suçun sınıfı var da cinsiyeti yok mu?

“Bir erkeğin, bir kadının, düzen içindeki ezilen ve sömürülen konumundan kaynaklanan sebeplerle suç işlemesiyle bir erkeğin erkek olmasından kaynaklanan sebeplerle, şiddete eli alışık olduğu için kadınlara yönelik şiddetin cezasızlığından da cesaret bularak, kendi sosyal çevresinde erkek şiddeti kutsandığı için ya da benzer sebeplerle başkalarına fiziksel, psikolojik zarar vermesi hatta onların canını alması aynı kategoride ele alınamaz. eğer topluma baktığımızda sadece kapitalizmi değil patriyarkayı da görüyorsak!”
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

türkiye’de cezaevleri dolup taşıyor. mahpus sayısının 403 binin üzerinde olduğu söyleniyor. cezaevlerinin toplam kapasitesi yaklaşık 300 bin kişi. alanlar zaten küçük, yere yatak konuluyor, aynı yatakta ayaklar başa gelecek şekilde iki kişi yatılıyor. insanın yakınlarından, gündelik hayatından uzak kalması zaten bir ceza ama koşullar bu cezayı daha da zor hale getiriyor.

mahpus sayısında yıllar içinde büyük artış var. bu kadar önemli bir toplumsal gelişmenin siyasetten bağımsız olması mümkün değil. ama bu artışın tek sebebi siyasal baskılar ve politik sebeplerle yapılan tutuklamalar, cezalar değil.

yoksulluğun, çaresizliğin yükseldiği her dönem ve coğrafyada olduğu gibi, bir geçim aracı olarak suç artıyor. kısa vadeli, yani son yılların acımasız emek rejimine dayanan politikalardan bahsetmiyorum sadece. son siyasal gelişmelerden de. emeği para etmeyen, bazen emeğini çok ucuza satma imkânına bile ulaşamayan, cesaretinden başka sermayesi olmayan insanlar, uzun zamandır kaderlerini değiştirmek için suç örgütlerine katılıyor veya suç örgütleri kuruyor. nitekim 2020’de türkiye’de en çok işlenen suç yaralama, 2024’te ise hırsızlık. 

kaderden kaçmak mümkün mü?

2019 yılında, bir ay kadar eskişehir kadın açık cezaevi’nde kaldım. burada eskişehir ve yakınındaki illerden hükümlü kadınlar cezalarının son dönemini tamamlamak üzere kalıyordu. cemaat davalarından olanlar dışındaki kadınlar, “asayiş” ifadesiyle tanımlanan suçlar yüzünden gelmişti; madde kullanımı ve satışı, hırsızlık, çek davaları, cinayet, dolandırıcılık… açık cezaevinin bahçesinde, ağaçların altındaki banklarda, birçok konuda ama en çok da davalar hakkında sohbet ederdik. orada dinleme şansına eriştiğim hayat hikâyelerini, anlatılanlardan aldığım dersleri hiç unutmuyorum. bir gün yine böyle bir sohbet sırasında, bursalı, ufak bir tekstil atölyesi olan ve çekini ödeyemediği için kısa bir süre tutulan bir kadın, hakkındaki hırsızlıktan açılan dava dosyalarının sayısını bile bilmeyen bir roman kadına “artık bu işleri bıraksan, doğru düzgün bir işe girsen ya” dedi. roman kadın, “ben senin işyerine gelsem işe alır mısın!” diye cevapladı. bursalı kadın mahcup olup “haklısın” dedi.

toplumsal damgalamalar çok güçlü ve örneğin roman bir aileye doğmuş, o ailede büyümüş bir insanın ulaşabileceği meslekler çok sınırlı. bu türkiye’ye mahsus değil, dünyanın pek çok yerinde benzer dinamikler var. ama türkiye organize suç konusunda avrupa birincisi olması, dünyada da 14. sırada yer alması azbuz şey değil. tüik istatistiklerine göre, suç oranının en yüksek olduğu il aydın, en düşük olduğu il ise adıyaman.  bunların hepsi yorumlanmaya muhtaç, ilginç veriler bence.

psikoloji hiç önemsiz değil

bence değil. insanın çocukluğunda bulunduğu ortamın, yaşadığı travmaların ileri yaşlardaki psikolojisini şekillendirdiği muhakkak, bunun suçla ilişkisi olduğu da aşikâr. ama öfkesi gücünden dahi büyük olan bu insanları psikopat diye damgalayıp geçmek, hele de bunu genetikle açıklamak makul değil. ayrıca, şiddete meyyal ebeveyn, istismara maruz kalma, yoksunluk gibi aile içindeki sorunlar denen olguların toplumsal sebeplere dayandığını da unutmamak gerek. topluma, kamuya düşen, bu insanlardan onları kapatarak ya da daha beteri, -kimilerinin önerdiği gibi- idam ederek kurtulmak değil, kendi benlikleriyle mutlu ve huzurlu olmalarını sağlayacak tedavileri ve koşulları sağlamak. cezaevlerinde, kimsesiz çocukların kaldığı yetiştirme yurtlarında ruhen yaralı gençlerin ve yetişkinlerin yaralarına adeta kama sokup çeviren koşullar olduğunu da unutmamak gerek.

