Eski Habertürk spikeri Nur Köşker, “uyuşturucu” soruşturmasında tutuklanan Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy’un kendisini sistematik olarak taciz ettiğini, bu yüzden sağlık sorunları yaşadığını ve Türkiye’den ayrıldığını açıklamıştı. Bunun üzerine, kadın gazeteciler ve sendika temsilcileriyle medyada yaşanan şiddete, tacizlere, mobinge, baskılara ve sorunlara karşı neler yapılması gerektiğini konuştuk.
‘Kadınlar binbir emek verse de olmuyor’
İsmini vermek istemeyen kadın gazeteci, çalışırken baskı, mobing yaşadığını söyledi. Kadın gazeteci yaşadıklarını şu sözle anlattı; “Kadın gazeteciler özellikle çalışma hayatında çok büyük bir eşitsizlikle karşı karşıya kalıyor. Genel olarak ayrımcılık çok ciddi boyutlara ulaşmış vaziyette. Örneğin, hemen her sektörde olduğu gibi burada da erkeklerle kadınlar arasında çok büyük bir mevki ve ekonomik gelir farkı var. Erkekler daha kolay yükselirken, kadınlar binbir emek verdiği halde erkek patronlar tarafından yerinde saydırılıyor. Erkeklerin bazı işleri daha kolay yapabileceği iddiasıyla heyecanlı işleri elinizden kaptıklarını da görebiliyorsunuz. Öte yandan hemen herkes gibi elbet ben de ne yazık ki baskı, mobing ve şiddet yaşadım. Örneğin, bir meslektaşına sadece gülümsemen dahi ondan hoşlandığın iddiasına dönüşüp etrafa yayılabiliyor. Giydiğiniz kıyafete göre yargılanabiliyorsunuz. Yapmadığınız makyaj bile laf olabiliyor. Medya sektöründe, adeta yarış atı haline getirilen çalışanlar arasında iş barışı olmadığı gibi ayak kaydırma da mevcut. Tüm bunlar sektörü kadınlar için daha çekilmez bir hâle sokuyor” dedi.

‘Muhalif medyada da işler farkı değil’
Cumhuriyet gazetesi muhabiri İrem Karataş da birçok meslektaşının mobinge maruz kaldığını söyledi. Karataş, kadın gazetecilerin tacizi bildirme durumunda işten atılmakla tehdit edildiklerini veya işten atıldıklarını söyledi. Karataş, “Kadın gazeteciler ister iktidara yakın medyada ister muhalif medyada çalışıyor olsun, taciz ve baskı görüyor. Özellikle yönetici konumunda bulunan erkekler bu konumlarını kadınlar üzerinde baskı kurmak için kullanmaya oldukça meyilli. Mehmet Akif Ersoy vakası, başka amaçlar güdülerek kamuoyunun önüne atıldığı aşikâr olsa da önemli bir örnek. Kadınlar, baskı ve tacizlere işini kaybetme korkusuyla göz yumabiliyor. Özellikle genç kadın meslektaşlarımız, stajyer meslektaşlarımız işine tutkuyla bağlı olduğundan ya da sektörde yer etme, kendini gösterme ihtiyacıyla manipülasyonlara, aşırı şakalara, özel hayat ihlallerine, iş ilişkisi seviyesini aşacak davetlere muhatap oluyor. Böyle durumlarda hayır demenin işini olumsuz etkileyeceği korkusu genç kadınları tacizci erkeklere karşı savunmasız bırakıyor. Kurum içindeki hiyerarşik yapının üstlerinde bulunan erkeklerin güçlü imajlarının korunacağını bilen kadınlar bu durumu yöneticilerine bildirmekten geri duruyor. Nitekim bildirdikleri durumda Mehmet Akif Ersoy örneğinde gördüğümüz üzere işten atılabiliyor ya da atılmakla tehdit ediliyorlar. Etrafımdaki birçok kadın meslektaşım bu örneklerin çoğuna maruz kaldı. Mobing karşısında sessiz kalmadığı için işinden olan arkadaşlarım var. Yaşadıklarını anlatma cesareti gösteren kişiler yöneticiler tarafından susturuluyor ve gerekirse uzaklaştırılıyor. Bu sebeple sektörde nelerin taciz olduğuna dair net tanımlar yapmak ve kadın gazeteci meslektaşlarımız ile kurumlar arası dayanışma göstermek oldukça önemli” diye konuştu.
