unutamayacaklarını dile getiriyor. Yaralı kurtulan Ayten Aras dışarı çıkar çıkmaz, üstündeki kıyafetini söndürecek birilerini bulmaya çalışmış çünkü önceliği sokakta çıplak kalmamak olmuş. Kimseyi bulamayınca elbiselerini çıkarıp atmış. Yine onun ve komşuların anlattığına göre ölen işçilerin ilk düşündükleri çantalarını da alarak dışarı çıkmak olmuş. Belki yenisini satın alamayacaklarını düşündükleri telefonu, belki bir miktar parayı da kurtarmak… Saniyeler içerisinde, tahmin edilemeyecek hızda yayılan alevlerden kurtulamamışlar.

Ayakkabıları yırtılmasın diye
Hanım Gülek’in 20 yaşındaki kızı da ara ara Ravive’de annesiyle birlikte çalışmış. Annesinin gerçek yaşının 49 olduğunu kimlikteki yaşının 55 göründüğünü söylüyor. Fabrikada kadınların ayaklarının tahriş olduğunu anlatıyor: “Oradaki kokudan baş ağrısı yaşıyorlardı. Yere dökülen maddelerden ayakları zarar görüyordu. Ayakkabı giyseler önü aşınıyordu, yırtılıyordu. Ayakkabıları zarar görmesin diye terliklerle çalışıyorlardı… Zincir marketler için kasa arkası parfümler de üretiliyordu.”
Daha önce Zara, Koton ve LCWaikiki’ye üretim yaptığını bildiğimiz Ravive’de üretilen diğer markalar ve firmaları da (Chronic, Repute, Defacto, Rebul kolonya, A101, BİM, WeMara, Altınyıldız, Avon) bu görüşmelerde öğreniyoruz. Ücretlerin günlük 600-800 lira olduğu söyleniyordu ama Kurtuluş Oransal’ın işçilere verdiği günlük 70 ila 100 lira arasında yemek parası ve yol parası da bu ücretlerin içerisindeymiş. Yani aslında günlük yövmiye 500-700 lira arasıymış. “Denetim”e gelindiğinde saklanmak zorunda kalan sigortasız işçilerin, saklandıkları yerde geçirdikleri sürenin ücreti de “Çalışmadınız” denilerek kesiliyormuş.
“Yüzünü yıka geç işinin başına”
Kendisi ise yardakçılarıyla her gün kebap/lahmacun sofrası hazırlıyormuş. “Benim bile canım istedi mesela. Koktu bana. Hatta gariban çocuklardan bir tanesi dedi ki ‘Canım o kadar çekti ki, keşke kalanı bize verseler.’ Pasta yiyorlardı, lahmacun, pizza, köfte yiyorlardı. Salata çeşit çeşit. Keyfince yiyorlardı bizim gözümüzün önünde” diyor Şengül Yılmaz’ın ablası Emine Bulut.
“Biz abla kardeş değil kankaydık” diyen Emine de yaklaşık bir ay kadar çalışmış Ravive’de. Ablası yalnız gidip gelmek istemediği için eşlik etmiş ancak oradaki şartlara katlanamamış. Çalıştığı dönemde Emine’nin tüm vücuduna kolonya dökülmüş ve gözleri zarar görmüş. Patron “Yüzünü yıka geç işinin başına” demiş. Şengül’ün de başından aşağı parfüm dökülmüş bir gün. Bütün vücudu alerji olmasına rağmen hastaneye götürülmemiş ve öyle çalışmaya devam etmiş günlerce.
Emine Unilever fabrikasından emekli aslında. Şengül de evlenene kadar Unilever’de çalışmış. Sigortası oradan kalma. 3600 gün primini doldurarak emekli olmaya çalışıyormuş. Ravive’de çalıştığı dönem sigortası yapılmış olsa bugün emekli olmuş olacak ve belki hayatta kalacakmış.

“Bir şişe parfüm kadar değerimiz olmadı”
Şengül’ü “Kahkahasıyla, şen şakraklığıyla evi doldururdu” diye tanımlayan Emine’yi komşusu tamamlıyor: “Evi değil bütün mahalleyi doldururdu sesi.”
Kadınların ve kız çocuklarının gece yarılarına kadar, hiç güneş görmeden çalıştığı işyerinde kaza olmasa ve üretim devam etmiş olsaydı 10 Kasım için hazırlanan mesai listesine 12-13 yaşında kız çocuklarının isimlerinin yazıldığını söylüyor Emine. “Çalışanların bir şişe parfüm kadar değeri olmadı hiç. İfademizi verdik, şikayetimizi yaptık. Gücüm yettiğince ben kardeşimin arkasındayım ölene kadar. İnşallah adalet yerini bulur. Sonuna kadar mücadelemi vereceğim. Birbirimize sahip çıkacağız. Burada ölenler kadın, cinayete kurban gidenler kadın işçiler, anneler, çocuklar. Bu insanları savunmamız lazım ki başka insanlar rahat çalışsın” diyor son söz olarak.
Ravive’deki kadınlar, erkek baskısının ve vahşi emek sömürüsünün iç içe geçtiği bir düzende hayatta kalmaya çalışıyordu. Onların canı, patronların muhasebe tablolarında silinen bir satır kadar bile değer görmedi. Bir daha hiçbir kadının, kız çocuğunun güneşe hasret ölmemesi de ancak birlikte mücadeleyle mümkün olacak.