suç konusunda yoksulluk, çaresizlik, yırtma çabası, toplumun çöpü sayılmanın yükselttiği öfke, kaderini değiştirme arzusu gibi etmenlerin, en azından önemli sebepler olduğu açık. bireysel silahlanma da pek çok suçu ağırlaştırıyor; taraflardan birinin elinde silah olmasa kafa göz yarmayla geçecek bir olay, cinayetle sonuçlanıyor. bireysel silahlanma konusunda örnek aldığımız abd’ye benzediğimiz, o ünlü ifadeyle “küçük amerika” olduğumuz da ortada.

yalnız bunların çoğu erkek

suç konusunda, ulaşılabilecek birçok makale, epeyce istatistik ve yorum var. ama bunların arasında en az konuşulan şey cinsiyet!

yine tüik’in 2023 rakamlarına göre 678.429 hükümlüden 650.928’i erkek, 27.501’i kadın. aynı oran hırsızlıkta 107.494 erkeğe karşılık 7112 kadın. trafikten hüküm giyen erkek sayısı 30.862’yken kadın sayısı 538; buna karşılık, sizin de aklınıza gelmiştir, erkek taksi şoförlerinin ağzında kadınların araba kullanmayı bilmediği lafı var. madde imal ve ticaretiyle iştigal etmiş erkek sayısı 17.923, kadın sayısı 916.

burada bir parantez açıp altını çizeyim. “banka kurmanın yanında banka soymak nedir ki,” diyen brecht haklı. yasaların suç saymadığı birçok insanlık suçu var, yasaların suç saydığı ama aslında suç olmayan edimler de var. örneğin bir kadının her gün kendisini döven kocasını yaralayıp, evdeki parayı ve değerli eşyaları alıp kaçması yasalara göre suç ama insanlık açısından suç değil.

devam edeyim. bir erkeğin, bir kadının, düzen içindeki ezilen ve sömürülen konumundan kaynaklanan sebeplerle suç işlemesiyle bir erkeğin erkek olmasından kaynaklanan sebeplerle, şiddete eli alışık olduğu için kadınlara yönelik şiddetin cezasızlığından da cesaret bularak, kendi sosyal çevresinde erkek şiddeti kutsandığı için ya da benzer sebeplerle başkalarına fiziksel, psikolojik zarar vermesi hatta onların canını alması aynı kategoride ele alınamaz. eğer topluma baktığımızda sadece kapitalizmi değil patriyarkayı da görüyorsak!

çünkü yoksul bir erkeğin hırsızlık yapmasıyla bir erkeğin başka insanlara zarar vermesi aynı toplumsal sebeplere dayanmıyor. hayat ve toplum çok karmaşık, çok katmanlı, onlarca farklı dinamik var. o yüzden, cinsiyeti hiç unutmayalım, kolaycılığa kaçmayalım, ezberden aman uzak duralım.

Fotoğraf: istock

Paylaş:

Benzer İçerikler

“Patriyarka, devlet politikaları ve hukuktan ibaret değil. bunlardan çok daha fazla, toplumsal kurallarla şekilleniyor. Örtü de dahil olmak üzere kadın giyiminin politikleşmekten uzaklaştırılması bence ilk hedef. Kaldı ki, kadınların sadece toplum içinde makbul sayılmak için değil, iktidara yakın görünmenin avantajlarından yararlanmak için de örtündüğü bir dönemdeyiz.”
solda erkek şiddetinin bir kavram olarak tanınması, kınanması büyük ölçüde ortak bir değer haline geldi. ancak feminizm karşıtlığı çok önemli bir ortak değer ve erkek şiddetine duyulan tepkiden güçlü olabiliyor. böylece erkek şiddeti, patriyarkadan başka aklınıza gelebilecek binbir şeyle açıklanıyor ve çözümsüz kalıyor…
aile yılı tam gaz devam ediyor. iktidar kadınların mevcut haklarına el koymak, adil olanı değil patriyarkanın gerektirdiklerini hayata geçirmek için yeni yeni adımlar atıyor. son olarak kadınların miras hakkı hedefte. mirasın eşit şekilde bölünmesi zorunluluğu kaldırıldı. bunun yerine mirasçılar kendi aralarında anlaşabilecek. kadınların miras hakkı feminist bir kampanyanın konusu olmayı hak edecek kadar önemli bir mesele.
“lubunyaların güvenliği temel insan hakkı. sadece ‘sırada kim var’ endişesiyle, bir gün bize de sıra gelebilir öngörüsüyle değil, lubunyalar olmadan cinsiyet eşitliği, özgürlük, demokrasi olmayacağı için, meclisteki partilerden sendikalara bütün güçlerin bu tasarıya karşı harekete geçmesi gerek.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!