Kadın emeği, sektör fark etmeksizin daha ağır sömürüye açık. Sinema sektörü ise bu eşitsizliğin en çıplak biçimde göründüğü alanlardan biri. Kamera arkasında kadınlar uzun mesailer, güvencesizlik, düşük ücret, düzensiz gelir ve erkek emekçinin gerisinde konumlandırılma kıskacında çalışıyor. Sinema emekçisi kadınların yaşadığı sorunlar, sektörün cinsiyetçiliği yeniden üreten yapısı ve ağırlaşan ekonomik koşullarla derinleşiyor. Konuştuğumuz beş sinema emekçisi, çözümün bireysel çözümlerden değil kadınların yan yana gelmesinden, sözleşmeden, sigortadan ve örgütlü mücadeleden geçtiğini anlattı.
Sinema sektörünün farklı alanlarında çalışan 4 kadının aktardıkları deneyimler ve Sinema Emekçileri Sendikası’ndan (SİNE-SEN) gelen değerlendirmelerle, kadın emeğinin setlerde nasıl görünmez kılındığını ve bu koşullara karşı neler yapılması gerektiğini konuştuk. SİNE-SEN’den Yeliz Vurgun ve kamera asistanı Miray Sözen, isimlerinin anonim kalmasını tercih ettikleri için takma isim kullandığımız yardımcı yönetmen Seda, tiyatro ve sinema oyuncusu Merve, uygulayıcı yapımcı Ayşe sorularımızı yanıtladı.
‘Erkekle kadın arasındaki fark devasa’
Kadınların sinema sektöründe çalışması, neredeyse başlı başına bir mücadele. Kamera asistanı Miray Sözen bu durumu şöyle tarif etti: “Zor ve çetrefilli. Set ortamları nasıl fiziken ve konuşulan dili olarak klasik bir ofis ortamından farklıysa, kişisel olarak da fiziksel ve duygusal açıdan daha geniş ve değişik alanlarda problemlerle karşılaşmanıza sebep oluyor. Erkek bir çalışanın yaşadıklarıyla bir kadının yaşadıkları arasındaki farksa devasa.”
Kadınlar için sorun yalnızca ağır çalışma koşulları değil; sürekli sorgulanmak. Sözen, kadın olduğu için yaptığı işin yeterliliğinin en baştan şüpheyle karşılandığını, fikirlerinin ekstra bir denetime tabi tutulduğunu anlattı. Bu durum, mesleki deneyimi ve özgüveni aşındıran bir baskıya dönüşüyor.
‘Set koşullarına ek cinsiyetinle var olma savaşına giriyorsun’
Merve’ye göre sinema sektörü hâlâ açık biçimde erkek-egemen. Teknik ekipten dekor işçilerine kadar erkeklerin ağırlıkta olduğu bu yapı, kadınlar için güvenlik sorununu da beraberinde getiriyor. Merve, kadın olmanın Türkiye’de her alanda zor olduğunu, sinemada ise taciz ve mobing riskinin daha görünür hale geldiğini vurguladı.
Ayşe ise cinsiyet eşitsizliğinin yalnızca erkeklerden kaynaklanmadığını, sektörün tüm ilişkilerine sirayet etmiş bir yapı olduğunu söyledi: “Cinsiyet eşitsizliği kadın olduğumuz için bazı kadın çalışanlar ve nerdeyse erkeklerin tamamı tarafından ciddiye alınmamak demek.” Anlattığına göre kadın yöneticilere karşı tahammülsüzlük, kadın asistanlara yönelik taciz ya da sindirme, ne giyileceğine dair açık ya da örtük müdahaleler bu eşitsizliğin günlük tezahürleri arasında.
Seda’ya göre ise kadın olmak sektöre girerken dahi bir dezavantaj: “Bu sektöre kadın olmanın ilk başta psikolojik olarak bir dezavantajı oluyor.” Deneyim ve bilgi tek başına yeterli olmuyor; güçlü bir çevre yoksa, kadınlar haklarını almakta çok daha fazla zorlanıyor. Seda, pozisyon ve deneyim eşit olsa bile erkeklere gösterilen saygının kadınlara gösterilmediğini vurguladı.