‘Kadınlar özel hayatları, giyimleri ya da ilişkileriyle değerlendiriliyor’
Kadınların medya sektöründe daha nadir olarak yönetici pozisyonunda bulunduğunu belirten Karataş, medyadaki cinsiyet eşitsizliğine şu sözlerle dikkat çekti; “Medyada haber müdürleri, genel yayın yönetmenleri, program müdürleri açık ara farkla erkeklerden oluşuyor. Kadınlar özel hayatları, giyimleri ya da kimlerle ilişkilendikleriyle değerlendiriliyor. Terfi alan hiçbir erkeğin bir üst yöneticiyle kurduğu yakın ilişkiye dikkat çekilmiyor. Bir kadının yönetici konumuna gelmesi ya da bir başarı elde etmesi ise genellikle olağanüstü bir gerekçeye bağlıymış gibi resmediliyor. Örneğin, güçlü bir kişinin sevgilisi olmak veyahut yine güçlü bir kişinin desteğini almış olmak gibi. Kadınların, alanlarındaki başarılarını gölgeleyecek bir başka özelliği mutlaka öne çıkarılıyor. Ayrıca yönetici olacak bir kadından (giyeceği kıyafetlerden özel hayatlarına kadar) örnek ve ölçülü davranışlar bekleniyor. Erkeklerin üzerinde ise bu çeşit bir baskı yok. Kadınlar, bir işte bir erkeğin kendileri yerine tercih edilmesine itiraz ettiklerinde ise kadın olmalarına, kırılganlıklarına ya da bu tercihin onların iyiliği için yapıldığına dair yanıtlar alıyor.”
‘Taciz paylaşıldıktan sonra utanç biter, mücadele başlar’
Karataş, baskıya, mobinge, tacize, kötü çalışma koşullarına karşı mücadele etmek gerektiğinin altını çizdi. Karataş, “En önemli girişim sektördeki kadınların bu konudaki bilincini arttırmaya yönelik çalışmalar olacaktır. Genç meslektaşlar ve stajyerler işyerindeki kişilerin onlara yönelik davranışlarını net olarak tanımlamakta zorluk çekiyorlar. Küçük bir kısmı itiraz etmeye cesaret gösterirse ‘Medya böyle, sektör böyle, televizyon yoğunluğunda bunlar olur’ gibi yanıtlar alıyor. Normal olmayanı normalleştirmeyi bırakmalıyız. Maruz kaldığımızın taciz, mobing ya da manipülasyon olduğunu net şekilde tanımlayabilmeliyiz. Bir diğer önemli nokta başına gelenleri paylaştığı kadın meslektaşlarından alacağı destek olacaktır. Her birimiz çalıştığımız kurumlarda kadın meslektaşlarımızla kurduğumuz grup ilişkilerinde güven ortamı yaratmaya mecburuz. Bu gruplar, kurumlar arası dayanışma için de elimizi güçlendirecektir. Sendikaların yetkili oldukları işyerlerinde kuracakları kadın komiteleri faydalı olabilir. Yetki kazanamadıkları durumlarda üyelerinden oluşan kadınlar aracılığıyla kurumda çalışan kadınlara bu gibi durumlarda neler yapılabileceğine dair eğitimler düzenleyebilir, hukuki destek konusunda vaatte bulunabilirler. Tacizi ve mobingi paylaşmanın tek yolu güvenli alana geçmektir. Dayanışma ile güvenli alanı kurduğumuzda ki bu bir işyerinde birkaç kadından bile oluşabilir, paylaşımlar artacaktır. Biliyoruz ki taciz paylaşıldıktan sonra utanç biter, mücadele başlar. Bu durumlara maruz kalan kadınları yaşadıklarını işyerindeki kadın meslektaşlarıyla paylaşmaya, bu paylaşımların gerçekleştiği güvenli alanı genişleterek mücadele etmeye çağırıyorum” dedi.

‘Sendikalı olmak gerekiyor’
Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu üyesi Gülfem Karataş, sendikalı olmanın önemini hatırlattı. Karataş, “Medya sektöründe diğer sektörlerde olduğu gibi örgütlü yapıdan bahsedemiyoruz. Medya sektöründe sendikalı olma oranı yüzde 5. Yüzde 5 oranında örgütlülük var. Bu örgütsüzlük aslında şunu getiriyor; birbirimizi ne duyabiliyoruz, ne görebiliyoruz, ne dinleyebiliyoruz. Baskıya, mobinge, tacize, kötü çalışma koşullarına karşı sendikalaşmak ve örgütlü olmak önemli. Sendikalı olup, örgütlendiğimiz takdirde toplu iş sözleşmesi olur, toplu iş sözleşmesi olduğu takdirde de biz o maddelerin içerisine hem ulusal hem de uluslararası sözleşmeleri koyabiliyoruz. TİS yaptığımız işyerlerinde ILO 190’nı sözleşmelerimize ekliyoruz. İstanbul Sözleşmesi kaldırılmadan önce İstanbul Sözleşmesi’ni de ekliyorduk. Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı için artık işyerindeki herhangi bir taciz, baskı, mobing, şiddet, özel hayatlara müdahale gibi durumlara karşı ILO 190’nı maddelerimize ekliyoruz. Şiddete, baskıya, mobinge, işten atılma tehditlerine karşı sendika olarak önce diyoruz ki örgütlü olun, sendikalı olun” dedi.