Sinema emekçileri mevsimlik işçi gibi!
Sinema sektöründe güvencesizlik neredeyse kural. Kadınlar için bu güvencesizlik, ekonomik krizle birlikte daha da ağırlaşıyor. Miray Sözen, şu an stajyer olarak çalıştığını ve geçimini sağlayamadığını açıkça söyledi: “Ben departman değiştirdiğim için şu anda stajyer olarak çalışıyorum. Asgari ücret alıyorum. Kiramı bile ödeyemiyorum. Annemden yardım alıyorum.”
Ayşe ise uzun yıllardır sektörde olmasına rağmen kendini hiçbir zaman güvende hissetmediğini ifade etti: “Sadece ekonomik kriz değil son 25 yıl ve de üstüne pandemiyi de eklersek aslında bu sektörde hiç güvende hissetmedim kendimi; şeflerin ya da patronların keyfi işten kovmaları, kaşelerin geç ya da hiç yatırılmaması hep yaşanan şeyler oldu.”
İşsizlik korkusu ve sessizlik
Proje bittiğinde başlayan uzun işsizlik dönemleri, artan kiralar ve düşen kaşeler, kadınları ucuz işçiliğe mecbur bırakıyor. Merve’ye göre bu tablo kadın-erkek fark etmeksizin tüm emekçileri vuruyor: “Mevsimlik işçi gibi sezonluk işler ya da haftalık işler oluyor, geri kalan aylar işsiz olduğunda hayat kolay geçmiyor.”
Seda ise kaşelerin keyfi biçimde düşürülmesini, fazla mesailerin ödenmemesini açık bir emek suistimali olarak tanımladı: “Kazanılan paralar tabii ki hayatımızı geçindirmeye yetmiyor… Bu cep harçlığı oluyor, emek sömürüsü, emek suistimali var. İşsizlik korkusundan emek sömürüsü daha da katlanıyor.”
İşsizlik korkusu, sette yaşanan birçok sorunun üzerini örten en güçlü baskı unsuru. Miray Sözen, yaşadığı yıpratıcı süreci anlatırken bu korkunun nasıl belirleyici olduğunu da ortaya koydu: “Sayısız yere başvurdum ve özgeçmiş gönderdim. Görüşmelere gittim… Ancak o duygusal boşluğa ve belirsizliğe geri dönemezdim, o yüzden çalışmaya devam ettim.”
Ayşe, baskıya itiraz ettiğini söylese de çevresinde çok daha ağır deneyimler yaşayan pek çok kadın olduğunu vurguladı: “Tanıdığım birçok kadının başına birden daha çok yıpratıcı olay geldi, bunları hem yaşadım hem tanık oldum hem de duydum.”

Tekinsiz, güvencesiz koşullar!
Uzayan mesailer, kadınların sosyal hayatını ve güvenliğini doğrudan etkiliyor. Miray Sözen, eve geldiğinde temel ihtiyaçlar arasında seçim yapmak zorunda kaldığını söyledi ve ekledi, “Gece geç saatlerde eve dönüş ise başlı başına bir risk.”
Seda, çekim sonrası süreçlerde dahi ücretsiz çalışmaya zorlandığını, kaşesini alıp alamayacağının aylarca belirsiz kaldığını anlattı. Ayşe bu durumu “sosyal ölüm” olarak tanımladı; sevdikleriyle geçirilen zamanın, kültürel hayatın tamamen ortadan kalktığını vurguladı.
Erkeğin gerisinde konumlandırılma, cinsiyetçilik!
Kadınların uzmanlığı çoğu zaman görmezden geliniyor. Miray Sözen bunu net bir örnekle açıkladı: “Eğer bir çözümü bir kadın öne sürüyorsa ciddiye alınmıyor. Aynı şeyi bir erkek teklif ettiğinde ise öneri direkt işleme alınıyor.” Ayşe, sektörde fiziksel güç hiyerarşisinin sürekli devrede olduğunu söylerken, Merve kadın oyuncular üzerindeki estetik baskıya dikkat çekti: “Kadın oyuncu olarak güzellik kaygısı ve baskısı var… Bu baskılar kadın oyuncuları üzerinde oldukça stres yaratıyor.”