‘“Evli misin?” sorusu da şiddettir’
Karataş, kadın gazetecilerin yaşadığı sorunları şöyle anlattı; “Geçtiğimiz yıllarda anket çalışması ve yine örgütlü olduğumuz işyerlerinde kapalı toplantılar yaptık. Kadın gazeteciler, cinsel taciz, mobing, fiziksel şiddete de maruz kalıyor. Sahada çalışan kadın gazeteciler kameraman erkeklerin şiddetine maruz kalabiliyor, fiziksel itiş-kakış olabiliyor. Erkeklerin sözlü şiddetine maruz kalabiliyor. Kadın gazeteciler, sokakta zaten polis şiddetine maruz kalıyor. Bütün gazeteciler neredeyse sosyal medya kullandığı için dijital şiddete maruz kalabiliyor. İşe alım süreçlerinde kadın gazetecilere, ‘Evli misin, evlenmeyi düşünüyor musun? Hamile misin? Hamile kalmayı düşünüyor musun?’ gibi cinsiyetçi sorular soruluyor. Bu sorular da şiddettir. Bu şiddetin de farkında olmalıyız. Şiddetin, birçok ayağı var aslında. Biz, sadece işyerinde değil evde de şiddete maruz kalabiliyoruz. TGS olarak şiddet gören gazetecilere psikolog desteği sunuyoruz. Bizim en başta yapmamız gereken bu dayanışmayı ve örgütlenmeyi büyütmek olmalıdır. Örgütlendikten sonra bizim gücümüz daha fazla artacak. Kadın kadının yurdudur diyerek dayanışmayı büyütmemiz gerekiyor” diye konuştu.

‘Güvencesiz çalışanlar için bu baskılar daha ağır ve görünmez’
DİSK Basın-İş Yönetim Kurulu üyesi İzel Sezer, medyada yönetici kadroların büyük ölçüde erkeklerden oluşmasının eşitsizliklerin yeniden üretilmesine neden olduğunu vurguladı. Sezer, “Medya alanında kadın gazetecilere yönelik taciz, baskı, mobing ve işten atma tehdidi münferit kişilerle sınırlı değil, erkek-egemen yönetim anlayışının beslediği yapısal bir sorun. Her ne kadar hukuka ve meslek etiğine aykırı olsa da hiyerarşik ilişkilerin güçlü olduğu haber merkezlerinde yöneticilerin yetkilerini kadınlar üzerinde baskı aracı olarak kullandığını maalesef birden çok örnekte gördük. Bu bazen işten çıkarma tehdidi, bazen şantaj ve bazen de psikolojik baskı olarak önümüze çıkıyor. Kadın gazeteciler en sık ücret eşitsizliği, terfi engelleri, cinsiyetçi iş bölümü, taciz ve mobingle karşı karşıya kalırken, güvencesiz çalışanlar için bu baskılar daha ağır ve görünmez hale geliyor. Medya yönetim kadrolarının büyük ölçüde erkeklerden oluşması, bu eşitsizliklerin yeniden üretilmesine neden oluyor. Kadın yayın yönetmenlerinin ve kadın yöneticilerin varlığı yalnızca temsil meselesi değil, toplumsal cinsiyet odaklı bir haber dili, çalışma kültürü ve karar alma süreçleri açısından da belirleyici oluyor” dedi.
‘Susmak zorunda değilsiniz, yalnız değilsiniz’
Sezer, kadın gazetecilere, tacize, şiddete, baskıya, mobinge karşı örgütlenme çağrısı yaptı: “Kadın gazeteciler hâlâ eşit işe eşit ücret alamıyor, ekonomik kriz ve küçülme dönemlerinde ilk gözden çıkarılan grupta yer alıyor. Biliyoruz ki bunun nedeni performans değil, toplumsal cinsiyet rollerine dayalı önyargılar ve kadın emeğinin değersizleştirilmesidir. Bu tablo karşısında sendikal örgütlenme, kadın gazeteciler için hayati bir önem taşıyor. Taciz, baskı ve mobing karşısında yalnız kalmamak, hukuki, sendikal ve kolektif bir güçle hareket etmek hem cesaret verici hem de caydırıcıdır. DİSK Basın-İş olarak isimlerden bağımsız biçimde cinsiyetçi pratiklerin karşısında durmaya, kadın gazetecilerin başvurularını takip etmeye ve bu ihlalleri görünür kılmaya devam edeceğiz. Kadın gazetecilere çağrımız nettir: Susmak zorunda değilsiniz, yalnız değilsiniz. Örgütlü mücadele, erkek egemen medyaya karşı en güçlü araçtır.”
Ana Fotoğraf: TGS