‘Kimse sigortasız ve sözleşmesiz çalışmamalı’
Peki 4 kadın sinema emekçisinin sıraladığı tüm bu sorunlara nasıl çözüm bulunabilir? Seda’nın çözüm önerileri net: Sendikal güvence, sözleşme, sigorta ve denetim. “Bir sinema çalışanı-emekçisi olarak çalışma ortamının sosyal güvenceye göre yaratılması istiyorum. Gerekirse 8 saatten sonra şarteller kapanacak, kimse bu konuda taviz vermeyecek. Çalışma süresi 8 saati geçtiğinde 12 saat olduğunda ekstra kaşe yazılacak. Sigortasız hiç kimse bir işe gitmeyecek, sözleşme mutlaka imzalanacak.”

‘Sorun sistemsel, çözüm örgütlü mücadele’
Sendika temsilcisi sıfatıyla konuşan SİNE-SEN Yönetim Kurulu’ndan Yeliz Vurgun şunları söyledi: “Sinema TV sektöründeki kuralsızlık cinsiyetçi ve ayrımcı iş bölümleriyle kendini yeniden üretirken ekonomik krizle birlikte bu eşitsizlik daha da derinleşiyor.”
Proje bazlı ve güvencesiz çalışma sistemi, kadınların itiraz etmesini giderek zorlaştırıyor. Vurgun, kadınların “kırılgan” ya da “sorunlu” olarak etiketlenerek işten çıkarılmasının sektörde meşrulaştırıldığına dikkat çekti. İş başvurularında kadınlara yöneltilen “Malzemeler ağır, taşıyabilecek misin?”, “Açıyı yakalayabilecek misin?” gibi sorularla, daha baştan işe girişlerinin zorlaştırıldığını söyledi. Erkek çalışanlar ise aynı koşullarda “her durumda çok yönlü kullanılabilir” olarak değerlendiriliyor.
Sektörde iş bulabilen kadınlardan bu kez de ekonomik kriz koşullarında “hiçbir şeye ses çıkarmadan çalışmaları” bekleniyor. İşsizlik korkusu, Vurgun’a göre, “sistemin yarattığı ayrımcılığı örten bir araca” dönüşüyor.
Sendikal mücadele neyi değiştirebilir?
Peki sendika, sinema emekçisi kadınları korumada ne ölçüde yeterli?
SİNE-SEN yönetimine yeni seçilen kadınlar olarak mücadelenin henüz başında olduklarını hatırlatan Yeliz Vurgun, kadın işçilerin haklarının korunmasında sendikal örgütlenmenin ve dayanışmanın hayati önemde olduğunu vurguladı. Kadın emeğini merkeze almayan hiçbir sendikal mücadelenin yeterli olmayacağını düşündüklerini belirten Vurgun, bu hattı büyütme konusunda kararlı olduklarını söyledi: “Sendikanın gücü, dayanışma ve birlikte hareket edebilme kapasitesinden geliyor.” Setlerde sıkça karşılaşılan taciz, mobing ve hijyen gibi temel sorunlara ilişkin olarak ise, sendikanın doğrudan denetim yetkisi olmadığını hatırlattı. Buna rağmen, taciz, şiddet ve mobing yaşayan sinema emekçilerine hukuki ve fiili destek sunduklarının altını çizdi.
SİNE-SEN’in kadın emeğine dair kapsamlı bir veri çalışması yürüttüğünü belirten Vurgun, Altın Portakal Film Festivali’nde ilk kez düzenlenen kadın panelini de sendikanın önemli faaliyetleri arasında saydı. Ama asıl hedeflerinin, yaşananları bireysel sorunlar gibi gösteren anlayışı kırmak olduğunu vurgulayarak sözlerini şöyle tamamladı: “Sinema TV sektöründe kadınların yaşadığı sorunlar bireysel değil, sistemseldir. Bu nedenle çözüm ancak örgütlü mücadeleden geçer.”
Kapak Görseli: Gazete Kadıköy https://www.gazetekadikoy.com.tr/kultur-sanat/sinemaci-kadinlarin-dayanismasi-fiyaka